(Babil’den Sonra) Bağlamanın Tanpınar’ı Talip Özkan

İzmirli müzisyen Salih Nazım Peker, Talip Özkan’ın hayata veda edişinin ardından kaleme aldığı “Bağlamanın Ölümsüz Tezenesini Yitirdik. Nerelere gidigodun goc’efemmm?” yazısında onu bağlamanın Tanpınar’ı olarak niteliyordu.

Salih Nazım Peker yazısında “…Talip Özkan, Ahmed Hamdi Tanpınar’ı ne kadar tanır ve severdi bilmiyorum. Ama ben Talip Özkan’ı, bağlamanın Tanpınar’ı olarak görüyorum. Tanpınar, “aruzla hece veznini Dicle ve Fırat kadar kardeş” gören ustası Yahya Kemal’i izleyerek, Klasik Türk Musıkisi ve Türk Halk Müziğini karşıt uçlara yerleştirmekten kaçınmış ve bu iki musıki arasında mütemadiyen bir kardeşlik aramıştı ya? Talip Özkan da bağlamayla tanbur arasında bu kardeşliği hep gördü ve yaşattı. Bağlamacılığının yanında tanburiliği epey amatör sayılabilir, ancak bakış açısındaki bütünsellik çok önemlidir. Entelektüel birikimden süzülen bu bütünsellik, üstadın bağlama icrasındaki klasik etkilerde ve “L’art du Tanbur” albümünde açıkça görülür. Tanpınar’ın Huzur adlı romanındaki Tevfik Bey, 1918 İstanbul’undaki işgalci istimbotlarının arasından sırasıyla bir gazel, Şakir Ağa’dan beste, Hacı Arif Bey’den iki şarkı söyleyip, hüzünlü bir maya tahtında Boğaziçi ile Bingöl dağlarını öpüştürür, sonra da “eğer bu gece bir zeybek oynayamadan yatarsam hasta olurum” der. Kayıkçı Yani ve İstratos dâhil, kayıktaki herkes buna ağlar. Talip Özkan benin Tevfik Bey’im işte…” diyordu.

Ben de tıpkı Peker gibi Talip Özkan’ın müziğini çağdaşlarından farklı kılan en önemli unsurun, entelektüel birikimi sayesinden Klasik Türk Müziği ile Türk Halk Müziğini aynı potada eritebilmesi olduğunu düşünüyorum.

Talip Özkan’ı bu bütünselliğe ulaştıran entelektüel birikim nasıl oluştu?

Yazılı edebiyatın fazla yer tutmadığı Anadolu tarihinde, halk edebiyatı genellikle sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarıldı. Anadolu halk türküleri de uzun yıllar bu biçimde varlığını sürdürdü.

1939 yılında Denizli’de doğan Talip Özkan ozanlığın, sanatçılığın kuşaktan kuşağa aktarıldığı Anadolu’da, ailesinden hiç kimsenin sanatla uğraşmamış olmasına rağmen küçük yaşlarda Türk Halk Müziği’ne yöneldi. Lise yıllarında Muzaffer Sarısözen ile tanıştı.

1957 yılında Ankara Radyosu’nda kadrolu olarak çalışmaya başladı. İlk önce koroya girdi, sonra sırasıyla enstrümantalist, solist, koro şefi ve pedagogluk yaptı. 1960 yılında İstanbul Radyosu’na geçti.

Özkan müzik hayatı boyunca, Türk halk müziğinin kökenlerini araştırdı, büyük bir merak ve çabayla bütün ulusal türkülerimizi inceledi. Hiçbir kayıt aracı kullanmadan Osmanlı müziğinin temellerini araştırdı ve 7000 parçalık bir katalog hazırladı.

Kendisi de Yörük ve Avşar olan Talip Özkan özellikle Yörük ve Avşar türkülerini inceledi ve derledi. Türk halk müziğini daha iyi analiz edebilmek için diğer halk müziklerinin ilk dönemlerini araştırdı.

Tatarlardaki söyleyiş biçiminin Kırım’da ve bazı Bulgar topluluklarında hala izlerinin sürdüğünü buldu. Öz Türkçe‘de “Kendisi için şarkı söylemek” anlamına gelen “ırlamak”ın, şimdiki Türkçe ile “Türkü söylemek” eyleminin kökenlerinin Asya’ya dayandığını, Osmanlı saraylarında söylenen klasik türde söyleyiş biçiminin de Asya kökenli olduğunu belirledi.

Talip Özkan, 1977 yılında Fransa’ya yerleşmeye karar verdi. Paris Konservatuvarı’nda eğitmenlik yaparken Paris 8. Üniversitesi’nde önce müzikoloji ve sonra da etnomüzikoloji doktorası yaptı. Rotterdam Üniversitesi’nde Türk Halk Müziği dersleri verdi. Aynı okuldan emekli oldu.

Dünyanın birçok yerinde çok sayıda konserler yaptı. Çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Avrupa sanat çevrelerini derinlikli müzik bilgisi ve doğaçlama yeteneğiyle etkiledi.

Birçok değişik telli çalgı ile yaptığı ilk albümünü 1986’da Mysteries Of Turkey (Türkiye Anıları) Radyo France- Occora’dan çıkardı. Bu albümde dut ağacından gövdesi ve köknar ağacından sapı olan 6 telli bir saz kullandı.

Talip Özkan adını ilk kez bu albümü dinlediğimde duymuştum. 1993 senesiydi. Sivas’ta öldürülen aydınlardan müzisyen Hasret Gültekin için eşi Yeter Gültekin, Hasret’in kardeşleri, ailesi ve arkadaşları İstanbul’da bir vakıf kurmaya çalışıyorlardı.

O yıllarda Ruhi Su Dostlar Korosu’na devam ediyordum ve vakfa da katıldım. Beyoğlu- İstiklal Caddesi üzerindeki vakıf binasında uzun yıllar hep beraber çalıştık. Sivas’a, Hasret’in köyü olan Hanköy’e gittik. İstanbul ve Almanya’da vakıfla dayanışma konserleri düzenledik; resim sergileri açtık; Hasret’in sağlığında kaydedilen türkülerini toparladık, yayımladık; bir kültür-sanat dergisi için çalıştık. Talip Özkan da vakfın destekçilerindendi ve öğrencisi olan Hasret için Avrupa’da yapılan dayanışma konserlerinde yer aldı.

Daha sonra The Dark Fire (Kara Yangın) albümü Axıon etiketiyle yayımlandı. 1993’de Turquie, L’art vivant de Talip Özkan ve 1994’de L’art du tanbur albümleri Radyo France- Occora tarafından yayınlanan Özkan’ın Yağar Yağmur albümü de 1997’de Kalan Müzik etiketiyle Türkiye’ de yayınlandı. Talip Özkan çok sayıda albüme de bağlamasıyla katkıda bulundu.

Talip Özkan bağlamada “taramalı tezene” ve seri parmak hareketleriyle bilinen “Şelpe” tekniklerini geliştirdi. Bu teknik bugün birçok bağlama sanatçısı tarafından kullanılıyor.

Talip Özkan’ın bu yeni geleneksel halk müziği tarzının önemini özellikle belirtmek istiyorum. Eğer kendinden önceki müzisyenleri taklit etseydi, bu kadar geniş bir bakış açısı, değişik teknikleri birleştirme yeteneği ve derinlikli bir müzik kültürü olamayacaktı belki de. Talip Özkan müziğe karşı şüpheyle bakarak her şeyi irdeledi ve halk müziğini kendi içinde çok iyi harmanlamasını bildi.

1977 yılında yurt dışına çıkan sanatçı 23 yıl sonra 2000 yılında ilk kez ülkesine geldi. Dostlarıyla hasret giderdi. Konserler yaptı. CRR’de yapılan bir dinleti sonrasında ilk kez Talip Özkan’la tanışma şansım oldu. Artık parmaklarını eskiden olduğu gibi hızlı kullanamamaktan şikâyet ediyordu.  Ama yine de de ülkesinde, dostlarının arasında olmaktan duyduğu mutluluk yüzünden okunuyordu.

Bu tarihten sonra Paris-İstanbul arasında mekik dokudu. Bu arada hastalığı iyice ilerledi.

Halk müziğimizin usta sanatçısı Talip Özkan 27 Mayıs 2010 günü hayata veda etti. 29 Mayıs 2010’da İzmir’den son yolculuğuna uğurlandı. Bugün Urla’daki gömütlüğünde yatıyor.

Talip Özkan’ın yaklaşık 60 yıla yayılan sanat hayatını bir gazete yazısına veya bir radyo programına sığdırmama imkân yok elbette. Her yıl bugünlerde Açık Radyo’da ona yer vermeye çalışıyorum. Benim çağlar içerisinde çok çeşitli kültürlerden etkilenip- gelişip, bugünlere gelen Türk Halk Müziğine bakışımı Ruhi Su’dan sonra en çok etkileyen ikinci insan olan Talip Özkan’a bu hafta da Açık Radyo’da Babil’den Sonra programımda yer verdim. Programı buradan dinleyebilirsiniz.

Değeri yeteri kadar bilinmeyenlerdendi

Talip Özkan’ın birçok sanatçı gibi yaşarken de hayata veda ettikten sonra da ülkemizde yeterince değerinin bilinmediğini düşünüyorum. Yakın dostları, öğrencileri onu gerçekten sevdiler ama gönül isterdi ki ülkesinde kalabilseydi ve çalışmalarını bu topraklarda sürdürebilseydi. Olmadı. Uzun yıllarını gurbette, Paris’te yaşamak zorunda kaldı… Ölümünden sonra bugün konservatuvarlarımızda onun adına kürsüler açılmış olsaydı; gençler onun çalışmalarından da yararlanıp halk müziğimizi evrensel bir çizgiye taşıyabilseydi. Her yıl bir dizi etkinlikle çalışmaları gündeme yeniden taşınabilseydi. O da yapılamadı. Sadece İzmir’de kızı Aybala ve oğlu Tarkan’ın çabasıyla anma konserleri yapılabildi. Bu yıl Mayıs ayında ona dair bir anma yapılamadı ne yazık ki.

Türkiye toplumunun Usta’ya gecikmiş bir borcu var. Umarım bu yıl Ağustos ayında, doğum gününde kamuya açık konserler, söyleşiler yapılabilir. İzmir Belediyesi’ne bu yıl ustanın 80. doğum günü olan 2 Ağustos’ta İzmir veya Urla’da bir konser yapılmasını teklif etmeyi düşünüyorum. İstanbul’dan Çetin Akdeniz ve Mavi Nota Halk Türküleri Topluluğu davet edilmeleri halinde konsere katılabileceklerini ifade ettiler. Kim bilir, belki de her yıl yapılacak bir dizi etkinliğe de vesile olur bu konser. Umarım İzmir konserini, sonraki yıllarda Denizli ve İstanbul’da yapılacak konserler- anma etkinlikleri takip eder.

Ercüment Gürçay