Haber: Havva CUŞTAN
*
Türkiye, sel ve yangınların damgasını vurduğu zor bir yaz geçirdi. Halen de risk tamamen sona ermiş değil. İklim krizi derinleştikçe, sel, yangın, fırtına, hortum gibi olayların hem sıklığı artıyor, hem de şiddeti. Türkiye’nin de dahil olduğu Akdeniz havzasından, ABD’ye, Avrupa’dan Sibirya’ya dek uzanan geniş bir coğrafyada can yakan dev orman yangınları, aşırı kuraklık durumlarındaki dramatik insan ve hayvan kaybı hikayeleri, kasırga ve hortum haberleri, Avrupa’nın göbeğinden, Kastamonu’nun bir ilçesine görülmedik sel felaketleri, olayları takip eden habercilerin de sorumluluğunu da artırıyor.
Afetleri takip eden gazeteciler, “Afet haberciliği daha zor ve dikkat edilmesi gereken bir habercilik” diyor.
Türkiye’deki son felaketlerde haber takibi yapan gazeteciler ve uzmanlarla afet gazeteciliğini, yaşanan süreci ve medyanın “dili”ni konuştuk.
Şahin: Gazeteciler iklim krizini bilmeli’
Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi (IPM) İklim Değişikliği Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, afetlerle ilgili haber yaparken en önemli noktanın iklim değişikliğine dikkat çekmek olduğunu kaydetti:
“Günümüzde yaşadığımız birçok afetin temel sebebi, deprem gibi jeolojik hareketlerden doğan afetler hariç, iklim değişikliği… Yaşadığımız sellerden yangınlara, kuraklığa birçok şeyin temel sebebi iklim değişikliği ve gazeteci de bunu artık ezbere bilmek zorunda. Zira, yaşanan bu sıkıntılar önlem alınmazsa ileride daha can yakıcı bir biçimde meydana gelmeye devam edecek. Bu konuda medyaya düşen, insanları harekete geçirici haberler yapması. Bunu yapmazsa üzerine düşeni yapmamış olur.”
‘Afetlerde hak odaklı habercilik yapılmalı’
İklim krizinin temel sebebinin fosil yakıtlar olduğunu aktaran Şahin, “Medya bu krizi vurgulamazsa bilerek ya da bilmeyerek fosil yakıt üreten şirketlerin değirmenine su taşımış oluyor. Bu da esasında sorunun çözümünün sürekli ertelenmesini sağlıyor” dedi.
Ümit Şahin, medyanın afetlere ilişkin haber yaparken hak odaklı habercilik ekseninden kaymaması gerektiğine vurgu yaptı:
“Afet alanında yaşanan acıları, kayıpları, krizleri görerek haber yapılmalı. Aşırı dramatize etme çabasına girmeden, durumu magazinleştirmeden oradaki yaşananlara saygı duyduğunu belirten bir dil kullanılmalı. Esasında oradaki insanların hak kaybına uğradığını belirtmek gerek ve bununla ilgili de adalet dili hakim olmalı. Devlet tarafından bu hak kayıplarının karşılanması gerektiği vurgulanmalı.”
Bagatır: İnsanların taleplerine kulak vermek çok önemli
İklim Haber editörü Bulut Bagatır ise iklim krizinin yoğunluğunun ve şiddetini artırmış durumda olduğunu söyledi: “IPCC’nin geçtiğimiz senelerde yayımladığı son raporların çıktıları da bize bunu söylüyor. Türkiye’de geride bıraktığımız yaz aylarında yaşanan afetler de bunun başka bir ispatı. Öncelikle bunu not edelim.”
