aatauz@yahoo.com
Türkiye’nin her yerinde “belediye” dediğimiz yerel-kamusal örgüt, 19’uncu yüzyılın son çeyreğinden beri bu topraklardaki tarihinin her döneminde, hemşerileri için bir şeylere karar verir ve yapar. Beğenmezse değiştirir ve yıkar, yeniden yapar. Seçilmiş bir yönetim olarak bu, onun “demokratik” hakkı olmalı! Kentlilerin ödediği vergiler ve yine elbette kamusal kaynaklardan sağlanan gelirlerden oluşan ve büyük bir bütçesi olan kamusal bir kuruluş olarak parasını nereye harcamak isterse oraya harcar! Bunlar “mevsim normalleri” olarak, kentliler tarafından sessizce kabul edilir ve kent yaşamı böylece uyum içinde “yuvarlanır gider”.
Ancak burada bazı zamanlarda farklı durumlar olur. Fark, iki kaynaktan gelen seslerden duyulur:
Aslında dünyanın bütün kentlerinde de, özellikle devrimci mücadelenin güçlü olduğu ülkelerde/ genellikle Latin Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde kentlilerin demokrasiyi daha dolaysız/ doğrudan ve canlı/ gerçek bir biçimde yaşama isteği son derece dinamikti. Çevrelerine sahip çıkan, ekolojik sorunları gören ve dayanışmacı ve katılımcı toplumsal tekniklerle kente dair kararların alınmasında ve uygulanmasında yeni bir yerel yönetim anlayışı geliştirmeye başladılar. Türkiye’de de yerel yönetimlerle ilgili bu yeni anlayışla bazı yerlerde demokrasinin aşağıdan yukarıya doğru kurulmasıyla ilgili arayışlar başladı. Hemşeri demokrasisinin bazı güçlü örnekleri sayılabilecek (en önemlisi Fatsa belediyesi olmak üzere) deneyimler yaşandı.
Kent toplumunun tabanından gelen istek katılım ve çaba-dayanışma ile kurulmak istenilen demokrasi arayışına şimdilik “aşağıdan yukarıya doğru yerel demokrasi arayışı” diyelim. Bu, dinamik bir biçimde kent halkının bütün kararları birlikte oluşturduğu-uyguladığı ve denetlediği, “temsili olmayan”/ yerel-doğrudan demokrasi olarak düşünülebilir.
Ancak kent yönetimine bu yaklaşım henüz gelişme aşamasında. Bu nedenle bu deneyimleri, birçok kuramsal ve pratik sorun ile ilgili yanıtları düzenli bir biçimde ayrıntılandıramamış ve sistemleştirememiş bir arayış olarak düşünmek gerekecek.
Bu modele de “yukarıdan aşağıya doğru yerel demokrasi” arayışı diyelim. Bu modelin en temel özelliklerinden birinin temsili demokrasinin kurallarına göre belediyelerde oluşmuş iktidarların kendi kent toplumlarına bazı kararların verilmesinde yine kendi koymuş oldukları kurallara göre “katılım” hakkı vermeleri olduğu söylenebilir. Bu katlımın hakkının ne zaman, hangi tür olaylarda/ projede ve ne tür koşulların sınırı içinde verileceği iktidardaki belediye yöneticilerine kalmış bir konudur. Kent toplumunun da kendilerine verilmiş bu “katılım” hakkını kullanıp kullanmayacakları, kullanmaları durumunda bunun nasıl işlevsel olabileceği vb. konularında bilinmezlikler (ve isteksizlik) içinde oldukları söylenebilir.
Gerçi bazı sosyal demokrat belediyelerin gerçekten içten ve gerçekten güçlü bir arayışla bu modeli iyi işlettikleri ve iyi sonuçlar aldıkları örnekler de var. Bu çalışmalara gereken önemi verip, her birini ayrıntılı bir örnek olay olarak çalışmak ve Türkiye yerel demokrasi arayışları tarihindeki yerini bulmasın sağlamak görevi henüz gerçekleştirilmedi.
Bu iki modelin en çarpıcı özelliklerini belki şöyle özetleyebiliriz:
Görüleceği gibi “sosyal demokrat” belediyelerin yakın zamanda geliştirdikleri “katılım” düzenekleri, pek fazla demokratik bir içtenlik yansıtmayan, çok eğreti ve çok yüzeysel mekanizmalar. Burada, yerel bir demokrasi isteniyormuş gibi bir izlenim yaratmanın daha çok önemsendiği düşünülebilir.
Yukarıdaki karşılaştırmalarda, henüz tam nitelikleri hakkında çok az şey öğrenebildiğimiz ve yöneticileri de toplumları da Kürt olduğu için yıkılmış ve kayyımlaştırılmış belediye örnekleri yok. Belki her iki modele de uyan yönleri olan alternatif modeller olabilirler? Karşılaştırmalar böylece, daha da genişletilebilir.
Ancak bitirmeden önce özetleyecek olursak, aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağı arayışların, bugünün Türkiye’sinde henüz birbirlerinden tam olarak kopuk ve ilişkilenmemiş bir durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Aşağıdan yukarı yerel demokrasilerin düşünülmesinde ve kuramsallaştırılmasında henüz oldukça başlangıç aşamalarında bulunulduğunu varsayarsak şimdilik yukarıdan aşağıya demokrasilerin kurulabilme arayışı üzerinde daha çok durabiliriz. Eğer gerçekten bazı belediyelerde demokratik arayış bir içtenlik taşıyorsa bunu, yerel sivil toplumlar ya da yerel inisiyatiflerle belediyelerin, (eşitsiz durumu ve hiyerarşiyi aşamayı önemseme koşuluyla) daha çok ilişkiyle gelişebileceğini düşünebiliriz. Bu süreç, her iki taraf için de zor, ama öğretici olabilir. Taraflar için temel korku belki de şöyle oluşmakta:
Belirli bir bürokrasisi ve siyasi parti önceliği olan belediye, STK’ları/ inisiyatifleri güvenilmez, çok kırılgan ve geçici, belediye kaynaklarını bir sonuca ulaştıramadan harcatabilecek/ ne istediğini hiçbir zaman tam olarak bilmeyen ve her kafadan bir ses çıkartan bir “başıbozuk” ordusu olarak görüyor.
Yerel topluluklar ise belediyeyi çok büyük, hiyerarşik ve manipülatif, yukarıdan bakan ve emir veren, bütçesi olduğu için istediklerini dikte edebilen ve sonuç olarak seçimlerde oy sağlamayı önceleyen bir eğilimle davranan, güvenilmez bir “büyük ağabey” olarak görüyorlar.
Oysa belki bu iki farklı tür örgütlenmenin ilişkilenebilmesiyle, birçok özgün durumda, çok farklı enerjilerin yaratılması ve yeni düşüncelerin/ deneyimlerin gelişmesi söz konusu olabilir?
*
[1] Yönetimin yerelleşerek, kent halkının kendisine ait karaları vermesi/ kendisini yönetmesiyle ilgili ilk önemli olayın/ örneğin 1871 Paris Komünü (belediyesi) deneyimi olduğunu düşünebiliriz, ama aradaki büyük zaman kopuklukları nedeniyl, bu uzun tartışmayı yapmadan, 20. Yüzyıl’ın son çeyreğine atlamak, doğru olmasa da, kısa bir yazının gerektirdiği bir kestirme olacak.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…