Depremin üzerinden on günden fazla geçti. Büyük felaketin ilk üç günü yeterli uzman arama kurtarma ekiplerini ve malzemelerini bölgeye gönderemediğimiz için enkaz altından çıkaramadığımız canların acısına, ikinci hafta itibarıyla yeni acılar eklenmeye başladı. Enkazların kaldırılmaya başlanması ile kayıplarımızın sayısı hızla artmaya başladı ve bu satırların yazıldığı sırada 40 binleri de aştı.

Tüm uyarılara rağmen ikinci haftanın başında bölge bulaşıcı hastalıklar açısından çok riskli hale geldi. Deprem bölgesinde ilk günden itibaren sürekli olarak gözlem yapan Türk Tabipleri Birliği (TTB) gözlemcilerine göre bölgede uyuz, bitlenme vakaları her geçen gün artan sayıda görülmeye başlandı.

Ayrıca özellikle çocuklar arasında zatürre vakaları da artmaya başladı. Henüz su ve gıda kaynaklı bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmadı ama onlarda her an görülebilir. Çünkü depremin üzerinden on günden fazla geçmiş olmasına rağmen bölgede çok az yerleşime su verilebildi. Ancak su verilebilen merkezlerde de su çamurlu akıyor ve yeterli düzeyde klorlanamamış. Bu nedenle kullanılamıyor. Hala bölgede yeterli sayıda seyyar tuvalet ve seyyar duş yok. Bölgedeki kanalizasyon ve atık su arıtma sistemlerinin durumu da bilinmiyor. Bu sistemler kaynaklı sızıntılar yeraltı ve yerüstü su kaynakları açısından tehdit oluşturuyor. Bu durum her an yeni bulaşıcı hastalıklar için risk yaratıyor.

Fotoğraf: DHA

Deprem bölgesindeki hemen hemen tüm yerleşimlerde evsel atık dağları oluşmuş durumda. Tabii atık miktarını artmasına hatalı yardım politikaları da neden oldu. Yanlış zamanda gönderilen ve hatalı seçilmiş yardım malzemeleri de bölgedeki atık sorununu ağırlaştırdı. Depremlerde ilk üç gün içinde bölgeye su, soğuk sandviç, iklim koşullarına göre termal nitelikli iç çamaşırı ve çorap, battaniye, bebek maması, bebek bezi, kadın pedi, el feneri, şarj cihazı gibi malzemeler gönderilmesi gerekirken tüm ülkeden panik halinde bir anda çeşitli sınıf giysi malzemeleri bölgeye yığıldı. Oysa ilk günlerde depremzedeler, yardım gönüllüleri ile yakınlarının kurtarılması için enkaz başında olduğundan ve bu malzemeleri depolayacak personel ve alt yapı olmadığından hemen hemen hepsi bir anda çöpe dönüştü.

Şimdi evsel atıkların bir an önce bertaraf edilmesi gerekiyor. Çünkü zaman geçtikçe bu atıklarda kokuşma başlayacak, kemirgenler üreyecek, başıboş hayvanlar bu atıkların başına toplanacak. Bu durum başta şüpheli ısırıklar olmak üzere yeni bulaşıcı hastalıklar sorununa yol açacak.

Çok sayıda yerleşim yerinde hala elektrik yok ve buna bağlı olarak soğuk zinciri oluşturarak güvenli gıda nakli konusunda sıkıntılar sürüyor. Ayrıca elektriğin olmaması yeni yeni kurulmaya başlanan çadır kentlerde güvenlik sorunları yarattığı gibi özellikle gece gereksinim duyulan ısınma sorununun da çözümünü zorlaştırıyor. Elektrikli ısıtıcılar kullanılamadığı için çadırlar odun ve kömürle ısıtılmaya çalışılıyor. Bu durum özellikle çadır yangınları riskini artırırken, TTB adına bölgede gözlem yapan uzmanların gözlemlerine göre yanlış baca uygulamaları ve meteorolojik koşullar nedeniyle de karbon monoksit zehirlenme vakaları da yaşanmaya başladı.