Gazetecilerin bir afet sonrasında afetin neden yaşandığını bu alanda çalışan uzmanlarla görüşmesi gerektiğini belirten Bagatır, sözlerine şöyle devam etti: “Geçmişteki verileri ele alarak geleceğe dair neler beklenebileceğini konuşmak gerekiyor. Bunun yanı sıra afetlerin yaşanmasında katkısı olan örneğin dere kenarında yapılaşmaya izin verilmesi veya Doğu Karadeniz’deki Yeşil Yol gibi projelerin başlatılması gibi noktaları tartışarak iklim kriziyle beraber afetlerdeki insan parmağının ortaya çıkarılması elzem. Bunlarla birlikte, her afetin nedeninin buna bağlanamayacağını da bilerek, insan faaliyetlerinin bir sonucu olan iklim krizini ve iklim krizinin aşırı hava olaylarını nasıl etkilediği tartışmalı.”
Bölgedeki insanların taleplerine kulak verilmesinin önemini vurgulayan Bagatır, “Örneğin yangınlardan sonra N95 ve aktif karbon maskeleri talep eden Milas halkı sesini duyurmak adına bir kampanya başlattı. Bu ve benzer talepleri görmezden gelemezsiniz. Afet sonrasında sadece yapılanlara odaklanmak yerine benzer afetlerin tekrar yaşanmasına veya afetten uzun bir süre sonra görülebilecek kalıcı sağlık problemlerinin ortaya çıkmasına engel olabilecek adımların atılmasını sağlayacak bir haberciliğe ihtiyaç var.” diye konuştu.
Taşkın: Sahaya hazırlıklı gidilmeli
Kastamonu’nda yaşanan sel felaketini takip eden gazeteci Seda Taşkın, afet alanında yaşadığı deneyimleri şöyle aktardı:
“Sel felaketinin yaşandığı alana ilk gittiğimde yolların ve evlerin büyük kısmının balçık ve çamurla kaplandığını gördüm. İlk kez sel takibi yaptığım için kıyafetlerim sahaya uygun değildi. Çizmelerim olmadığı için bir süre çekim yapamadım. Ancak daha sonra 42 numara olan ve ayağımdan 6 numara büyük olan bir çizme bulduk. Çizmeleri bantlayarak zor da olsa en azından çamurla alanda çekim yapabildim.
Bu anlamda afet bölgesinde haber takip etmek isteyen gazetecilerin sahaya uygun ve hazırlıklı gitmesi çok önemli. Basın mensupları olarak yaşadığımızı diğer sorunların başında da basına ait bir alan yaratılmamış olması geliyordu. Çalışacak bir masa dahi yoktu. Çoğu zaman yerde bazen de bulduğumuz sandalyeler üzerinde haber yazmaya çalışıyorduk. Diğer çalıştığım haberlerden farklı olarak özellikle böyle kriz anlarında insanların kayıplarını, kaygılarını anlamak gerekiyor ve ona göre yaklaşmak gerekiyor. Olabildiğince empati kurarak bir dil oluşturmak çok önemli.”
Kriz zamanlarında yapılan gazeteciliğin daha hassas ve özenli olması gerektiğini vurgulayan Taşkın şunları anlattı:
“Belki normal zamanlarda yapacağımız bir hatayı kontrol etmek daha kolayken bu tür anlarda çok daha vahim sonuçlara neden olabilir. Bu tür durumlarda hem toplum hem de kurumlar daha hassas oluyor. Olaylara abartılı bir dil katmadan, elde ettiğiniz bilgileri teyit etmeden servis etmemek gerekiyor.
Krizler gazetecilere ve onların vereceği doğru haberlere herkesin en çok ihtiyaç duyduğu zamanlar oluyor. Böyle zamanlarda hem gazeteciler bu sorumluluklarını iyi bir şekilde anlayıp ona göre hareket etmeli. Özellikle insanların acılarına saygı duyarak, görüşme talebi yapılırken ısrar edilmemeli ve dayatmacı bir tavır gösterilmemeli. Sahada çalışırken arama kurtarma ekiplerini işlerini kolaylaştırmak adına onların işlerini zorlaştıracak bir konumda olmamanız gerekiyor. Her zaman önemli olan ilk öncelik can güvenliği olmalıdır. Gittiğiniz yerin kültürünü bilmek de daha sağlıklı çalışmanız için önem arz ediyor”.
