‘Nükleer santrallerin tehlikeli, radyoaktif atıklar meselesinin çözümsüz, kazaların bilançosunun ağır olması ve yeryüzünün gereksiz radyasyona bulanması bir yana, emisyon azaltımının çok azını nükleer santrallerle yapmak için bile 2050’ye kadar yılda 40 yeni reaktör yapılması gerekiyor. Nükleer enerjinin iklim değişikliği tartışmasında hiçbir yeri yok.’
Game of Thrones’u bile tahtından indiren yeni dizi fenomenimiz Çernobil, 33 yıl önceki büyük felaketi bütün detaylarıyla yeniden gündeme getirdi. Böylece bir zamanlar böyle bir kaza olduğunu duymuş olan ama içyüzünü bilmeyen genç kuşakların yaşananlardan haberi oldu. Aslında o yılları yaşayanlar ve iyi kötü bilenler de çok şey öğrendi, hem dramatik anlatının gücü nedeniyle, hem de dizinin çok iyi çalışılmış bir senaryo ile, bence mükemmel bir prodüksiyonla çekilmiş olmasından dolayı. Reaktörün, kontrol odasının, kaza anının ve sonrasının, hatta Pripiyat’ın bu kadar kusursuz yansıtılması etkileyiciydi.
Bu arada diziyi “Amerikalıların” yapmasına ve neticede “sosyalist bir devletin” eleştirilmiş olmasına kızan çok oldu; hatta meseleye “soldan” bakan yazarların bir kısmı işi nükleerci dezinformasyona katılmaya dek vardırdı. Kendi adıma bu tartışmalarla pek ilgilenmiyorum, ama nükleere sempatiyle ya da kerhen de olsa bir zorunluluk olduğunu düşünerek olumlu yaklaşanlar, olayın arka planını iyi araştırmamış iseniz cevaplanması zor sorularla karşı karşıya kalmanıza neden olabilir. O nedenle eski ve yeni nükleerci manipülasyonlara soğukkanlı cevaplar vermek önemli. Son yılarda kullanılan nükleer yanlısı argümanların en önemlisi de iklim kriziyle ilgili.
‘Nükleer Rönesans’
Üstelik bu argüman o kadar önemli ki, 1986’da yaşanan Çernobil felaketinden sonra çöküşe geçen ve 2011’de yaşanan Fukuşima felaketinden sonra işi tamamen biten (hatta bence bu son popüler diziyle tabutuna son çivi de çakılan) nükleer endüstrinin nihai kurtuluş stratejisi iklim kriziyle ilgili(ydi). Dünyada nükleer santral yapan ve işleten, devletlere ait veya devlet desteğiyle yolunu bulmaya devam eden az sayıdaki nükleer enerji şirketi ve bunların güdümündeki uluslararası kuruluşlar son 10-15 yıldır “iklim değişikliğine çözüm biziz” propagandasına dayalı bir “nükleer rönesans” stratejisi uyguluyorlar. Hatta Almanya’da Merkel hükümetinin Fukuşima öncesinde (Yeşiller’in hükümetteki en büyük başarısı olan) nükleerden çıkış kararını geri almaya kalkmasının arkasında bu propaganda vardı. (Ama tabii büyük protestolarla karşılaşınca ve üzerine bir de Fukuşima patlayınca hemen çıkış takvimine geri döndüler.) Nükleer endüstri, nükleer reaktörü iklim müzakerelerinde “temiz enerji” olarak kabul ettirmeye de çok çalıştı, ama neyse ki başaramadılar.
