[FotoÖykü] Korniş – Berna Durmaz

Gün ışığı bizden önce koyulmuş yola. Bu geç kalma affedilir gibi değil Korniş. Uyumak da neyin nesi? Şimdi bütün varlığın onun için. Sen yoksun Korniş, ben yokum. Gidilecek yol var sadece. Varılacak bir menzil. Yürü şimdi.

Canımız ağza burna dek tıka basa dolmuş, tulum gibi basılmış bedenimizden içeri. Çıktı çıkacak.  El ver Korniş, bu yükü de bıraktık mı rahatlarız. Seninle yolun olmadığı dört duvarlı bir yer bulur, sığınırız.

O, bana hep seninle olmak için çok yalvardı. Ağrılarına dayandığı zamanlardı daha. Dili ağzının içinde döndüğünde ne dediğinin anlaşıldığı sıralar. Bir seni dedi, bir de doğduğu yerleri. Ben çok yorgunum dedi.

Ben de, bu yük dedim, bu yük çok bana ve örümcek gibi incecik bacaklarım. Nasıl taşırım? Yüklerin en ağırıdır, dedim, bir cana kıymak? Nasıl kıyarım? Dinlemedi beni.

O bize güvendi Korniş. Bize. Bir varlık olarak duran bedenlerimize. Benim güçlü kollarıma güvendi örneğin.  Senin bağlandığın insandan, ölsen dönmezliğine. Bu yüzden bataklığın oraya koşarak gitti. Koşarak Korniş. Bile bile. Onu eksik bırakacağımızı zerre düşünmedi.

Can, bir yudum kırıntı mı, çıkıverecek ağızdan. Dilin altında, dişlerin arasında mı? Nasıl oldu bu kadar çabuk? Bataklığa girer girmez nasıl yutulur, ta içerilere. Nasıl ağırdan almaz bu katı yığ içindeki hareketi. Gömüle gömüle, ta dibe inmek nasıl bu kadar çabuk olur Korniş? Dibin çektiği doğru. Dibin, yüzeyde ne varsa kıskanıp kendine istediği. Senin neşeni, benim onunla elli yıldır kurduğum bu sessiz yaşamı. En çok onun küçülmüş, ağrılardan kasılıp kalmış bedenini.

Ağrıları yüzündendi Korniş. Kaşık kaşık ilacın sona erdiremediği ağrıların, en dayanılmaz olduğu saatlerin birinde, deli gibi koşmuş olmalı bataklığa. Kurtulmanın, rahatlamanın o beklenen yalancı ümidiyle. Benim başucunda beklerken uykuya yenildiğim o lanet saatin birinde bırakmış olmalı kendini çamura. Sessizce Korniş. Nasıl bir vazgeçiş bu?

Bir kondu evimizin tek direğiydi o. Artık iyice beyaza kesmiş saçlarının tutam tutam dökülüşünü görmemem için çaputlara sarmaya yeni başlamıştı. Evin içinde bir o bir ben. Ömrün en yavaş en uyuşuk günleri. Yine de ne hamuru ne çamuru biter hayatın, iş güç. O eve, yöreye tekmil nebata yetişirken ben kıymık dolu, meşinleşmiş ellerimle akşama kadar odun yükle, odun indir… zordu be Korniş? Şimdi onsuz daha da zor.

Akan bir su görme Korniş. Susuz yaşanmaz diyenlerin uydurması. Damak dil birbirine yapışmış, yapışsın. Bir görevdir ki, ağza bir yudum su girse dayanamazsın diye korkarım Korniş. Ayağının biri patlamış. Dikenini çıkarıp sararım çaputla, iyileşir. Bunca yol yürümenin vardır elbet bir izi. Kalıcı.

Gün batımı bıçak gibi alnımızda. Gece çivi gibi her bir yıldız. Bu kadar gürültülü mü doğar güneş. Her bir ışığı bir çınlama. Bakma yıldızlara Korniş. Gözlerinde parlatma o ışığı. Sevince dönüşmesinden korkarım. Bilmem ki ne vardır yüreğinde? Küslük mü, kırgınlık mı? Aslında sadece yokluk. Bir erime hali. Eksilme, lime lime dökülme, bitme.  Senin acın Korniş benimkinden az değil. Yükün benimki kadar. Sesin benden çok. Sözün bütün bedeninde. Kuyruğunda en çok Korniş. O gür, kıvrık kuyruğunda.

Şimdi yürü. Sırtlanıp yükümüzü gidelim. Onun doğduğu yerleri taşıyalım buraya. Elli yıldır hiç görmediği yerlerin, bir kucak otunu götürelim, bir etek toprağını. Kayasını, kumunu, suyunu da. Bataklığın oraya bırakalım.

Oraya varınca sakın korkma Korniş. Sadece güçsüz kalmış bedenini bırak bana. Sonrası bataklığın işi. Öyle çabuk çekiyor ki dibe. Birden görünmez olacaksın.

Çok vakit yok derdi, değil mi Korniş? Yattığı yerden ayaklarını karyolanın demirine uzatır, biraz olsun dinlenirdi. Sen de onun karnının üstünde uyurdun. Sensiz uyuyamazdı o Korniş. Akşamüzerlerinin soluk ışığında üzerimize gökten uğursuzluk gibi yağan küllerin altında konuşurdu.

“Bir gün ben ondan önce ölürsem onsuz nasıl uyurum?”

Sağlığa ne çok güveniyoruz, afallamamız bundan. Gün hiç kesilmiyor da, biz o günün altında kalmayacağımızdan nasıl da habersiziz. Yanmış ateşin, küllerin ve sakız gibi yıkanmış çamaşırların üzerine yağanlara lanet okurken en çok, o buranın yerli kayası gibi sapasağlam duracaktı yerinde Korniş.

Oysa o buraların yerli kayası değildi ki? Benim afallamam da bunu çok yıllar önce unutmuş olmamdan. Nerden geldiğini bilmezdim, hiç gitmemiştim oralara ama o kadar uzun uzun anlatmıştı ki gün sonlarında, anlattığı yerleri şimdi elimle koymuş gibi bulacağımı sanırdım.

Senin canın hepten çekildi sanki. Dil dışarıda, olmaz olası yürek dışarıda. Ben odundan alışığım yüke, getire götüre de, sen karnını güneşe az vermedin be Korniş? Şimdi bu zorlanmalar hep ondan. Yayıla yayıla yürümeler, bir koşup bir durmalar, yutkuna soluya bağrışmalar hep. Sen onun gözü, onun kulağı, onun eli kolu olmadın mı? Şimdi de öyle olacaksın Korniş? Şimdi de ona beden, ona bir varlık olacaksın. Ayakların mı yarıldı, kan içinde? Susuz mu kaldın iyice? Az kaldı Korniş, birazdan başını onun karnına dayayıp uyuyacaksın.

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘purselim@hotmail.com’ adresine gönderebilirsiniz.

 

Öykü ve Fotoğraflar: Berna Durmaz

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar