Ekolojiİklim KriziManşet

Yılda on milyon: David Wallace-Wellson ile hava kirliliği üzerine

0
People make their way along a street amid smoggy conditions in New Delhi on November 15, 2020. (Photo by Prakash SINGH / AFP) (Photo by PRAKASH SINGH/AFP via Getty Images)

Yazan: David Wallace-Wellson*

Yeşil Gazete için çeviren: Hanife Aliefendioğlu

*

Tüm ölümler eşit değildir. Şubat 2020’de dünya, o ay 2714 kişiyi öldüren yeni tip koronavirüs nedeniyle paniğe kapılmaya başladı. Bu haber oldu. Aynı ayda, hava kirliliğinin etkilerinden yaklaşık 800.000 kişi öldü. Bu haber olmadı. Yeni olan çok anlam taşır. Salgının başlangıcında böyle karşılaştırmalar yapmak yakışıksız görülüyordu. Ancak insan yaşamının değerini karşılaştırmak, modern uygarlık makinesinin durmaksızın, neredeyse her zaman zenginlere öncelik vermek ve onları aklamak için yaptığı bir şeydir; örneğin, küresel düzeyde Covid aşıları öncelikle en yüksek gelirli ülkelere gönderildiğinde veya Bangladeş‘teki doğal afetlerin maliyetinin, deniz seviyesindeki yükselmenin Miami Beach gayrimenkulleri üzerindeki etkisinde ya da Joe Biden‘ın bir zamanlar ekonomi danışmanı olan Lawrence Summers‘ın Afrika’nın bir bütün olarak ‘çok az kirletilmiş’ olduğunu ve ‘bir yığın zehirli atığı en düşük ücretli ülkeye boşaltmanın arkasındaki ekonomik mantığın kusursuz’ olduğunu öne sürdüğünde…

İlk yılında pandemi, dünyanın en zengin ülkelerine en kötü darbeyi indirerek, beklenenin tam tersi bir şekilde zarar verdi. O ülkelerdeki insanlar, virüs tehdidini griple karşılaştırarak azaltmaya çalıştığında, hastalık onlara şaka yaptı. Ancak hava kirliliği her yıl gripten on kat daha fazla ölüme neden oluyor ve bu konuda daha da az şey duyuyoruz. 2017’deki bir Lancet araştırması, bu rakamı yılda yaklaşık yedi milyona çıkardı; yaklaşık üçte ikisi dış hava kirliliğinden ve üçte biri iç mekan, ev kirliliğinden kaynaklanıyor. Daha yakın tarihli tahminler, her yıl sadece yanan fosil yakıtlardan üretilen dış mekan partiküllerine atfedilebilen daha yüksek. İç mekan kirliliğini ekleyin ve yıllık on milyondan ölüme ulaşırsınız. Bu, geçen yıl Covid’den dünya çapındaki resmi ölüm sayısının dört katından fazla. Savaş, cinayet ve terörizmden kaynaklanan mevcut yıllık ölümlerin toplamından yaklaşık yirmi kat daha fazla. Başka bir deyişle, hava kirliliği günde ortalama yirmi bin kişiyi öldürüyor. Çernobil, Three Mile Adası, Fukushima ve diğerlerini düşündüğünüzde, nükleer enerji tarihindeki tüm sızıntılardan ölenlerden daha fazla. Salgın bizi o kadar korkuttu ki milyarlarca insan aylarca panik halinde kozalarına çekildi, ancak bu her yıl tekrarlanan duman solumaya bağlı olarak sona eren on milyon hayata karşı körlüğümüzü ve kayıtsızlığımızı ne açıklayabilir ne de haklı çıkarabilir.

‘Kurban bölgeleri’

Yılda on milyon ölüm, on yılda yüz milyon eder. Rakamlar o kadar büyük ki, en büyük felaketler bile küçük kalıyor. O kadar büyükler ki, belki de kısmen hiçbirimizin sokakta hava kirliliğinden ölen birini hayal edemediğimizden ve kısmen de bir doktorun daha sağlıklı bir havada kalmayı tavsiye etmesi acıklı bir şekilde modası geçmiş göründüğünden inanılırlığı zorluyor. Ancak, obezite veya sigara içmekten bir ölümü de hayal edememe ihtimaliniz var ve yine de muhtemelen bunların insan sağlığına verdiği zararla ilgili tahminlerden şüphe duymuyorsunuz veya Louisiana‘nın River Parishes‘ini ‘Kanser Geçidi’ olarak adlandırmanın yanlış olduğunu düşünüyorsunuz. 150 petrokimya tesisinin varlığı, bazı toplulukların ulusal ortalamanın elli katında kanser oranları ile burayı yaşamak için tartışmasız sağlıksız bir yer haline getirdi. Bu tür alanlar bazen ‘kurban bölgeleri’ olarak adlandırılıyor.

