Mersin’den bir mektup var. Uzun yıllardır hem Tabip Odası içinde hem Nükleer Karşıtı Platformda Akkuyu’ya Nükleer Santral yapılmasına karşı duruşuyla bilinen bir hekimden. Bu mektubu okuduktan sonra sizde aynı şeyi düşünecek misiniz bilmem ama şöyle bir sonuç çıkarmak hiç de yanlış değil galiba:
Bu iktidar, polisiyle, zabıtasıyla, parti görevlileriyle çevresinde bir kendi gibiler bölgesi yaratmış ve ötesini görmüyor görmek istemiyor. Başbakanın bulunduğu her yeri , tören , toplantı yerini birer gül bahçesi haline getirme gayreti içindeler . Bu alanda farklı düşünce ve renklere yer yok. Üstelik bunu yaparken kolluk yoluyla yaptıklarının suç olup olmaması da önemli değil, bir insanı hiçbir şey yapmadığı halde biletiyle girdiği bir törenden, salondan yaka paça atma hakkına sahipler. Hoşlanmadıkları fikirleri ifade etme özgürlüğünü kullanan bir topluluğun üzerine, hiçbir şiddet göstermemiş olsa da gazla, suyla saldırabilme hakkını kendilerinde rahatlıkla görebiliyorlar.
İşin kötü tarafı bu gayretin esas amacı tüm ülkeyi bu hale getirmek, sessiz ve renksiz. Türkiye’nin tamamını Kazlıçeşme haline getirmeye çalışıyorlar .
Kahraman Şahin
Sayın Ful Uğurhan mektubunda başına gelenleri şöyle anlatıyor.
“Akdeniz Olimpiyatları açılış töreni ve “Olağan Şüpheliler”
Bu yıl pek çok Mersinli gibi ben de tatil programımı Akdeniz Olimpiyatları‘na göre yapmıştım.
Gezi Parkı Direnişi’ne kadar hepimiz tatlı bir heyecanla olimpiyatların kentimize getireceği hareketi bekliyorduk. Kendi aramızda hangi yarışları izleyeceğimizi, açılış törenini konuşuyorduk.
Ancak 31 Mayıs’tan sonra Gezi Direnişi’nin yarattığı umutla, ormanlarımızın, derelerimizin, dağlarımızın talandan kurtulacağı, hepsinden öte 37 yıldır mücadele ettiğimiz nükleer santralin yapımının durdurulabileceği olasılığını konuşur olduk.
Barış Meydanı’na çadırlarımızı kurduk, yürüyüşlerimizi yaptık. Gençliğin yaktığı bu ateşle, yitirdiğimiz umutlar yeniden yeşerdi. Ülkenin her tarafından gelen ölüm, sakatlık, yaralanma haberlerine karşın, polis bize son derece anlayışlı davranıyor, ortalıkta dahi görünmüyordu, ta ki 19 Haziran gecesine kadar.
O gece saat üçte, mini bir revir olarak düzenlediğim çadır dahil bütün çadırları topladılar. Çünkü ertesi gün açılış konuşması yapmak üzere başbakan Mersin’e gelecekti. Böylece aynı gün biz de tomaları gördük, anti asitli solüsyonlar hazırlar olduk.
O gün dalga geçer gibi Mersin’in bütün caddelerine “Tüm Mersin Halkı Açılış Seremonisi’ne Davetlidir” yazan pankartlar astılar. Oysa Mersin’de hiç kimse açılış töreni bileti bulamıyordu. Biletler satışa çıktıktan 20 dakika sonra tamamen tükenmişti . Belli ki biletler yandaşlara dağıtılmak üzere toplu olarak alınmıştı.
Nitekim güçlükle ulaşabildiğimiz birkaç biletle açılış törenini izlemek için stadyuma gittiğimizde bunun gerçek olduğunu gördük. Çevre illerden, ilçelerden, köylerden otobüslerle insan taşıyorlardı. Gelenlere lahmacun, ayran su dağıtıyorlardı. Ortalık tıpkı semt pazarlarının akşam toplandıktan sonra görüntüsü gibi çöp içindeydi.
Nükleer karşıtı platformdan tanıştığımız sekiz kişi ile birlikte üç araçla alana geldik. Ben giriş biletimi gösterip içeri girdim. Girişte çantalarımızdaki kalemleri, rujları topladılar. Rujları neden aldıklarını sorduğumda “etrafa yazı yazılmasını önlemek için” olduğunu söylediler. Yazı yazmak için bedeli 50-60 lira olan bir ürünü kullanacak kadar akılsız olduğumuzu düşünmeleri gücüme gitse de nasıl bir korku içinde olduklarını anlamamı sağladı.
Saat 20.00 de başlayacak tören için 19.45 de yerime oturdum. Salonun üçte biri bile dolu değildi. 20.20 sıralarında üç tane sivil giysili adam yanıma gelerek son derece kaba bir şekilde kimliğimi istedi. Neden diye sorduğumda hakkımda ihbar olduğunu söylediler. Ben kimliğimi verirken hakkımdaki ihbarın ne olduğunu ısrarla birçok kez sordum, cevap vermediler. Daha ileri giderek, yanımda oturan beyefendiden, benimle birlikte olduğu şüphesi! ile yine son derece kaba şekilde kimliğini istediler.
Kimlik sorgulaması sürecinde etraftaki yandaş seyircilerin kötü bakışları arasında düştüğüm durum yüzünden bağırmaya başladım. Kimlik sorgusu sonucu bana hiçbir bilgi verilmediği için “nükleer karşıtlığı duruşum ” yüzünden olduğunu sandığım gerekçe ile üç kadın polis tarafından yerimden kaldırılmaya çalışıldım. Her zaman yakındığım kilolarım bu sefer işe yaradı ! Beni yerimden kaldıramayınca üzerime bir sürü erkek polis çullandı ve beni yaka paça dışarı attılar.
O sırada seyircilerden birinin “susturun şu pislikleri ” dediğini duydum ve o zaman pislik olmadığımı kanıtlamak istercesine avazım çıktığı kadar “Nükleer Santral İstemiyorum” diye bağırdım. Uğradığım psikolojik ve fiziksel şiddetin yarattığı duygular içerisinde karakola götürüldüm. Karakolun bahçesinde diğer sekiz arkadaşı görünce gülmeye başladık. Yerel bir gazetenin başlığında yazdığı gibi “olağan şüpheliler” yakalanmıştı.
Meğer onları arabada iken tanımışlar ve hemen göz altına almışlar. Sonuç 3 saat karakolda sidik kokulu bir koridorda alıkonulmak oldu. Başbakanın rujla yazılacak protestolardan bile korktuğu bir durumda bizden korkması gayet doğaldı. Çünkü biz nükleer karşıtlarıydık.
Bu ülkede yandaş olanlardan olmamanın bedelini ödettiklerini sananlara, bunun hesabının sorulacağı günlerin yakın olduğunu bize fark ettiren Taksim Direnişçilerine teşekkürü bir borç biliyorum.
Dr. Ful Uğurhan
MERSİN”
Haber: Kahraman Şahin
(Yeşil Gazete / Türkiye)