EkolojiManşet

Denizden su arıtma: Hem maliyetli hem çevresel tahribat nedeni

0

Kuraklıkla gündeme gelen deniz suyunun içme suyu olarak kullanılması konusunda Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu, artan nüfus ve iklim değişikliğiyle tatlı su kaynaklarının giderek azaldığını anlattı.

Su ihtiyacını karşılamaya yönelik Akdeniz ve Ortadoğu havzasında birçok ülkenin başvurduğu bir yöntem olan deniz suyunun arıtılmasının birkaç aşaması bulunduğunu belirten Salihoğlu, şu bilgileri paylaştı:

“Önce suyu denizden alıyorsunuz, sonra bir ön arıtmadan geçirmeniz gerekiyor. Bunun içinde kirleticiler olabilir, canlılar olabilir, kireç olabilir. Ondan sonra tuzdan arıtma prosesine geçiliyor. Sonrasında içme suyu haline getirecek dezenfekte yöntemi kullanılıyor. Daha kirli bir su kullanıyorsanız ya da içinde biyolojik faaliyetlerin çok olduğu bir su kullanıyorsanız ön arıtma maliyetleri artacaktır. Daha temiz ortamlardan alınan su, tercih konusu.”

Suyun çekildiği noktanın, dip habitata zarar verilmemesi için, açık denizlerden ve orta derinlikten seçilmesinde fayda olduğunu işaret eden Salihoğlu, suyun çekildiği bölge kadar arıtma sonrası ortaya çıkan yoğun tuzlu suyun nereye verileceğinin de tartışma konusu olduğuna değindi.

Fotoğraf: Hassan Jedi / AA

‣ Desalinasyon susuz kentlere çare mi?
‣ Desalinasyon İstanbul’un susuzluğuna çare olamaz

Deniz habitatına etkileri

Atık suyun tuzluluğunun, doğal tuzluluğun iki katına kadar çıkabildiğine dikkati çeken Salihoğlu, sürecin yol açtığı dezavantajlardan bahsetti:

Çok aşırı tuzlu bir sudan bahsediyoruz. Bu tür tesisler başka endüstri tesislerine yakın kurulabiliyor. Bu su denize verilmeden, soğutma suyu olarak kullanılıyor ve sıcaklığı da artıyor, daha asitli hale geliyor ve içindeki kimyasal oranı artabiliyor.

Yüksek tuzluluğun deniz canlılarına verdiği etkiyle ilgili çalışmalara yoğunlaşıldığını açıklayan Salihoğlu, Mısır gibi bu uygulamanın sınırlandırmalarının çok olmadığı bölgelerde tuzlu suyun deniz çayırlarında, deniz tabanında çok hızlı hareket edemeyen ya da hiç hareket etmeyen canlılara ciddi zarar verdiğini ifade etti.

Deniz ekosistemine en büyük zararı artan sıcaklık ve tuzluluğun verdiğini biliyoruz. Atık suyun denize verilmeden dinlendirilmesi, yüksek sıcaklıklarda denize verilmemesi, daha az canlının yaşadığı habitatlara verilmesi gerekir. Gidip bir mercanın, deniz çayırlarının üzerine vermekle, taşlık, daha az canlının yaşadığı bir alana vermek arasında çok büyük farklar var. Yaptığımız model çalışmaları, bunu yaygın şekilde difüzörle biraz derin denizde orta noktalara verilmesinin derin deniz habitatlarına daha az zarar verdiğini gösterdi.

Yeni düzenlemelere göre bu tür tesislerin karbon salımına karşı yenilenebilir enerjiyle çalışması gerektiğini aktaran Salihoğlu, tesislerde güneş ve rüzgar enerjisine yönelmenin birinci şart olduğunu vurguladı.

Türkiye‘nin su kaynakları konusunda çok dikkatli davranması gereken bir ülke olduğunu, doğru su politikalarıyla su sorununun aşılabileceğini dile getiren Salihoğlu, deniz suyunun arıtılmasının bölgesel seviyede uygulanabileceğini dile getirdi.

Fotoğraf: Zafer Akpınar / AA

Yatırım ve işletim maliyetleri

Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Çevre Teknolojileri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Azize Ayol da özellikle membran teknolojilerinin gelişmesiyle ters osmoz sistemlerinin deniz suyunu arıtmada ön plana çıktığını kaydetti.