Tek bir siyah karbon zerresi solunduğunda kalbi durdurmaz veya akciğerleri zehirlemez, ancak zamanla, nüfus üzerinde etkisi yıkıcı olur. Ölümden bahsettiğimizde hep bir katil görmek isteriz. Bir katil olmadığında, ona bir trajedi ya da Tanrı’nın isteği yerine cinayet demek çok daha zordur. “Sokakta bir kişinin ezildiğini görüyorsun ve bunu asla unutmayacaksın” diyor bir çevreci, Choked: The Age of Air Pollution and the Fight for a Cleaner Future‘da (Yutma: Hava Kirliliği Çağı ve Daha Temiz Bir gelecek İçin Mücadele) “Kirli havanın etkilerinden binlerce kişi ‘ölecek’ sizi asla korkutmasın.” Ancak, herhangi bir ölümlülük modelinin temel önermesi, herkesin ölümlü olduğudur: Soru, bunun ne zaman olacağı ve belirli bir davranışın veya çevresel faktörün bu sonu hızlandırıp hızlandırmadığıdır. Ve bu tahminlerin hiç biri, kurşun yarası veya sabah çayınızda bir doz zehir gibi tek bir ölüm nedeni önermek anlamına gelmese de, hava kirliliğinin hesabı obezite veya sigara içme ile aynıdır: Sorunu ortadan kaldırın ve böylece milyonlarca erken ölüm azalsın. Yeni araştırmalara göre, gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaşan bu ölümlerin yarısı, dünyanın en zengin ülkelerindeki tüketim ve fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanıyor.

Çevre tarihçisi Stephen Pyne çağımıza, küresel bir yakma rejimi, “pirosen” adını veriyor: Çoğu planlı bir şekilde yakılan kömür ve petrol, tarım arazileri ve ormanlar, çalılar ve sulak alanlar. Pyne, Antroposen‘in doğa üzerinde egemenlik anlamına geldiğini söylüyor. Nereye bakarsanız bakın yeryüzünün alevler içinde olduğunu vurguluyor. Kalıntı karbon monoksit, azot dioksit, ozon, siyah karbon, kükürt dioksit ve PM2.5 olarak bilinen küçük parçacıklı maddenin özellikle toksik grubudur. Yaktığımız her şeyi soluyoruz.

‘Dünya nüfusunun yüzde 99’u kirli hava soluyor’

Yüz milyonlarca insan, havadaki toksik kalıntılarla kalıcı olarak bulutlanmış şehirlerde yaşıyor ve nefes alıyor. Kasım ayında, Delhi‘deki yetkililer, okulları ve üniversiteleri süresiz olarak kapattılar, inşaat çalışmalarını durdurdular ve yerel kömür santrallerinin yarısını bir ‘zehirli duman’ olayının ardından ve Hindistan Yüksek Mahkemesi bununla mücadele etmek için acil önlemler alınması emrini verdikten sonra kapattılar. Duman yeni değildi; sorun şuydu. Şehir genelinde, ofislerde, lobilerde ve evlerde, hatta hava temizleyicileri olanlarda bile zehirli partikül madde dolaşıyor. Zehirli sis genellikle o kadar yoğunlaşıyor ki hava yolculuğunu engelliyor. Daha da önemlisi, tren yolculuğunu kesintiye uğrattı. Sis, makinistlerin rayları görmesini imkansız hale getirdi. Taksi şoförlerinin, içeri sızan partikülleri arındırmak için filtreleme sistemleri var. Yayalar bundan kaçamıyor, özellikle sisli günlerde Delhi’de yaşamanın birkaç paket sigara içmeye eşdeğer olmasının bir nedeni de bu. Şehir, dünyadaki en yüksek solunum yolu hastalığı oranlarına sahip ve KOAH – kronik obstrüktif akciğer hastalığı – teşhisi konan Delhililerin yüzde 60’ı sigara bile içmiyor.

Her yıl bir milyondan fazla insanın hava kirliliğinden öldüğü Hindistan genelinde, küçük partikül maddeye maruz kalma oranının, Dünya Sağlık Örgütü‘nün uzun süredir ‘güvenli’ – metreküp hava başına on mikrogram olarak tanımlanan – seviyesinin beş katı olduğu tahmin ediliyor. Bu yıl Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), eski düzeyin yarısında yeni bir standart belirledi. Eski eşikte, dünya nüfusunun yüzde 90’ı tehlikeli derecede kirli hava soluyordu; yeni eşikte bu rakam yüzde 99’a yakın. Dünyanın en kirli on dört metropolünden sadece biri (Çin‘de Hotan) Hindistan dışında. Listede sonra gelen 336 şehirden 184’ü Çin’de. Ancak bu, hava kirliliğinin sadece iki ülkede sorun olduğu anlamına gelmiyor. Sorun küresel olarak, beş kişiden birinin ölümüne neden oluyor.

