Newroz kutlamalarını yerinde izlemek için bölgeye giden muhabir arkadaşımız Büşra Akman Diyarbakır’da hem insanlarla konuştu hem de yaşanan barış atmosferini yerinde gözlemledi. Akman’ın Diyarbakır izlenimleri…
* * *
Yaşananlar insanla ilgili, hayatın tam içinde; ne bir bölgeye ait, ne de genellenebilir bir durumda…
Yaşama hakkı istiyorlar, kimse dokunmadan olağanca, dilediğince yaşamak..İstenilen bu aslında, önyargısız ve infazsız yaşamak. Herkes için zor ve anlamlı. Oradayken newrozu ya da barışı konuşmadan önce yaşamı sordum.
İşte yanıtlar
“Sizler doğuya geldiğinizde turist, biz batıya gittiğimizde terörist oluyoruz” demişti çocuk, biz burada misafirperverliğimizi sunuyoruz, gittiğimizde biz böyle karşılanmıyoruz.”
“Ordu’ya çalışmaya gittiğimizde hiç istememişlerdi bizi, eğer çok mecbur kalmasak çağırmazdık sizi, dediler.”
“Plakayı gördükten sonra suratları değişiyor. Benzin istasyonunda telefon istedik ama kullanmamıza izin vermediler. Başka biri geldi oraya ve telefon kullandığını duyuyoruz, mahcup olma durumu olmasın diye bir şey demedik. Çay da istedik ama vermedi, birden telaşla telefona sarıldı, bizi kovarken; biraz ileride yük kamyonu durduruldu, köy sınırındaydık, jandarma geldi. Bir gün derdimizi anlatmaya çalıştık, serbest bıraktılar. Yanımızda bölge halkından biri de vardı, o tepki gösterdi ama daha çok saldırıldı, biz ise alışmıştık, ses çıkarmadık. Sonra bize o arkadaş, sizi anlıyorum dedi.”
Türk müsün?
Bir de tam tersi orada Türk müsün, diye karşılanmak var; bu da ilginç bir nokta aslında. Kaç kez duydum bunu İstanbul’da?
Ve orada da aslında Türkler iyi insan metaforunu kullanabiliyor. O yüzden herkesin algısını değiştirmek önemli. Suçlanacak bir kimse aramamak noktasında birleşerek, durumu sorgulamak ve adımları buna göre atmak gerek.
Ne mutlu Türküm diyene olmasın; Ne mutlu Kürdüm diyene ; Her Türk asker doğar, Her Kürt gerilla doğar olmasın.
En çok konuştuğumuz oradayken, doğacağımız yeri bilmeden, seçimlerimiz olmadan bir bölgenin, bir hayatın içine doğuyor oluşumuz; bu kimlikselleşme hayatın alanlarında öne geçmemeli.
Orada açlık da var, işsizlik de, insana kötü muamele de var. Kürt kimliğinde direniş varken çevreye karşı hassasiyet yok, sokaktaki alanlar için mücadele yok, kendi fikrini ifade etmek için her sınırı zorlamak yok.
Diyarbakır öncesi
Diyarbakır’a giderken ilk newrozumun nasıl geçeceğini düşünürken, ilk taksiciyle konuştum orada; ne için geldiğimi sorunca ve habercilik yaptığımı söyleyince yabancı basınla çok çalıştığını, istediğim soruyu sorabileceğimi söyledi, sor bakalım sor, dedi:
Diyarbakırlı Taksici
“Kürtlerin talepleri var, aslında herkes biliyor ama Apo seçilecek, başkanımız olacak. Biz eşitlik istiyoruz, milletvekili çıkıp eşit değildir dedi, bu yaşanmasın istiyoruz. Anadil talebi var bir de, türkçe de kürtçe de olsun, bu zenginliktir.”
Diyarbakır çok göç yaşamış. Ne çok gelen ne çok giden olmuş. Kürtlerin birlikte yaşadığı Yahudiler, ermeniler ve Süryaniler yok artık. Onları da sordum, neden onlar da bir arada yaşıyorken gitmişlerdi, gönderilmişlerdi, şimdi evlerinde kimler yaşıyordu? İnsan her yerde insan; Kürtler bastırıldı, tamam;ama diğer yandan da Ermeniler ve Süryaniler, Yahudiler ise Kürtler tarafından bastırıldı. Yardım edenler oldu, eziyet edenler oldu. Hiçbir şeyin tek taraflı yaşanmadığını görebildiğimiz bir yer Diyarbakır.
Kim neyi yaptı değil de ne oldu ne yaşandı diye sorulması lazım. Suriye’deki kürtler örneğin, 3 milyon kürdün kimliğinin olmadığını söylüyor taksici. Ayrımcılığı soruyorum, Kürt bir erkek, Suriyeli bir kadınla evlenirse o kürt; Suriyeli bir erkek, Kürt bir kadınla evlenirse de Suriyeli kimliği veriliyor, cevabını alıyorum.
