Ankara'nın iklim gündemiManşetRöportaj

[Ankara’nın iklim gündemi-8] TİP: Yaşanabilir bir ülke ve doğa için AKP’den kurtulmalıyız

0

Röportaj: Hilal KÖYLÜ

*

Çevre ve iklim politikaları konusunda AKP iktidarına en sert eleştirilerde bulunan parti olarak bilinen TİP, yaklaşan seçimler öncesinde toplumun tüm kesimlerinin iktidara karşı sesini yükseltmesini. aksi halde Türkiye’de geri dönülmez çevre katliamları yaşanacağı uyarısında bulunuyor.

TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, iktidarın çevre politikalarının ülkede yarattığı tahribata dönük tespitlerini ve bunlar için düşündüklerini çözüm önerilerini Yeşil Gazete’ye anlattı.

‘Şirketlerin yararı, üstün kamu yararı oldu’

Hilal Köylü: Türkiye’de çevre alanında tam olarak ne yaşanıyor?

Sera Kadıgil: Türkiye’nin en önemli ekolojik sorunu, kazanç odaklı yönetim ve yaklaşım. Talan ve karşı mücadele başlıklarına baktığımızda kömüre dayalı enerji politikaları ve madenler özellikle öne çıkıyor. Aslında ülkemizdeki ekolojik sorun başlıkları çorap söküğü gibi birbirinin ardına takılıyor. Hiçbir başlıkta olmadığı gibi bu alanda da toplum yararına, doğayı gözeterek bütünlüklü, planlı bir yaklaşım içinde olunmadığından, şirketlerin yararına ne gerekiyorsa o adımlar atılıyor. Ne yazık ki ormanları, meraları, denizlerimizi, kıyılarımızı koruyan ne yasa varsa onlar da eğilip bükülüyor. Özellikle enerji ve madenler bir sorun başlığı dedik. Bu ve benzeri başlıklar “üstün kamu yararı” denilerek karşımıza getiriliyor.

Bizim öncelikli politikamız, yaşanacak bir dünya ve ülke bırakmak olacak. Bundan taviz verecek lüksümüz asla yok. Sonrasında mutlaka bütünlüklü bir planlama yaklaşımını ortaya koyacağız.

‘Saray rejiminden kurtulmadan Paris Anlaşması uygulanmaz’

Paris İklim Anlaşması’nı AKP iktidarının uygulaması mümkün mü?

Paris İklim Anlaşması TBMM’ye geldiğinde de yaptığımız konuşmada bu anlaşmayı olumlu gördüğümüzü, hatta anlaşmayı imzalayan sondan beşinci ülke olduğumuzun utancından bahsetmiştik. Sonuç olarak “evet” oyu kullandık, ancak bu anlaşmanın da diğer uluslararası sözleşmeler gibi olmaması için yapılacak şey saray rejiminden kurtulmak olmalı. Çünkü tek adamın iki dudağından çıkanlarla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Bu anlaşmanın da akıbetinin aynı olmaması için mücadele etmeye, takibe devam edeceğiz.

AKP iktidarının ise Paris İklim Anlaşması’nı meclise getirmesini samimi bulmuyoruz. İyi niyet beyanları verildi, türlü “yeşil” kalkınma fonları kovalanıyor ama hala kömüre dayalı enerji politikası terk edilmiyor, madene açılacak araziler üzerinde ne varsa feda ediliyor, ağaç kesimleri orman varlığımızı yok edici boyutlara ulaştı. Şırnak’ta yedi ayda kentteki orman alanının %7’si yok edildi. Tüm bunları ortaya dökünce bu iktidar zaten bu anlaşmayı hayata geçiremez. Ekoloji ve iklim aktivistleri, dernekler, dayanışmalar, ağlar ve bizler iklim odaklı yapılacakların teminatı olabiliriz ancak.

‘Tüm nükleer santral anlaşmaları iptal edilmelidir’

Nükleer santraller temiz enerji olabilir mi? Akkuyu için planınız nedir?

Nükleer enerji konusunda ikircikli bir yaklaşımımız yok. Net bir biçimde ülkemizde kurulmak istenen nükleer santral projelerinin karşısındayız. Mersin ve Sinop il örgütlerimiz illerdeki nükleer karşıtı platformların içindeler, bu projelere karşı mücadele veriyoruz. Nükleer enerjinin de sadece karbon emisyonu göz önünde bulundurularak temiz enerji olarak adlandırılmasını yanlış buluyoruz. Nükleer atık ve bertarafı konusu, bizim ülkemiz açısından düşündüğümüzde planlanan NGS’lerin deniz suyu sıcaklığında yaratacak değişiklik faktörü, riskinin bu ülkede tüp de patlıyor sığlığı ile tartışılıyor oluşu yeterince endişe verici.

Hatta hatırlayalım, Akkuyu NGS’de daha yaz aylarında sözleşmenin feshedilmesinin bir sebebi de inşaat müteahhidinin sözleşme standartlarına uygun imalat yapmamasıydı. Ayrıca yıllardır söylenen enerjide dışa bağımlılığımız bitecek söyleminin de doğru olmadığını söyleyelim. Özellikle yine Akkuyu NGS’yi ele alalım, dünyanın ilk Yap-İşlet-Devret nükleer santral projesi ile dışa bağımlılığa ek olarak bir de devlet garantör pozisyonunu yineliyor.