Fotoğraf: Mehmet Ali Özcan – Anadolu Ajansı 

TTB adına bölgede gözlem yapan uzmanların gözlemlediği diğer bir deprem bölgesinin ikinci hafta sorunları içinde hava kirliliği ve asbest kirliliği yer alıyor. Zaten deprem öncesi bölgedeki kömürlü termik santraller ve ısınma amaçlı olarak çok yoğun fosil yakıtların kullanılması nedeniyle yaşanan hava kirliliği deprem sonrası da artarak devam ediyor. Bunun üzerine enkaz kaldırma çalışmalarının gerekli önlemler alınmadan başlaması ile artan tozluluk da eklendi. Bu durum özellikle asbest açısından sağlık risklerini de artırdı.

Asbest ucuz ve doğada çok bulunan iyi bir yalıtkan olduğundan her alanda olduğu gibi binalarda da yoğun olarak kullanılmış. DSÖ’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) asbesti insanlar için kesin kanserojen bir madde olarak sınıflaması ile birlikte 1990’lı yıllardan sonra bilindiği gibi birçok ülkede kullanımı yasaklandı.

Ülkemizde de kullanımı 2010 yılından bu yana yasak. Ancak yıkılan ve acele ile enkazı kaldırılan binaların 2010 yılından önce yapılanlarının tamamında asbest kullanılmış. Şimdi enkaz kaldırma sırasında asbest lifleri havaya karışıyor. Ortalama olarak 3 mikron boyunda ve 0.01 mikron eninde olan asbest lifleri yer çekimi ile çökmediği gibi, meteorolojik koşullar ile kilometrelerce uzağa taşınabiliyor. İnsanda asbestosis, akciğer kanseri ve akciğer zarı kanseri olan mezotelioma’ya neden olabiliyor ve bu lifler solunum ile kolayca alınabiliyor. Bu hastalıkların gelişme süresi ise 10 yıldan 30 yıla kadar uzayabiliyor. Korunmak için ise enkazların iyice sulandıktan sonra kaldırılması ve enkaz kaldırma işinde çalışan görevlilerin mutlaka FFP 3 gibi filtreli maskeler kullanması gerekiyor. Enkaz çevresindekilerin de filtreli maske kullanması; eğer sağlanamıyorsa çift kat cerrahi maske kullanması şart.

Ayrıca kaldırılan molozların da daha önceden belirlenmiş olması gereken, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ve tarım alanlarının uzağında ve geçirgen olmayan bir zemine sahip bölgelere depolanması gerekiyor. Ancak bunun böyle olmadığı TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası’nın açıklamasından anlaşılıyor. Oda’nın yaptığı açıklamaya göre Kahramanmaraş’ta kaldırılan molozlar yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını kirletecek şekilde Sır Barajı’nın su toplama havzası üzerine dökülüyor. Enkaz kaldırmada asbest kirliliğine karşı önlemler alınmazsa depremden 30 yıl sonra bu sefer asbestin neden olduğu sağlık sorunları ile yüzleşmemiz kaçınılmaz.

Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 16’sının yaşadığı, tarımsal üretimimizin yüzde 12’nin yapıldığı bölgede tarım açısından bu yılın kaybedileceği kesin gibi…

Birçok tarımsal alet ve malzeme yaşanan depremde yok oldu. Köylerde tarımsal üretim için iş gücünün çok önemli bir kısmını kaybettik. Hayvancılık da büyük darbe aldı. Birçok büyükbaş ve küçükbaş hayvan telef olurken kalanlar için ise yem sıkıntısı baş gösterdi. Önümüzdeki aylarda tüm ülke olarak bunun olumsuz etkilerini de yaşayacağız. Zaten gıda enflasyonu açısından dünyada ilk on ülke arasında ülkemizde bu üretim kaybının da gıda enflasyonunu artırması kaçınılmaz…

Büyük bir afet yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Üstelik hala koordine olabilmiş değiliz. Karşılaştığımız ve gelecekte karşılaşacağımız ikincil sorunlar ile mücadele edebilir, büyük yıkımın yaralarını sarabiliriz. Ancak tek bir şartla; bilimin yolundan giderek, yeni yerleşimleri aceleye getirmeden kurarak ve iyi koordine olarak…

Yıllar boyunca bu depremin yıkıcı sonuçları ve ikincil uzantıları ile mücadele edeceğiz; kayıplarımızı ve enkaz altından kurtaramadıklarımızı hiç unutmadan…

Paylaş
Yazar:
Ahmet Soysal