Science’da Jacquelyn Turner imzası ile yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Cem Sabuncu‘nun çevirisi ile paylaşıyoruz
***
Sadece otlayarak beslenen hayvan ürünlerini tüketerek iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının salınımına katkıda bulunmadığınızı düşünüyorsanız bir daha düşünün. Gıda İklim Araştırmaları Ağı (Food Climate Research Network) öncülüğünde yürütülen, Oxford Üniversitesi merkezli uluslararası bir grup araştırmacının yeni çıkan raporuna göre, bazı çevreciler ve mera-tabanlı hayvancılık savunucularının (ing: pro-pastoralist) iddia ettiğinin aksine, otlayarak beslenen hayvanların (sığır, koyun, ve keçi gibi) tahılla beslenen hayvanlara nazaran düşük karbon ayak izi olduğunu konusunda yeterli kanıt olmadığı sonucuna vardı.
Raporun yazarlarından biri olan, Birleşik Krallık’taki Aberdeen Üniversite’nden Pete Smith: “Et ve süt üretiminin sadece otlayarak beslenen hayvanlarla yapılması iklim meselesini çözmez. Tek çare hayvansal ürün tüketiminin azaltılmasıdır.” dedi.
Hayvancılık faaliyetleri küresel sera gazı emisyonlarının %14,5’ini oluşturuyor.
Araştırmacıların tahminlerine göre hayvancılık faaliyetleri küresel sera gazı emisyonlarının %14,5’ini oluşturuyor. Bu hayvanlar, atmosferin kimyasını önemli ölçüde değiştiren azot oksit (N2O), karbondioksit (CO2), ve metan (CH4) gazı salımına neden oluyor. Durum iyiye de gitmiyor. Dünya genelinde yoksulluktan kurtulan insanların düzenli et tüketmeye gücü yetmesiyle birlikte hayvansal ürünlere olan küresel talep artıyor. Şu anda kişi başına günde 14 gram hayvansal gıda tüketiminin 2050 yılına kadar ikiye katlanacağı tahmin ediliyor.
Büyükbaş hayvancılık günümüzde besi üniteleri (feedlot) de denilen topraksız sistemlerde yapılıyor. Hayvanlar dar bir alanda, meraya erişimleri olmadan, tahıl ağırlıklı besleniyor. Bu tür sistemlerin savunucuları, besi ünitelerinin et üretiminin verimli bir yolu olduğunu, ve ormanlık alanlar ve diğer ekosistemlerin meralara dönüşmesini önlediğini iddia ediyorlar. Ancak bu sistemlerin hidrojen sülfit gazı emisyonuna neden olduğu ve hayvan atıkları, amonyak, patojenler ve antibiyotiklerle su yollarını kirlettiği biliniyor. Buna ek olarak, bazı uzmanlar geviş getiren hayvanların midelerinin ot yemek üzere evrimleştiğini, ve soya ve mısırla beslendiği taktirde daha fazla sera gazı emisyonuna yol açacaklarını söylüyorlar.
Geviş getiren hayvanların otlatılmasının daha iyi bir sistem olduğunu düşünenler de var. Bitkiler öldükleri zaman yaprakları aracılığıyla aldıkları karbondioksidin bir kısmını köklerinde tutuyorlar. Bu karbon başka yaşam biçimlerine dönüştürülüyor, böylece toprak devasa bir karbon yutağı (carbon sink) haline geliyor. Ancak ormansızlaşma ve toprağın sürülmesi gibi insani faaliyetler bu zamana kadar toprakta depolanmış karbonun büyük bir kısmını atmosfere geri iade etmiş durumda. Mera-tabanlı hayvancılık savunucuları, hayvan otlatılarak meraların ve toprağın rehabilite edilebileceğini ve böylece, büyük miktar karbondioksidin tutulacağını dile getiriyorlar. İneklerin dışkısı azot ve fosfor gibi mineralleri toprağa kazandırarak yeni otların büyümesini sağlar. Bunun sonucunda daha da fazla karbon toprağa gömülmüş olur.
Ancak, 2 Ekim’de yayınlanan 127 sayfalık FCRN (Gıda İklim Araştırmaları Ağı) raporu, Grazed and Confused (Otlamış ve Kafası Karışmış) büyükbaş hayvanların otlatılmasının bir fark yarattığı konusunda herhangi bir kanıt olmadığını belirtiyor. 100’den fazla akademik makaleyi inceleyen uluslararası araştırmacı grubu, otlatılan sığırların ancak ideal koşullar altında karbondioksit tutulmasına (CO2 sequestration) katkı yaptığı sonucuna vardı. Bir merada fazla sayıda hayvanın dolaşması durumunda otların ve toprağın ezilmesi sonucu karbon depolanma süreci engelleniyor. Bu durum toprağın çok ıslak olduğu zamanlarda da geçerli. Rapora göre, en iyi koşullar sağlansa dahi hayvanların sebep olduğu emisyon toprakta depolanan karbona nazaran daha yüksek miktarda.
Rapor, mera-tabanlı hayvancılık savunucularının fikrini değiştirmeye yeterli olmadı. Birleşik Krallık, Bristol’deki Sürdürülebilir Gıda Vakfı’ndan (Sustainable Food Trust) Richard Young, raporun bazı bölgelerde otlatmanın önemini hiçe saydığını söylüyor. “Birleşik Krallık ve İrlanda gibi ülkelerde, ve yıllık yağışın zirai üretim için güvenilmez olduğu otlak alanlarda, geviş getiren hayvanların otlatılmasına devam edilmeli ve teşvik edilmelidir. Yoğun otlatma yasalarla önlenebilir.” diyor.
Meralar: Tarih, Biyoloji, Siyaset ve Amerikan Çayırlarının Vaat Ettikleri adlı kitabın yazarı Richard Manning: “Tarımsal faaliyetler ancak bir ekosistem gibi çalışırsa sürdürülebilir olabilir. Doğayı taklit edersek bu işi başarırız. Hayvanları dahil etmemiz gerekir, çünkü hayvanlar doğanın bir parçasıdır.” diyor. Manning ayrıca raporda meraların sel sularını emmesi ve yüzeyden akan suları filtre etmesi gibi diğer hizmetlerin de görmezden gelindiğini söylüyor. Ayrıca Manning, raporda da bahsedildiği üzere, konvansiyonel sığır çiftliklerinin tahıl talebini arttırarak tarımsal alanların genişlemesine yol açmak gibi birçok çevresel soruna yol açtığını da belirtiyor.
Birleşik Krallık’taki Leeds Üniversitesi’nde sürdürülebilir agro-ekolojik sistemler üzerinde çalışan Tim Benton: “Eninde sonunda, asıl çözüm küresel et tüketiminin azaltılmasıdır. Giderek artan et talebimiz, gezegeni sürdürülebilir olmayan bir yöne sürüklüyor. Hiçbir tarımsal sistem bunu düzeltemez” diyor.
Haberin İngilizce orijinali
Muhabir: Jacquelyn Turner
Yeşil Gazete için çeviren: Cem Sabuncu
(Yeşil Gazete, Science Mag)