İşte size ölüm oranları dışında, hava kirliliğinden etkilendiğini bildiğimiz şeylerden bazılarının listesi. GSYİH, geçen yıl bir OECD raporuna göre, kirlilikte yüzde 10’luk bir artış, üretimi neredeyse tam bir yüzde puanı azaltıyor. Bilişsel performans açısından yapılan bir çalışma, Çin’in kirliliğinin ABD‘de gerekli olan standartlara düşürülmesinin ortalama bir öğrencinin sözel testlerdeki sıralamasını yüzde 26 ve matematikteki sıralamasını yüzde 13 artıracağını gösteriyor. Los Angeles‘ta okullara 700 $’lık hava temizleyicileri yerleştirildikten sonra, öğrenci performansı, sınıf büyüklükleri üçte bir oranında azaltılmış gibi arttı. Kalp hastalığı, birçok kanser türü ve astım, felç, akut ve kronik solunum yolu hastalıkları gibi hastalıklar kirli havada daha yaygındır. Alzheimer vakaları üç katına çıkabilir: Choked‘ta, Beth Gardiner’in referans verdiği bir çalışmaya göre, yüksek kirliliğin olduğu bölgelerde yapılan otopsilerin yüzde 40’ında erken Alzheimer’ın belirtileri bulunurken bu bölgelerin dışındakilerde hiç bulunmuyor. Parkinson gibi diğer demans türlerinin oranları da artıyor. Hava kirliliği aynı zamanda her türden akıl hastalığını da tetikliyor. British Journal of Psychiatry‘de yakın zamanda yayınlanan bir makale, yerel kirlilikteki küçük artışların bile tedavi ihtiyacını üçte bir oranında ve hastaneye yatışı beşte bir oranında artırdığını ve daha kötüsü hafızayı, dikkati ve kelime dağarcığını zayıflattığını, bununla birlikte DEHB ve otizm spektrum bozukluklarına da yol açtığını gösteriyor. Kirliliğin, beyindeki nöronların gelişimine zarar verdiğini ve bir kömür santraline yakınlığın anne karnındaki bebeğin DNA’sını bozabileceğini, hatta görme bozukluğunu artırdığını gösterdi.

Yol açtığı zararlar saymakla bitmiyor

Bir bebeğin doğduğu yıldaki yüksek kirlilik seviyesinin, otuz yaşına geldiğinde gelirinde ve iş gücüne katılımında azalmaya neden olduğu da gösterildi. Kirliliğin erken doğumlar ve düşük doğum ağırlığıyla ilişkisi o kadar güçlüdür ki, Amerikan şehirlerinde otomatik geçiş ücreti sistemi E-ZPass’ın getirilmesi, gişelere yakın bölgelerdeki araçların sıraya girmesi gerektiğinde dışarı atılan egzozu azaltarak her iki sorunu da (sırasıyla yüzde 10,8 ve yüzde 11,8) azaltmıştır. Başka bir araştırmaya göre aşırı erken doğumlar, anneler trafiğin yoğun olduğu bölgelerde yaşadığında yüzde 80 daha fazla. Hamilelik sırasında egzoz dumanı soluyan kadınlar, daha yüksek pediatrik lösemi, böbrek kanseri, göz tümörleri ve yumurtalık ve testislerde tümör oranları yüksek olan çocuklar doğurdu. Bebek ölüm oranları, kalp sorunları kirlilik seviyelerine paralel olarak arttı. Ve çocuklukta daha kirli hava soluyanlar, yetişkinlikte önemli ölçüde daha yüksek kendine zarar verme oranları sergilediler. Danimarka‘da 1,4 milyon insanda günde sadece beş mikrogram küçük partikül artışının, kendine yönelik şiddette yüzde 42’lik bir artışa neden olduğu görüldü. Gençlerde depresyon dörde katlanıyor; intihar da daha yaygın hale geliyor.

Bu yıl yapılan bir araştırmaya göre, hava kirliliğinin yüksek olduğu günlerde borsa getirileri daha düşük. Cerrahi sonuçlar daha kötü. Artan partikül konsantrasyonları ile özellikle şiddet içeren suçlar artıyor: Kolorado Eyalet Üniversitesi‘ndeki araştırmacılar, kirlilikte yüzde 10’luk bir azalmanın, ABD’deki suçla ilgili maliyeti yılda 1,4 milyar dolar azaltabileceğini hesapladı. Havada daha fazla duman olduğunda, satranç oyuncuları daha fazla ve daha önemli hatalar yapıyorlar. Politikacılar daha basit konuşuyor ve beyzbol hakemleri daha kötü kararlar veriyorlar.

2019’da Uluslararası Solunum Dernekleri Forumu tarafından yapılan kapsamlı bir küresel araştırma, hava kirliliğinin vücuttaki her organa, aslında neredeyse her hücreye zarar verdiğini ortaya koydu. Çok genç kişilerin bile beyin saplarında kirlilik nano parçacıkları bulundu. Ancak partikül madde solumanın etkilerini görmek için doğumu beklemeniz gerekmiyor. Etkisi anne karnında başlıyor, akciğerlerin gelişimine zarar veriyor ve gelecekteki yaşamları kısaltıyor. 2019’da Hasselt Üniversitesi‘nde yapılan küçük ölçekli bir çalışma, havanın temiz olduğu düşünülen bölgelerde yaşayan annelerinkiler de dahil olmak üzere, incelenen her plasentada, her milimetre küpte binlerce parçacıkla birlikte siyah karbon parçacıkları buldu. Balık etindeki mikroplastiklerden endişe edenler için bu, çok daha saldırgan bir durum. Elbette havada mikroplastikler de var. Bunlar plasentalarda da bulundu.

Kirleten ‘kalkınma’

Kirliliğin varlığında her şeyin daha kötü olması, yokluğunda her şeyin daha iyi olması gerektiği anlamına gelir. Ve söyleyebileceğimiz en iyi şey, evet, öyle. Ulusal Kaynaklar Savunma Konseyi‘ne (NRDC) göre, 1970 tarihli ABD Temiz Hava Yasası halen her yıl 370.000 Amerikalının hayatını kurtarıyor. Bu rakam pandemi hiç gelmemiş olsaydı geçen yıl kurtarılacak olandan daha fazla. NRDC’ye göre tek bir mevzuat, yürürlüğe girme maliyetinin 32 katı olan 3 trilyon dolardan fazla yıllık ekonomik fayda sağlıyor ve bu fayda orantısız bir şekilde yoksullara ve azınlıklara/marjinallere ulaşıyor. Amerikan deneyimi, kirliliğe karşı kendi kendini haklı çıkaran kayıtsızlığın temelini sağlıyor: Genellikle “çevresel Kuznets eğrisi” olarak adlandırılan şeye göre kalkınma, ülkeleri temiz olmadan önce daha da kirletiyor. Kirliliğin kalkınmanın kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ima eden bu hüsnükuruntu, muhtemelen temiz bir şekilde elde edilemez ve bir şekilde rızaya dayalıymuş, sanki iş istemeye çalışırken boğulma isteğini ifade ediyormuş gibi. Aynı zamanda, belirli bir refah düzeyindeki toplumlar ağır kirliliğe katlanmayı reddedeceğinden, bu etkinin geçici olduğunu da öne sürüyor. Ancak, gezegenin nüfusunun yüzde 90’ından fazlası, tehlikeli derecede hava kirliliği olan yerlerde yıllarca yaşadıysa, yüzde 90’ı da yenilenebilir enerjinin kirli enerjiden daha ucuz olduğu yerlerde yaşıyor. Bu tek olgu bile eğer inandırıcı olduğu söylenebilirse, hava kirliliğini “ekonomik pazarlığı” konusunda bir mazeret uydurmaktan daha iyi kılmaz.

Londra‘da, tek bir yaşam boyunca elde edilen kazanımlar çarpıcı olmuştur. Gary Fuller, “The Invisible Killer: The Rising Global Threat of Air Pollution”da (2018) şöyle der: “5 Aralık 1952 Cuma günü babam Güney Londra’daki işinden ayrıldı, karanlığa adım attı ve bunun sıradan bir eve dönüş yolculuğu olmayacağını anladı. Sis son derece yoğundu. Sanki etrafındaki dünya yok olmuş gibiydi. Eve gidene kadar kaldırım boyunca yolu hissetmek zorundaydı.” Tim Smedley, “Clearing the Air: The Beginning and The End of Pollution”da, “Şehir genelinde görüş mesafesi sadece bir metreye indi. İnsanlar kendi ayaklarını bile göremediler. Körleşmiş yolcular köprülerden buzlu Thames‘e ve demiryolu platformlarından karşıdan gelen trenlerin önüne adım attılar.” Duman ön camlara boya gibi yapıştı ve sürücüleri araçlarını terk etmeye zorladı. 1952’de, sisin Londra’da dört bin kişiyi öldürdüğü tahmin ediliyordu, ancak daha sonraki tahminler bu rakamı üç katına çıkardı. Ölüm oranı 1866’daki kolera salgınından daha yüksekti. Hastaneler dolup taşmıştı. Dört yıl sonra Temiz Hava Yasası yürürlüğe girdi ve şehre kalıcı bir kimlik kazandıran – Dickens, Monet ve Conan Doyle’un eserlerine yansıyan – yoğun sis nispeten kısa sürede sona erdi.

Çin’de devletin ‘savaş’ ilan ettiği parçacık kirliliği, 2013’ten bu yana üçte bir oranında azaldı. 1990’larda, Mexico City Delhi’den daha kirliyken, Smedley’in yazdığına göre, 10 ve 11 yaşındaki çocukların yüzde 80’i gökyüzünün renginin “gri” olduğu yanıtını verdi, sadece yüzde 10’u “mavi” olduğunu söyledi. Bugün artık şehir, ünlü bisiklet yarışlarının son durağı olan Kuzey Fransız kasabası Roubaix kadar temiz havasıyla dünyanın en kirli bin şehri arasında yer alıyor.

Bu kazanımların çok büyük olması, daha da büyük kazanımların elde edilecek olmadığı anlamına gelmez. Çin’de hala her yıl bir milyondan fazla insan hava kirliliğinden ölüyor. Afrika’da, bir milyon kişi ölüyor. Londra’da Gardiner, Ultra Düşük Emisyon Bölgesi‘nin belirgin başarısına rağmen, 9500 ölümü tahmin ediyor. Bu sayı şehrin toplam ölümlerinin yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor. @CleanAirLondon adlı Twitter hesabı, bölgelere göre kirliliğe bağlı ölümleri gerçek zamanlı olarak hesaplamaya başladı. Smedley, Birleşik Krallık nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin AB tarafından belirlenen yasal sınırın üzerinde bir kirlilikle yaşadığını ve milyonlarca İngiliz çocuğun tehlikeli derecede kirli havada okula gittiğini hesaplıyor.

Yıllık 8.1 trilyon dolarlık kayıp

Dünya Bankası, küresel GSYİH’nın yüzde 6’sının kirlilik nedeniyle kaybolduğunu tahmin ediyor ve yıllık kaybı 8,1 trilyon dolar olarak hesaplıyor. Geçen yıl, kirliliğin etkisi konusunda uzman olan Duke Üniversitesi‘nden Drew Shindell, ABD Temsilciler Meclisi Gözetim ve Reform Komitesi’ne bilgi verdi. Shindell’in araştırması, Amerika’nın havasını önümüzdeki elli yıl içinde daha fazla temizleyerek ülkenin 4,5 milyon erken ölümü, 1,4 milyon hastaneye yatışını, 1,7 milyon bunama vakasını ve 300 milyon iş günü kaybını önleyebileceğini gösteriyor. Bu hesaplamanın, net fayda olarak yılda 700 milyar dolar olacağını, bunun da “enerji geçişinin maliyetinden çok daha fazla” olacağını da gösterdi. Başka bir deyişle, ABD ekonomisinin tamamen karbondan arındırılması, yalnızca halk sağlığı alanındaki kazanımlarıyla kendi masrafını karşılayacak. Amerikan Çevre Koruma Dairesi‘nin tek bir insan hayatının değeri için resmi bir ölçüsü var: 2006 yılı doları ile 7 milyon dolar. Bu rakamı baz alırsanız, kirlilik nedeniyle her yıl kaybedilen 350.000 hayatı kurtarmanın yıllık değeri 2,45 trilyon dolar olur.

Küresel olarak, hava kirliliği yaşam beklentisini neredeyse iki yıl kısaltıyor. Hava kirliliği olmasaydı, ortalama bir Delhili 9,7 yıl daha uzun yaşayacaktı. Bu rakam, 500 milyon insanın yaşadığı Ganj ovalarında 8,5 yıl. Hava kirliliğini DSÖ standardına indirgemek, 1,38 milyar Hint’in yaşam beklentisini 5,9 yıl, 164,7 milyon Bangladeşlinin yaşam beklentisini 5,4 yıl, ve 220 milyon Pakistanlının yaşam beklentisini 5,4 yıl artıracak. Güney Asya‘da her yıl 349.000 ölü doğum ve düşük hava kirliliğine bağlanıyor ve 116.000 bebek hayatlarının daha ilk aylarında hava kirliliğinin etkileri nedeniyle ölüyor.

Bu rakamlar, içinde yaşadığımız dünyanın vahşeti üzerinde düşünerek, yaşadığımız dünyanın resmini yeniden çizmemizi gerektiriyor. Temiz hava, temiz su ve insan sağlığının, çevresel haçlı seferinin -hareketin dekarbonizasyon yoluyla iklim değişikliğini ele almak için gerekli bir proje etrafında birleştiği için düşürüldükleri marjdan ziyade- merkezine geri getirilmesi gerektiği açıkça ortaya çıkıyor. (Bir yan fayda olarak, temiz hava ve temiz su, seçmenler arasında iklim odaklı çevre politikalarından çok daha popüler olma eğiliminde.) Yangın, fırtına ve sel gibi son birkaç yıldaki seri felaketlerden sonra bu zaman ölçeği artık o kadar geniş görünmüyor, ancak hava kirliliği değişim için daha da acil bir neden sağlıyor. Çünkü şu anda bu parçacıklar yüzünden milyonlarca insan ölüyor. Kirlilik, atmosferdeki karbondioksitten çok daha hızlı yayılıyor, bu kirliliği azaltmak daha hızlı hayat kurtarır. Karbonu ortadan kaldırmazsak yüzyıllarca havada asılı kalır. Yerel kirlilik bir kibritin yanışı gibi biter.

Karbonsuzlaşmanın faydaları

Tek tek hükümetlerin kirliliğin ele alınmasına öncelik vermesi için başka bir neden var. Karbonsuzlaştırmanın faydaları – özellikle sıcaklık artışı sınırlaması – küresel olarak dağıtılır; bu, pratikte yerel aktörlerin kendileri hareket etmeden önce diğerlerinin ne kadar hızlı hareket ettiğini beklemeleri ve görmeleri anlamına gelir. Hava kirliliği hesabı değiştiriyor: Birincisi, aslında yerel ve ulusal hükümetlerin kontrolü altında. Aynı zamanda halk sağlığı üzerinde de önemli bir yük ve hafifletilirse, her hükümetin elde etmek istemesi gereken doğrudan faydalar sunuyor.

Yılda on milyona varan ölümlerin nihai bir sonucu, kesinlikle insan ölümlülüğü bakımından ve muhtemelen insanların çektiği acılar açısından, önümüzdeki birkaç on yıl içinde fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan hava kirliliği zararı ve eğer şimdiden ölçmezsek iklim değişikliğinin diğer tüm etkileri bundan daha büyük olacak. Küresel ısınma elbette ölüm eşiğinin çok altında cezalandırıcı ve dönüştürücü etkiler yaratacaktır: Sel, kuraklık, ürün kıtlığı; yoksulluk ve zorunlu göç ve muhtemelen devletlerin çöküşü; benzeri görülmemiş yoğunlukta kasırgalar ve orman yangınları. Ancak bunlar ne kadar acımasız olursa olsun, yılda on milyona yakın ya da hatta bir milyon ölüm, çoğu modelde olası olmayan geri besleme döngülerinin (örneğin kuzey enlemlerinde eriyen permafrosttan büyük ölçekli metan salınımı) veya yaygın medeniyet çöküşünün etkilerini hesaplamadığınız sürece bir anlamı olmaz.

Isınma, toplumları pekala istikrarsızlaştırabilir: Bu kesinlikle mümkün. Ancak hava kirliliğinin verdiği zarar varsayımsal değil ve çok daha büyük ölçekte gerçekleşiyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, aşırı sıcak, 1998 ve 2017 yılları arasında dünya çapında en az 166.000 kişiyi öldürdü, yani yılda 8700 kişiyi. Hava kirliliği bin kat daha fazla can aldı. Diğer tahminler daha yüksek, ancak en yüksek olanı bile – Lancet’in yılda yarım milyon sıcaklığa bağlı ölümü – hava kirliliğinden olan ölümlerin sadece yirmide biri. Bu yılın başlarında Madagaskar‘da 30.000 kişinin açlık sınırında ve ülkenin dünyanın ilk “iklim kıtlığının” eşiğinde olduğu söyleniyordu. Aynı ülkede UNICEF, hava kirliliğinin etkileri nedeniyle her yıl 40.000’den fazla kişinin öldüğünü tahmin ediyor. Climate Impact Lab kısa süre önce “iklim değişikliği için küresel ölüm sonuçlarının” kapsamlı bir dökümünü yayınladı. Çok çeşitli ABD kurumlarından çevre bilimciler ve ekonomistlerinden oluşan bir konsorsiyum olan laboratuvar, ısınmanın etkileri üzerine yapılan ciddi araştırmaların alarm veren öncüsü olarak biliniyor. Bu yüzyılın sonu için iklim değişikliğinden kaynaklanan yıllık ölüm oranı konusunda en yüksek tahminleri – inanılmaz derecede yüksek RCP8.5 olarak bilinen maddeyle ilgili emisyon senaryosuna göre – 100.000 kişi başına 73 ölüm. Bugün, hava kirliliğine bağlı ölüm oranı 100.000’de 126’ya kadar çıkıyor. Daha makul bir senaryoya göre ise rapor 100.000’de 20’den az ölüm öngörüyor.

‘Küresel ısınma’ ölümleri

Belki siz de benim gibi son beş yılı iklim değişikliği konusunda panik halde geçirdiniz. Belki de bu politik tarafınızı ve benlik duygunuzu alevlendirmiştir. Öyle olmalı. Dünya, insan uygarlığı tarihinde hiç olmadığı kadar sıcak. Tarım, toplum, siyaset ve kültür adına bildiğimiz her şeye imkan veren dar sıcaklık aralığını çoktan aştık. Atmosferde bugünkü oranda karbon varken, sıcaklık şimdi olduğu gibi sanayi öncesi taban seviyesinden 1,2°C daha fazla değil, Antarktika’da büyüyen ormanlarla birlikte yaklaşık 3°C idi, deniz seviyeleri de yirmi metre daha yüksekti. Dünya’daki yaşamın yüzde 90’ından fazlasını yok eden kitlesel yok oluşları içeren iklim, gezegen tarihinde hiç olmadığı kadar, on kat daha hızlı değişiyor. Bu hasarın yarısı, Al Gore‘un küresel ısınma hakkındaki ilk kitabının yayınlanmasından ve BM’nin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin kurulmasından bu yana son 25 yılda – başka bir deyişle, bilim camiasının ve dünyanın bilgisi ve küresel siyasi liderlerin etkin rızası ile yapıldı. Değişimin dörtte biri, kibirli bir tavırla “Bu, okyanusların yükselişinin yavaşlamaya başladığı ve gezegenimizin iyileşmeye başladığı andır” diyen Barack Obama’nın başkan seçilmesinden bu yana gerçekleşti. Sadece birkaç yıl sonra, Teksas‘taki bir izleyici kitlesine birdenbire, “Amerika en büyük petrol üreticisidir” diye övündü. “Bu bendim, millet.”

2018’de bir Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporu, gezegene 2°C’lik ısınmanın altında kalma ve bunun getireceği yıkıcı etkilerden kaçınma konusunda iyi bir şans veren bu on yılda emisyonlarda yüzde 45’lik bir azalma gerektirecek. Bu duruma ada ulusları soykırım adını verirken Afrika iklim elçileri kıta için ‘kesin ölüm’ dedi. Rapor, bu kadar hızlı bir zaman çizelgesinin, gelecek yıl olan 2019’dan başlayarak küresel bir İkinci Dünya Savaşı seferberliği gerektireceğini öne sürdü. Ancak salgın sırasındaki kısa süreli bir düşüşün ardından 2021’de emisyonlar arttı ve tekrar yükselecek gibi görünüyor.

Ağustos ayında yayınlanan bir Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC raporu ayrıca, hava kirliliğinin sıcaklık seviyesini sınırladığını, öyle ki kaldırılsaydı küresel ısının şimdi olduğundan yarım derece daha yüksek olacağını belirtti. Bunun nedeni aerosollerin güneş ışığını uzaya geri yansıtması ve bu nedenle sıcaklık artışını tek başına karbon konsantrasyonlarımızın neden olacağı seviyenin altında tutması. Soğutma etkisine ilişkin bazı tahminler daha da yüksek: iklim bilimcisi James Hansen, aerosoller azaldıkça küresel ısınma oranının iki katına çıkabileceğine inanıyor. Hava kirliliğini azaltmak geçiş kademeli olacağından muhtemelen ani bir sıcaklık artışı sağlamayacak, çünkü, eğer yılda on milyon insanı öldürecek kadar parçacık madde üretmemiş olsaydık, muhtemelen 2°C eşiğine çoktan yaklaşmış olurduk.

Yükselişi 2°C’nin altında tutamazsak, eskiden yüzyılda bir olan sel felaketlerini her yıl görebiliriz; Güney Asya ve Orta Doğu‘daki büyük şehirler yılda iki yüz veya daha fazla gün “ölümcül” sıcaklık yaşıyor; yarım milyar insana yiyecek, gelir ve kıyı koruması sağlayan mercan resifleri tamamen kaybolacak ve muhtemelen Kuzey Kutbu buz tabakalarının erimesinin bir sonucu olarak deniz seviyesindeki yükselme geri döndürülemez bir şekilde hızlanacak. Ve iklim, karbon dalgalanmalarımıza karşı ortalama tahminlerin öngördüğünden daha hassas olabilir: Karbon konsantrasyonlarının sanayi öncesi ortalamanın iki katına çıkması, modele bağlı olarak iki dereceden altı dereceye kadar bir ısınmaya yol açar. Üç derecede, potansiyel küresel GSYİH’nın dörtte biri yok olabilecek; ekvator bölgesinde ekonomik büyüme için hiçbir umut kalmayacak. Dört derecede, tarımsal ürün verimi önemli ölçüde düşecek ve dünyanın bazı bölgeleri aynı anda altı ayrı iklim kaynaklı doğal afetten etkilenebilecek.

Mega orman yangınlarının etkisi

Tüm bu etkiler, zincirlerinden kurtulsa bile, çok uzun bir süre insan ölümleri açısından muhtemelen günümüz hava kirliliğini geçmeyecektir. Fosil yakıt kirliliğini azaltmak sorunu çözmeyecektir. Geçen yıl, orman yangınları, Amerika Birleşik Devletleri’nin batısında hava kirliliğinin yarısından fazlasını oluşturuyordu – yani, yanan ormanlardan kaynaklanan parçacıklar, bu eyaletlerde yaşayan Amerikalıların ciğerlerine diğer tüm insani ve endüstriyel faaliyetlerin toplamından daha fazla sızdı. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu yangınların boyutunun en azından iki katına çıkması bekleniyor, yakılan her ağacın tıpkı kömür gibi karbon ve parçacık madde salmasıyla birlikte. Şu anda Kaliforniya‘da, dünyanın en kötü hava kalitesi rutin olarak ölçülüyor ve bu rekor kıran olaylar genellikle sadece birkaç gün sürse de, geçen yılki yangınlardan çıkan dumanın beş bin daha erken doğumun nedeni olması mümkün. Küresel olarak, dünyanın orman yangınlarından çıkan duman, hava kirliliğinin yalnızca bir kısmına neden oluyor, ancak bu kısım büyüyor. 2021 yangınları hâlâ için için yanıyor ve bu yılki orman yangını emisyonları, dünyanın en büyük ikinci emisyon kaynağı olan ABD tarafından geçen yıl üretilen 5,1 milyardan hiç de az olmayacak biçimde 4,7 milyar ton karbona ulaştı.