Özetle, Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı bir an önce durmalı ve ülkemizdeki tüm nükleer santral anlaşmaları iptal edilmelidir.

‘Dünyanın en zengin yüzde 1’inden kurtulmak zorundayız’

Yeterli gıda ve temiz suya ulaşım konusunda ne yapılmalı?

Bu başlıkta iklim adaleti talebimizi açarak başlayalım dilerseniz. Tüm dünyada ekolojik yıkıma ve iklim krizine neden olan yatırımların felaket sonuçlarını bu krize sebep olan ülkelerin zenginleri değil, dünyanın en yoksul kesimleri yaşıyor. Ekip biçtikleri topraklarını, suyunu, meralarını, ormanlarını kirli ve karlı yatırımlarla kaybeden toplumsal kesimler hep en yoksullar.

Dünyanın en zengin yüzde 1’i atmosfere, dünya nüfusunun yoksul yüzde 50’sinden iki kat daha fazla karbon salıyor. Bir avuç zenginin böylesine yoğun karbon salımı yaratması, dünyayı iklim felaketinin eşiğine getiriyor, biyoçeşitliliğin kritik düzeyde azalmasına ve kimi canlı türlerin yok olmasına neden oluyor. Öncelikle dünyanın en zengin yüzde 1’inden kurtulmak, herkes için iklim adaletini sağlamak zorundayız.

Yeterli gıda, su ve iklim göçü konusuna da gelirsek, “kaynak” dediğimizde sanki hiç tükenmeyecek bir şeyden bahsediyoruz algısı oluşuyor insanlarda. Su hiç bitmeyecek, gıda hiç tükenmeyecekmiş gibi tüketiyoruz çünkü. Şirketler, dünyanın sonu gelmeyecek gibi sonsuz bir tüketim planı içindeler. Oysa ki, iklim krizi de bundan yıllar önce çok uzak bir karamsar senaryo gibi algılanıyordu. Şimdi tüm dünyada iklim krizinin sonuçlarını seller, su baskınları, yangınlar, kuraklık olarak yaşıyoruz. Özellikle dünyanın temiz suya erişimi zor olan bölgelerinde iklim göçü yaşanıyor. Suya erişmek için toplumsal eşitsizliğin derinleştiği, özellikle kadınların bu yükü sırtlandığı ve kız çocuklarının eğitimden koparıldığı sonuçlarını görüyoruz. Yani iklim göçü derken de uzak bir gelecek senaryosundan bahsetmiyoruz.

‘Tarımda kadın ve çocukların ücretsiz sömürülmesine son verilmeli’

Türkiye tarımda neden bir türlü kalkınamıyor, siz ne planlıyorsunuz?

Öncelikle TİP 1. Tarım Konferansı’mızı 2022 yılı içinde İzmir Kemalpaşa’da, özellikle ülkenin farklı bölgelerinden katılan çiftçilerle, tarım emekçileriyle, ziraat mühendisleri, akademisyenler, gıda egemenliği aktivistleriyle birlikte yaptığımızı ve bir sonuç bildirisi yayınladığımızı söyleyerek başlayayım. Dileyenler internet sitemizden konferansımızın sonuç bildirisine ulaşabilirler.

Önceliğimiz tarım politikalarındaki piyasacı yaklaşımın terk edilmesi, doğayı ve küçük üreticinin toprağını talan eden tarım ve enerji politikalarına son verilmesidir. Tarım politikasının kent ve kır arasında artan iktisadi ve toplumsal eşitsizliğin azaltılması gözetilmeden kalıcı ve gerçekçi çözümler üretilemeyeceği açık. Kırsal nüfustaki düşüşün yavaşlatılmasına dönük kırsal kalkınma programı uygulanmalıdır. Küçük çiftçiye gerekli kamusal destek sağlanmalı, bunun için Kamu İktisadi Teşekkülleri kurulmalıdır. Ürün deseninde piyasa odaklı yaklaşım terk edilmeli, halkın temel gıda ihtiyaçlarının ülke kaynakları ile karşılanmasını sağlayacak, ekolojik dengeyi ve iklim krizine karşı dirençli bir ürün çeşitliliğini gözetecek tarımsal bir planlama yapılmalıdır. Tarımda kayıt dışı çalışmaya son verilmelidir. Çoğunluğu kadınlar ve göçmenlerden oluşan tarım işçilerinin çalışma koşulları yeniden düzenlenmeli, işçi sağlığı ve iş güvenliği sağlanmalı, tarımda sigortasız ve yaşam ücretinin altında ücretlerle işçi çalıştırmak yasaklanmalıdır. Tarımda kadınların ve çocukların ücretsiz emek sömürüsüne son verilmelidir.

Kırda küçük üreticinin kuşaklar boyunca oluşturduğu bilgi birikiminin, kadim uygulamaların ve atalık tohumların korunması ve yeni kuşaklara aktarılması sağlanmalıdır.