Akgül: İnsanlara hassas davranmalı
Yakın zamanda coğrafyamızda yaşanan sel ve yangın doğal afetlerini AFP için izleyen muhabir Yasin Akgül de afet bölgelerinde çalışmanın diğer haber alanlarından daha zorlu olduğuna dikkat çekti:
“Farklı olarak haber alanına ulaşmak çok zor. Mesela bir yangın alanına araçla girmek çoğu kez imkansız oluyor. O yüzden ya yolun büyük bir bölümünü yürümeniz gerekiyor ya da yangın söndürme için gelen ekiplerin araçlarına biniyorsunuz. Sel basmış bir alanda ise çoğu kez yerden alana ulaşamayacağınız için ilk başlarda ya helikopter ile ya da drone ile uzaktan alanı göstermek gerekiyor. Zorluklar ilk kademede lojistik oluyor elbette daha sonrasında afet bölgelerinde etkilenen insan varsa onların psikolojisine göre hareket etmek gerekiyor. “
Kastamonu’daki sel felaketinde hayatını kaybedenlerin cenaze törenini örnek veren Akgül, şunları anlattı:
“Cenaze töreninde gazeteci olarak zaten kendinizi anlatmanız güç oluyor. Çok sakin bir şekilde oradan bir insan gibi takip etseniz de size karşı muhakkak bir müdahale oluyor. Çünkü; bir muhabir görüntü almadığı için ayak üstü hikaye dinleyip işini bitirebiliyor ama siz fotomuhabiri olarak görüntü alacağınız için daha fazla göze çarpıyorsunuz. Cenaze sonunda ağıt yakan kadınların bir fotoğrafını çekmek istediğimde oradaki insanlar tarafında direk müdahaleye uğradım. Zaten alışkın olduğum için ağzımı bile açmadım, tamam bile demedim. Çünkü ne deseniz boş oluyor, olayın uzamasına neden oluyor.
Afet bölgelerinde genelde insanlar ilk kez kamera ve fotoğraf makinesi görüyor ve tepkileri de ona göre oluyor. Hele ki günümüzde gazeteciliğin bu kadar kutuplaştığı bir dönemde sizin kurumunuza göre tavır ve müdahale söz konusu oluyor. Bu da sahada çalışan insanların işini daha çok zorlaştırıyor.”
‘Bilgi teyidi güç oluyor’
Tv kanallarının çoğunda afet bölgelerinde yaşananların işlenmediğini kaydeden Akgül, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çünkü oradaki TV muhabirleri canlı yayın ve anons çektikleri için sürekli güvenli alan ve yerlerden yayın yaptığı için internetin çekmediği bir alanda bunları yapamıyor. Özellikle orman yangınlarının yaşandığı Muğla’da çoğu yangın dağlık alanda idi ve internet erişimi bazı bölgelerde güç oluyor. Olayın boyutunu ve oradaki müdahalelerin yeterli olup olmadığını teyit etmek güç oluyor. Mesela DHA ilk gün bir anne ve baba ile röportaj yaptı, video inanılmaz viral oldu. Daha sonra DHA bu tarz insanların görüşlerini yer aldığı video yayınlamadı diye biliyorum. O yüzden afet bölgelerinde yaşanan durumları tam ve eksiksiz verilmesi mümkün olamıyor.
Yine bir örnek verilecekse Cumhurbaşkanı’nın yangın alanında çay fırlattığı videoyu TV’den canlı yayın yapılırken kesildi bir anda. Ya da afet bölgelerinde sivil vatandaşların ( gönüllüler ve köylüler ) yapmış olduğu yardım ve destekleri çok fazla göstermiyor kanallar, daha çok resmi kurum ve kuruluşları gösteriyor.”