Prof. Dr. Ayol, şunları söyledi:

Deniz suyunun tuzsuzlaştırılması ve deniz suyundan içme suyu arıtma yöntemleri, buharlaştırma teknolojilerinden membran teknolojilerine doğru evrildi. Bu yöntemle tamamen suyu tuzsuzlaştırabiliyorsunuz. Suyun içindeki kirleticiler tamamen membran teknolojileriyle basınçlı bir şekilde suyu besleyerek tuzsuzlaştırıyor ve içme suyu elde edebiliyoruz.

Ayol, bu tür tesislerin dünyanın birçok ülkesinde uzun zamandır işletildiği, İsrail, Suudi Arabistan, İspanya, Kanarya Adaları, ABD ve Avustralya‘da kullanıldığı bilgisini vererek Türkiye’de de Avşa Adası‘nda deniz suyunu arıtan bir tesis olduğunu hatırlattı.

Deniz suyu arıtma tesislerinin büyük maliyetler gerektirdiğine vurgu yapan Ayol, şöyle konuştu:

Suya ihtiyacınız varsa ve susuz bir ülkeyseniz yatırım maliyetleri olsa da bunu kurmanız gerekiyor çünkü suyunuz yok. Maliyeti, enerji ihtiyacının karşılanmasıyla da alakalı olarak bölgeye göre değişiyor. Tesis kapasitesi ne kadar büyük olursa ilk yatırım bedelleri de bununla birlikte azalıyor. Kullandığınız membran, enerji hatlarına yakın olması, tesisin kurulduğu yer ve konum kurulum maliyetlerini etkiliyor.

Alınan deniz suyunun kalitesinin de önemli olduğunu aktaran Ayol, bu tesisler için farklı ön arıtmalar uygulandığını, deniz suyunun içindeki farklı materyallerin ayrıldığını ve sonra beslendiğini belirterek, bunların ilk yatırım maliyetlerini etkileyen süreçler olduğunu ifade etti. Ayol, membran teknolojisi çok hızlı geliştiğini ve bu gelişmelerle maliyetlerin de düştüğünü ekledi.

Fotoğraf: Mustafa Hassona / AA

Yatırım maliyeti dışında işletim maliyetine de değinen, 1 metreküp temiz su için işletim maliyetinin 0,3 ile 0,9 dolar arasında değiştiğini kaydeden Ayol, “Suyun içindeki tuz miktarına bağlı olarak elde edeceğimiz temiz su miktarı da farklılık gösteriyor. Genelde yüzde 50-60 oranında temiz su elde ediyoruz. Geri kalan kısım konsantre akımı oluşturuyor. Bu suyu ayrıca arıtmamız ve işlememiz gerekiyor. Gelişen teknolojilerde bu konsantre akımdaki hidrostatik basınçtan yararlanarak enerji elde edilmesi ve bunun, tesisin işletiminde kullanılması mümkün. Enerji verimliliğine sahip tesisler kurulduğunda maliyet düşüyor.” diye konuştu.

Ortaya çıkan atık konsantre suyun kesinlikle arıtılması gerektiğini vurgulayan Ayol, şunları söyledi:

Daha tuzlu, konsantre hale getirdiğiniz bir atığı denize vermek zorundasınız. Bunun için farklı yöntemler var. Yakınlarda endüstri tesisi varsa onların soğutma suyuyla karıştırarak seyreltip denize verebilirsiniz. Yaygın olarak kullanılmaya başlanan yöntem ise suyu uzun süre mümkün olduğunca atmamak, kapalı devrede kullanmak.

Türkiye’nin “su stresi” yaşayan bir ülke olduğunu söyleyen Ayol, Türkiye’nin içme suyu ihtiyacının yıllık yedi-sekiz milyar metreküp olduğunu, mevcut kaynaklarla bu ihtiyaç sağlanabilse de kıyı bölgelerde, özellikle yaz aylarında dönem dönem sıkıntı yaşanabildiğini ve bu tür yerlerde deniz suyunun arıtılması yönteminin uygulanabileceğini belirtti.

Prof. Dr. Ayol, deniz suyunu arıtma teknolojisinin Türkiye’de yaygınlaşması hakkında ise “Çok kritik bir ihtiyaç değil, bizim için şu anda konvansiyonel su kaynaklarının kullanılması, kayıp kaçakların önlenmesi, su kaynaklarının daha tasarruflu, verimli kullanılması önemli.” dedi.

More in Ekoloji

You may also like

Comments

Comments are closed.