aatauz@yahoo.com
Bunca yoksulluk varken, bunca savaş, bunca şiddet, bunca ölüm, bunca acımasızlık ve açlık, bunca hırsızlık ve yağma, bunca ayrımcılık ve eşitsizlik… Bunca avcılık ve hayvanlara-bitkilere, derelere-dağlara ve toprağa-tohuma ihanet ve düşmanlık varken “sen nasıl oluyor da hala demokrasi gibi bir lüks ya da olmayacak bir şey üzerine yazıyorsun” diyebilirsiniz. Ya da olmasıyla olmamasının hiçbir farkı olmayacak, düzgün işler gibi görünse de bozulacak ve dejenere olacak demokrasi neden önemli olsun? Demokrasi karın doyurur mu? Demokrasi kötülükleri önleyebilir mi? Demokrasinin anavatanları olan İngiltere’de, Fransa’da ve ABD’de gördüklerimiz bir farstan ya da acıklı güldürüden öte bir şey mi?
Hadi ülke olmadı diyelim, kent düzeyinde, küçük topluluklar düzeyinde işleyebilecek/ sürdürülebilir bir şey olsaydı, kent insanının icat ettiği ve milattan epey önceki yüzyıllar boyunca uyguladıkları demokrasiden buraya mı gelirdik?
Eğer bu sorun üzerine düşünmekteyseniz her birinin yanıtı ya da tartışılabilir düzeyde farklı bir açıklaması var elbette. Ama böyle bir tartışmaya girmeden bu defa da soruları tersinden soralım: Eğer gerçekten bir demokrasi olsaydı AKP çeyrek yüzyıldır iktidarda olabilir miydi, Amerika’da “kayıkçı dövüşü” biçiminde devam eden seçim yarışı böyle mi olurdu? Hitler, Netanyahu seçimleri kazanıp iktidara gelebilir miydi ya da Putin sonsuza kadar despotluğunu ilan edip, komşularına saldırabilir miydi? Hatta Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde turuncu liste kazanabilir miydi?
Bu tür sorulara nasıl yanıt verilebilir? Sanırım verebileceğimiz tek yanıt “eğer o ülkelerin halkları bu tür oluşumlara izin veriyorlarsa olur, izin vermezlerse olmaz” olacaktır. Peki, izin vermeyecek ya da verdiği izinlerin nasıl kullanıldığını izleyecek bir halk olabilir mi, olacaksa bunu nasıl, hangi ortamda yapabilir?
Bu ortamın, bu politik iklimin ya da ideolojik atmosferin adı da demokrasi olacaktır. Ancak bu defa da “nasıl bir demokrasi?” sorusunu yanıtlamamız gerekecek.
Demokrasinin içinde demos’un yerini milattan 8-7-6 yüzyıl önce bu topraklardaki kentleri yönetirken kendi koşullarına göre deneyimlemiş olan Anadolulu kardeşlerimiz veya aynı yurdu/ coğrafyayı paylaşmış olduğumuz anlamda yurttaşlarımızdan başlayarak incelemek için gecikmiş olabiliriz. Ama yine de çok geç değil. Başka koşullar, başka konjonktür ve başka bir değerler sistemi içinden bugüne katılımcı demokrasiyi ya da despotik ülke/ kent yönetimlerini gözden geçirmek/ karşılaştırmak kuşkusuz önümüze çok kapsamlı ve aynı derecede çok ilginç pencereler açacaktır. Ancak bunu çalışma programımızın bir köşesine yazmakla yetinmek durumundayız.
Şimdilik sadece belediye seçimleri kadarını düşünmekle yetinebiliriz. Kentlerin hemşerileri olarak adaylardan daha da çok adayların bağlı olduğu siyasi örgütlerden, programlardan neler bekleyebiliriz/ neler beklemeliyiz? Bir hemşeri olarak bu programların oluşumuna katkıda bulanabilseydik bu programlara nelerin girmesini isterdik?
Dahası, seçimi kazanan herhangi bir belediye yönetiminin yaptıklarını ve yapmadıklarını nasıl izleyeceğiz/ değerlendireceğiz? Kendimizi şimdiden kaynakları nasıl kullandığı veya kullanmasının kamusal yarar sağlanması açısından daha doğru olabileceği üzerine bir tartışmaya hazırlamalıyız. Bizden başlayacak tek yönlü bir “katılım” anlayışını benimsemek ve belediyeleri çeşitli türlerde katılımımıza zorlamak belki hiçbir pozitif kazanım sağlamaz; ama yine de kazanabileceğimiz şeyler var.
*
Yönetimleri demokrasiye ve katılıma zorlayan direniş süreçlerini çeşitli nedenlerle ve dolayımlarla, güçlüklerle ya da çok daha fazlasıyla yaşamış olanlar, bu bilgilerini ve deneyimlerini bir araya getirerek belki çoğaltabilirler. Türkiye’de katılımcı demokrasinin gelişmesi için kuramsal ve uygulamalı bir alanı genişletmek gerektiğini düşünen herkesin yerel yönetim seçimleri öncesinde belediyelere, kentlere ve kentlilere bu gözle ve bu arayışla bakmasındaki yararın altı çizilmelidir.
Katılımcı demokrasiyi kendimiz için, bütün kentliler için, ülkemizin insanları için ve iklim değişikliği sürecine girmiş dünyanın bütün halkları için önemsememiz gerekiyor. Katılımcı süreçlerin bazen çok zor bazen verimsiz bazen olağanüstü sabır gerektiren belki kısa erimde hiçbir getirisi/ kazanımı olduğunu göremeyeceğimiz bir süreç/ bir arayış olabileceğini biliyorum.
Bununla birlikte Türkiye’nin, dünyanın içinde bulunduğu durumu ve hiçbir şey yapılmazsa varabileceği yeri/ yerleri ve durumları düşündükçe zorluklarına rağmen ve olumlu hiçbir ödülü olmasa da daha iyi bir seçenek düşünemediğimden katılımcı demokrasi için çabalamaktan başka bir yol öneremiyorum.
Çünkü başaramazsak bile katılımcı demokrasi uğraşında yine de bazı kazanımlar olabilir:
Bireyler, küçük veya büyük topluluklar,
ve böylece içinde kıstırılmış gibi duyumsadığımız cendereyi/ istila edici dogmayı ve despotik demokrasiyi (ya da seçimli diktatörlüğü) sarsan, en azından rahatsız eden bir mecra açabileceklerdir.
Katılımcı demokrasi için yapılacak bütün arayışlar hemen ve herkesin kendi bilgisine/ hünerine göre başlatacağı kıvılcımlarla karanlığı delebilecek/ aydınlatabilecek güçte olabilir.
Bu keşfedici çaba, kamusal alanın nasıl kurulacağı ve nasıl olmasını istediğimizle ilgili bir arayış olacağı için, herhangi bir yerden, herhangi bir zamanda ve biçimde, herhangi bir esprinin demokrasisine göre biçimlenebilecek bir serüven olarak da düşünülebilir.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…