Karakartal: Ne olduğunu göstermek yetmez, nasıl olduğu ve sonuçları da anlatılmalı
Yeşil Gazete Genel Yayın Yönetmeni Alev Karakartal da, afetlerin çok uzun zamandır doğal olmaktan çıkıp insan kaynaklı bir hale geldiğine vurgu yaptı. Haberciliğin en temel kuralları olan 5N1K’nın bu tür kriz hallerinde çok daha önemli olduğunu kaydeden Karakartal, gazetecilerin ne olduğunu anlatmak ve göstermekle yetinemeyeceğini, olan şeyin neden meydana geldiğini, bunun etkilerini, kimin ya da kimlerin bundan sorumlu olduğunu ve sonuçlarını da anlatmanın önemine işaret etti:
“Orman yangınları, seller, fırtınalar, hortumlar artık bir zamanlar olduğu gibi doğanın kendi mekanizmaları sonucu ortaya çıkmıyor. İnsan faktörü çoktandır gezegenin tüm dengesini bozmuş durumda. Bozkurt örneğinde olduğu gibi, dere yataklarındaki çarpık yapılaşma, ormansızlaştırma, kalan ormanlık alanlara sorumsuzca atılan sigara, cam, pet şişe yığını, yetkili kişi ve mevkilerin sorumsuzluğu, açıkça ortaya çıkan hazırlıksızlığı gibi pek çok faktörü sayabiliriz burada. Ama sorunların en büyüğü olan ve yaşadığımız felaketlerin zeminini oluşturan iklim krizini görmezden gelirsek, yine eksik iş yapmış oluruz.
Çok özet olarak; yaşanılan tüm bu aşırılıkların temelinde iklimin dengesini bozmuş olmamız yatıyor. İklim değişikliği, sellerin, yangınların, kuraklığın, aşırı meteorolojik olayların sıklığını, yoğunluğunu ve etkisini artırıyor. İklimin değişmesinin temel nedeni ise fosil yakıtlar. Türkiye’nin de dünyanın genel eğilimine uyarak, mutlaka fosil yakıtların kullanımından acilen vazgeçmesi, değişen iklime uyum politikalarını hayata geçirmesi ve altyapısını, kentlerini bu yeni gerçekliğe göre yeniden planlaması, tarım ve sanayide su kullanımını yeniden örgütlemesi, azalan ormanlık alanlara yönelik madencilik, yapılaşma, aşırı kullanımdan vazgeçmesi gerekiyor.
‘İnsan odaklı bakıştan vazgeçmek gerek’
Bütün bunlara değinmeden, salt felaket görüntülerini yansıtarak yapılan habercilik ise eksik ve dolayısıyla da halkı bilgilendirme görevini tam anlamıyla yapamamış oluyor.”
Karakartal da meslektaşları gibi afetlerden etkilenen insanların hikayelerine mutlaka yer vermek gerektiğini belirterek, “Ancak bunu reyting avcılığı haline dönüştürmemek, bu insanların haklarını zedelemeden ve incitmeden yapmak gerekir. Ve en önemlisi de böyle bir felaketle karşılaşan insanlara yönelik uzmanların öneri ve tavsiyeleri de bu tür haberlerde yer almalı” diye konuştu.
Alev Karakartal, son olarak da bu tür felaketlerden sadece insanların etkilenmediğine dikkat çekti:
“Afet durumlarında en az insanlar kadar, hatta onlardan daha fazla hayvanlar etkileniyor ve genellikle de ya göz ardı ediliyorlar ya da sayı verilerek ‘telef oldu’ deniyor. Herhalde en çok vazgeçilmesi gereken dil de bu. Hayvanlar mal ya da cansız bir nesne değil, dolayısıyla ‘telef olmazlar”, onlar da tıpkı insanlar gibi ölür, can verir ya da yaşamını yitirir.
Evcil olmayan, yabanda yaşayan hayvanların uğradığı zarar ise neredeyse hiç konu edilmiyor. Biz haberciler olarak bu hakkaniyetsiz duruma dikkat çekmediğimiz, felaketten kurtarılan birkaç hayvanın görseliyle ‘sevimli haberler’ yapmaya devam ettiğimiz sürece de gezegeni ve yaşamı paylaştığımız bu canlılar yok sayılmaya devam edecek. Yani, habercinin ‘sesi çıkmayanın sesi olmak’ gibi bir derdi varsa, gözünü ve dilini yeniden gözden geçirmesi elzem.”