Elbette, Amerika’nın batısında yangın hep vardı, ancak iklim şüphecileri eski mega yangınların kanıtlarına işaret ederken, o zamanlar Kaliforniya’da kırk milyon insanın yaşamadığını söylemeyi ihmal ediyorlar. 20. Yüzyıl boyunca, 404.700 dönümden fazla ormanı yakan sadece beş yangın vardı. 2020’de bu türden on bir yangın oldu – bunlardan biri; Mendocino‘daki 4 milyon 200 dönüme yakınını yakan August Complex yangını, kendisini tanımlamak için yeni bir “büyük yangın (gigafire)” terimi talep ediyor gibiydi. Bu yangınların her biri benzeri görülmemiş miktarda duman üretti, o kadar çok ki yangınlar kendi hava sistemlerini yarattı – pirokümülüs bulutları, yangın hortumları ve şimşek fırtınaları, şimşek bazen merkezi tutuşma noktasından kilometrelerce uzağa gidip ve indiği yerde daha fazla ateş yakıyor ve daha fazla duman üretiyordu.

Bazı bakımdan duman korkusu, yangın korkusundan daha mantıklıdır. Kaliforniya’nın birçok yerinde evinizin yanmayacağından emin olabilirsiniz. Yaygın orman yangınlarının alevlerinden bile kaçabilme şansınız olabilir. Ama duman karantinaya alınamaz. Bu yaz, kendi ölçeğinde 51’i ‘tehlikeli’ olarak tanımlayan Hava Kalitesi İndeksi‘nin 700’ü bulduğu Tahoe Gölü tatil beldesinde, haftalar süren bunaltıcı dumanlar sırasında içeride mahsur kalanlar sonunda tatil evlerinden kaçtı. Zehirli hava, her yıl batıdaki orman yangınlarından daha fazla ölüme neden olduğu ABD’nin Doğu Kıyısı’na ve Atlantik‘ten Avrupa‘ya, Akdeniz çevresine ulaştı, benzeri görülmemiş yangınların olduğu oteller ve tatil köylerini müşterilerini tahliye etmeye zorladı.

Bu küresel bir hikaye. Dünyamızı duman sardı. Kanada Britanya Kolombiyası’nda artık her yıl orman yangınları diğer tüm kaynaklardan daha fazla karbon salıyor. 2019-20 sezonunda orman yangınlarının hem manzara hem de kadim anlatıların kalıcı bir özelliği olduğu Avustralya‘da, 190 milyon dönümden fazla orman yandı – on katı ile rekor kıran Kaliforniya yangını tahminen bir yılda bir milyar hayvanı öldürmeye yetecek kadar yıkımla onu izliyor. Sidney Limanı‘ndaki duman, feribotların hareket edemeyeceği kadar yoğundu ve parçacıklar o kadar fazlaydı ki sensörler yakınlarda alev olması gerektiği sinyalini alarak ofis binalarında yangın alarmları çalıştırdı. Artık Kuzey Kutbu kışı boyunca “Zombi yangınlarının” düzenli olarak çıktığı Sibirya‘da, alevler içinde kalan ormanlardan salınan karbon düzenli olarak Kuzey Kutbu’dan gezegenin diğer tarafına yoğun duman gönderiyor.

Bir de Güney Amerika var, dünyanın en büyük tropik sulak alanı olan Pantanal‘ın yüzde 30’u bir yılda, 2020’de, yangın nedeniyle yok oldu. Amazon‘da, tarımsal kullanım için ağaçları yok eden o kadar çok arazi yakılıyor ki, yağmur ormanı yangınları Brezilya‘daki diğer tüm emisyon biçimlerinin üç katı kadar karbon emisyonu yaratıyor. Yağmur ormanı eğer bir ülke olsaydı, yağmur ormanlarının kendisini dünyanın beşinci en büyük emisyonu haline getirmeye ve ısınmaya karşı mücadelemize yardımcı olabilecek ünlü ‘karbon yutağını’ çevirmeye yetecekken, net bir küresel karbon kaynağına dönüştürüyor. Teorik olarak, Lula, Bolsonaro‘nun yerine geçer ve gelecek yıl Brezilya’nın başkanlığına dönerse yakma durdurulabilir, en azından yavaşlatılabilir. Ancak, mevcut küresel emisyon yörüngeleri, 2040’larda bölge için geri dönüşü olmayan bir düşüş gösterdiğinden, yağmur ormanlarının uzun vadeli azalışı, ulusal politikaların kapsamı dışında kalabilir: Daha az orman ve daha fazla çimen, daha az yeni büyüme ve daha fazla yeni ölüm, daha fazla ısı ve dolayısıyla daha fazla ateş. Amazon uzun zamandır “gezegenin akciğerleri” olarak adlandırılıyordu. Yakında bir körük haline gelebilir. Yaktığımız her şeyi soluyoruz.

(*) David Wallace-Wells: New York Dergisi‘nin bağımsız editörü ve The Uninhabitable Earth: A Story of the Future (Yaşanılamaz Dünya: Bir Gelecek Öyküsü) adlı kitabın yazarı.

Makalenin orijinali için tıklayın

More in Ekoloji

You may also like

Comments

Comments are closed.