Nükleerin iklim değişikliğinin çözümü olduğu iddialarının ne kadar büyük bir yalan olduğunu anlamak kolay. Sadece birkaç arka plan bilgisini bilmek ve birkaç hesap kitap yapmak yeterli. Aslında nükleere karşı olmak için nükleer santrallerin ne kadar tehlikeli, radyoaktif atıklar meselesinin nasıl çözümsüz olduğu; nükleer endüstrinin yalanlar üzerine kurulduğu; nükleer kazalar nedeniyle hayatını, yakınlarını ve sağlığını kaybeden yüz binlerce, milyonlarca insanın ve onca canlının çektikleri ve neticede yeryüzünün gereksiz yere radyasyona bulanmış olması yeterli, ama şimdilik bunları bir yana bırakarak, adım adım birkaç hesap yapalım:
Çalışan 417 reaktörün yüzde 60’ı, 30 yıldan yaşlı
Demek ki nükleerin iklim değişikliğiyle mücadeleye küçük bir katkı sağlayabilmesi için yılda 40 yeni reaktör yapılması gerekiyor. Bu da son on yıldaki yıllık yapım hızının 8’e katlanması anlamına geliyor.
Bankalar kredi vermiyor
Yeni nükleer santrallar bugün neredeyse sadece Çin, Rusya ve Hindistan’da, çoğunlukla Çin, Rusya, Kore ve Fransa devlet şirketleri tarafından yapılıyor. Doğrudan devlet desteği ve finansmanı olmadan yapılabilen herhangi bir özel sektör santrali yok. Çoğu yatırım bankası artık nükleere kredi vermiyor. Çünkü nükleer en pahalı yöntemlerden biri. Yeni bir nükleer santralden elektrik üretmeye kalkmak bugün rüzgârdan, güneşten çok daha pahalıya geliyor. Bu kadar çok sayıda yeni reaktörün sadece finansman bulunamayacağı ve üretilecek elektriğin maliyeti çok fazla olacağı için bile imkansız olduğunu görebilirsiniz. Buna uzun yapım sürelerini da eklerseniz zaten 2050’ye kadar bu kadar çok yeni reaktör yapmak mümkün değil.
Bu resme enerji politikalarını da ekleyebilirsiniz. Bir zamanlar önemli nükleer teknoloji ülkelerinden biri olan Almanya 2022’de tamamen nükleerden arınıyor. Aynı şekilde Belçika, İspanya, Tayvan gibi birkaç ülke daha nükleerden çıkış stratejisi izliyor. Halen elektriğin yüzde 71’ini nükleerden elde eden Fransa bile bu oranı 2025’e kadar yüzde 50’ye indirmeye karar verdi. Çin’in, Rusya’nın ve bir iki hevesli ülkenin nefesinin de parasının da yetmeyeceği açık.
Tabii bir de uranyum ve aslında karbon emisyonunun sıfır olmaması meselesi var. Halen mevcut uranyum rezervlerinin büyük kısmı Kazakistan, Kanada, Avustralya, Nijer, Namibya, Rusya ve Özbekistan’da. Nükleer enerji aslında oldukça marjinal kaldığı için hâlâ rezervler çok fakir değil ve cevherdeki uranyum oranı ortalamada binde 1,5 civarında. Ama yapılan hesaplara göre mevcudun 2-3 katı reaktör çalışır hale gelirse daha fakir cevherlerin de çıkarılması gerekecek, bu da karbon yoğun bir iş olan uranyum madenciliği ve yakıt hazırlama işinin daha karbon yoğun ve daha pahalı hale gelmesine neden olacak. Nükleer endüstrinin kilowattsaat başına 10-30 gram olarak verdiği nükleerin karbon dioksit emisyonunu madenciliği de hesaba katarak 50-100 grama kadar çıkaran hesaplar var. Karşılaştırma için, tipik bir doğal gaz santralinde bu rakam 350 gram. Eğer uranyum ihtiyacı artarsa 2070’e kadar nükleer enerjinin karbon emisyonunun doğal gaza yaklaşacağını hesaplayan çalışmalar var.
Ama bunları bir yana bırakıp nükleer enerjiyi sıfır emisyonlu bile kabul etseniz hesap açık. Doluya koysanız almıyor, boşa koysanız dolmuyor. Nükleer enerjinin iklim değişikliği tartışmasında hiçbir yeri yok. Çernobil dizisi bize nükleer endüstrinin yalanlar üzerine kurulu olduğunu bir kez daha hatırlattı. Nükleerin iklim değişikliğine çözüm olduğu da bu katmerli yalanlardan birisi daha işte. Hepsi bu.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…