Eğitim konusuna da değiniyoruz; oğlu tıp eğitimi alıyor ama denkliği verilmiyor; Güney Kürdistan’da okuduğu için. Ve kadın hakları, orada kadınların daha çok hakkı var diyor, Suriyeli bir kadın kendi ülkesindeki durumu anlatırken: “Eğitimde de, çalışma hayatında da, siyasette de; kanunlar yapılırken kadınlara öncelik tanınır.”
ve Gavur Mahallesi Hançepek
Sur içinde dolaşırken, şimdi ismi Hançepek olan eski Gavur Mahallesi’ne düşüyor yolum. Dikkat et diyorlar ve eşlik edecek kimse olup olmadığını soruyorlar. Civarda kapkaç sık yaşanıyormuş, yolun ortasından git, diyorlar. Sohbetimiz bittikten sonra kapıya kadar değil genelde sokağa, hatta gideceğim yola kadar da eşlik ediyorlar.
Meryem Ana Kilisesi’nin güzel sakinlerinden iki yaşlı teyze ise, korkup korkmadığımı, kiminle geldiğimi soruyor. Korkunun nedenini pek anlamıyorum, hiç korkulacak bir şey yaşamadım ama, yardımseverlikleri ve misafirperverlikleri, içten sohbetleri ile hatırlayacağım bir yer Gavur Mahallesi.
Sülüklü Han’ın akşam sohbetlerinde ise korkuyu konuşuyoruz. “Ben sur içinde yaşıyorum, çocukluğumdan beri; hiç taciz, kapkaç yaşamadım. Korkarsan bence de korkacak bir şey olur. Buraya geliyorlar, barışı soracağım ama ben korkuyorum sormaya diyor. Eğer sen, ben korkuyorum diyorsan asıl o zaman kork. Çünkü o zaman korkacak bir şey vardır. Buraya gelip kendini niye yabancı hissediyorsun? Öyle davranırsan yabancı olursun tabi.”
Viranşehir ve Kerpiç Evler
Yolum Urfa Viranşehir’e uzandığında, Kerpiç Evler’in sakinleriyle, üç yıl boyunca kendi evlerini yapmak için çalışan ailelerle, konuştuğumda yaşam hikayelerinin içinde emeği ve haksızlığı görüyorum. Ve en önemlisi direniş’i. Yaklaşık altı aydır kendi evlerinde oturuyorlar. Evlerin hikayesini dinliyorum. Kerpiç Evler yapılırken bu üç yıl içinde yurt dışından ve Türkiye’nin birçok yerinden gelen insanların katkısından söz ediyoruz. İnsanların dayanışmasının ortaya çıkardığı güç, kendini gösteriyor.
Barış Barış Barış
Barış, barış, barış. Hiç kimsenin bir formülü yok kafasında, herkes diyor ki önemli bir süreç. Bir kısmı ise çekingen, çıkarları için barış kullanılıyor, ben inanmıyorum diyor.
Bir günde barışın olmayacağını biliyor insanlar; eziyetten, ayrımcılıktan şikayet etseler de umut taşıyorlar, iyimserler.
Ancak bu sefer olmazsa yerimizde durmayız, bu sefer savaş çıkar da diyorlar. Temkinli ve iyimser demek mümkün, ve onlara orada eskiden yaşayan Ermeniler’i, Süryaniler’i, Yahudiler’i sorduğumda, onlar da geri gelseler, evlerine dönseler deniyor.
Nasıl bir barış, bütün halkları içine alan bir barış istiyorlar. Türkiye’nin, bütün insanların buna ihtiyacı var, diyorlar.
Niye korkuyoruz?
Orada olmam şaşırtıcı geliyordu onlara. Neden buraya geldin diye çok soruldu. Newroz içindi. Konuşmak içindi. Anlamak için. Konuştum, dinledim. Çağrılar da umut varken temkinlilik de vardı, burukluk da vardı ses tonlarında. Korku da vardı.
“Söylediklerim yüzünden içeri de atılabilirim, aman yazma, ismim geçmesin.” diyorlardı bazen
“Bu (..) şekliyle yazıldığını gördüm, çok üzüldüm. Sen iyisi yazma. İnsanları incitebilir.” diyorlardı
“Neden burada yapılanlar çok abartılıyor, farklılaştırılıyor. Her yerde olağan olan bir şey, burada yapılınca farklı adlediliyor. Bu şekilde tanınmasını istemiyoruz. Öyle yazmayın, lütfen. Başka bir yerde Diyarbakır’ın Nietzsche’si yazmışlar, onu gördük mesela. Burada hiç iyi bir şey yapılamazmış gibi efsaneleştirilerek anlatılıyor. ”
“Tek başına mı geldin, arkadaşın yok mu yanında?” diyorlardı
“Bu sokaklar tekin değil, daha ileri gitme, orası daha kötü.” ile beni korumak istiyorlardı
“Yolun kenarından yürüsen iyi olur, dikkat et.”
“Oraya gitmesen olmaz mı, başka yere git.” diyorlardı
Haber ve Fotoğraflar: Büşra Akman
Editör: Alper Tolga Akkuş
(Yeşil Gazete)