‘Ülkede afet planı yok’

Türkiye’nin orman yangınları başta olmak üzere doğal afetlerle başa çıkamaması normal mi?

Öncelikle her orman yangınında gördüğümüz ve halkın isyan ettiği bir yönetememe krizi var. Ülkede bir afet planı yok. Çok üzücü ama ne yangın için ne deprem ne sel için acil eylem planları yok. Acil eylem planları sadece akut anda ve birkaç ekibin hazır edilmesi ile olmaz. Toplumun afetlere hazırlığı, eğitimin bir politika olarak yerleşmesi gerekir. İklim krizinin artık içinde olduğumuz dönemde daha fazla yaşayacağımız bu afetlerin felakete dönüşmemesi için öncelikle eylem planlarına ihtiyacımız var. Söndürme uçaklarıyla ilgili yaşanan kriz, ülkemizin nasıl yönetildiği ile ilgili çok şey anlatıyordu. Politik kararlarla ormanlarımız gözlerimizin önünde yandı. Sonrasına dair ise herkesin aklında tek bir şey vardı: bu kaybettiğimiz orman alanları kimlere peşkeş çekilecek! Haksız mıyız?

Biz öncelikle mevcut orman varlığımızın tümünün muhafaza ormanları ilan edilmesi, bu alanlarda katiyetle imar, maden faaliyetine izin verilmeyecek düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Öncelikle bu yapılmalı.

Orman muhafazası sadece bürokratik bir görev olmaktan çıkarılıp, orman köylüsü ile birlikte yürütülmesi gereken bir süreç örülmeli. Özellikle orman yangın riskinin yüksek olduğu illerde yaygın biçimde afet gönüllüsü ağı örülmeli ve eğitimler verilmeli. Herkesin ama herkesin bir ağaç gölgesine ihtiyacı var.

‘Ülkenin her yeri maden ruhsatlı hale getirildi’

Orman ve tarım alanlarının madenlere açılmaması için ne yapacaksınız?

Ormanların, tarım alanlarının, meraların, zeytinliklerin madenlere açılması açık bir eko kırım politikasıdır. Partimizin pek çok il örgütünün temel gündemlerinden birini madenler oluşturuyor. Muğla ilinin %59’u maden ruhsatlı. Artvin’in %71’i, Kütahya’nın %91’i maden ruhsatlı. Neredeyse ülkenin her yeri maden ruhsatlı hale getirildi. Buna her yoldan karşı çıkıyoruz.

1 Mart 2022 tarihinde sabaha karşı, 31765 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile maden yönetmeliğine zeytinlik alanların talanı düzenlemesi getirilmişti. Bu yönetmelik ile madenlerin karşısındaki zeytinlikleri koruyan tüm engeller ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Partimiz bu yönetmeliğe dava açtı. Hatay’dan ve Bursa’dan iki kol halinde yola çıkan arkadaşlarımız toplamda 9 ili katettikleri bir Zeytin Yürüyüşü yaptılar ve bunun sonunda Muğla’da bir Zeytin Mitingi yaptık. Ülkenin pek çok yerinde de farklı eylemlilikler oldu. Danıştay, yönetmeliğin uygulanmasını Zeytin Yasası’na dayanarak durdurdu. Ülkede ne kazanıyorsak gerçekten mücadele ile kazanıyoruz. Halk, iktidardan ve şirketlerden zeytinini, ormanını, taşını, toprağını korumaya çalışıyor.

‘Kanal İstanbul katil projedir’

Kanal İstanbul’la ilgili tavrınız nedir?

Kanal İstanbul “çılgın” proje olarak açıklanmıştı. Bizim ve toplumun pek çok kesimince de İstanbul, Marmara ve uluslararası anlamda bölge coğrafyasının sonu olacak bir katil projedir. Kanal İstanbul projesinin hayata geçmemesi için elimizden geleni yapacağız. Bunu ortaya atarak çok boyutlu sorunlar yumağı önümüze getiriyorlar. Ekolojik, ekonomik, güvenlik, yeni bir şehir projesi ile sosyolojik pek çok yıkıcı sonuçları olacak bir proje. Bunun tartışılacak bir tarafı bile yok, külliyen unutulmalı.

Şu anda ortada Kanal İstanbul’la ilgili bir ihale dahi yok, ancak başka bir tehlikeye dikkat çekmemiz gerekiyor. Kanal güzergahındaki “özel proje alanı” plan değişiklikleri ve arazi el değişimleri. Kuzey köylerinin zorla göç ettirilmesi süreci yaşanıyor. Gözümüz gibi korumamız gereken biricik kuzey ormanlarımızı sadece arsa olarak görenlerin gözünde dolar yeşilinden başka bir ışıltı yok. Kuzey ormanları kesinlikle ve pazarlıksız biçimde muhafaza ormanı ilan edilmeli. 3. köprü, bağlantı yolları ve yeni havalimanı ile yok edilişi hızlanan İstanbul’un ciğerlerinin bir parçasının daha yok oluşuna tahammülümüz yok.

You may also like

Comments

Comments are closed.