Editörün Seçtikleriİklim KriziKentManşetYerel

Terk edilen bir köyün öyküsü: Lübbey’de dönüşüm mümkün mü, nasıl?

0

Haber: Melisa GÖNEN

*

İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı Lübbey, dağın yamacına sıra sıra dizili terk edilmiş evleriyle bilinen bir kışlak dağ köyü. “Hayalet köy”, “satılık köy” gibi isimlerle de anılan köy, medyada ve halk arasında yayılan korku hikayeleri nedeniyle birçok ziyaretçinin ilgisini çekiyor.

Lübbey’de sözde “hayalet”  hikayelerinden daha korkutucu olan şey ise iklim değişikliğine bağlı yağış rejimindeki değişiklikler ve köyün halen yaşadığı göç dinamikleri.

Yeşil Gazete için  ziyaret ettiğimiz, sokaklarında gezdiğimiz Lübbey köyünde yaşanan göç sürecinin iklim değişikliğiyle ilişkisini; kentlilerin köydeki evleri satın almasıyla köyde başlayan mekânsal dönüşüm ve tersine göç sürecini bağımsız araştırmacı, sosyolog Dr. Baran Alp Uncu ve göç sosyolojisi, çevre sosyolojisi alanlarında çalışan ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde Doktora Adayı Barış Can Sever’le konuştuk.

Batı Anadolu’da Küçük Menderes havzasında, İzmir ili sınırları içerisinde yer alan Ödemiş ilçe merkezinden yaklaşık 13 kilometre uzaklıkta olan Lübbey (kışlağı) köyündeyiz. Köyün 5 kilometre kuzeyinde Çamyayla bulunuyor. Evler kullanılmaz durumda, yıkılmayan duvarların üzerindeki pencerelerden köyün eski sakinlerinin bir zamanlar evin içinden izlediği aynı manzaraya bakmak hala mümkün. Taşlarla oluşturulmuş dar, uzun patikaların arasında dolaşmak, evlerin arasında yürümek, zamana direnen meyve ağaçlarına rastlamak, yüksek bir noktada durup köyü boylu boyunca izlemek huzur veriyor. Peki muhteşem doğası, kendine has mimarisiyle baş başa kalmış bu köy neden terk edilmiş?

Lübbey halkı geçmişte çetin kış şartlarına karşı daha korunaklı bir yamaçta konumlanan köylerinde kışı geçirip sıcaklığın arttığı yaz aylarında Çamyayla’ya göç ederek yarı göçebe bir hayat sürdürüyordu. İklim değişikliğinin etkisiyle bölgeye kar yağışlarının azalması, kışların daha ılıman geçmesi Lübbey’in kışlak bir köy olarak kullanılma pratiklerini değiştirmeye başladı. Çamyayla’ya elektrik ve içme suyu şebekesinin daha erken ulaşması, ulaşımın kolaylığı, arazinin daha az eğimli ve tarıma elverişli olması gibi nedenlerle de 1960’lı yıllardan başlayarak Lübbey halkı, Çamyayla’ya taşınmaya başladı.

Köy zamanla boşaldı, bir süre köyde yalnızca birkaç yaşlı insan yaşadı. Şimdilerde bir vasiyet üzerine hala çalışır vaziyette olan bir köy kahvesi, bir butik otel ve butik otele ait bir kahvaltı evi bulunuyor. Bu evlerden birini satın alan ve şehirden köye taşınan Ahmet Sungu’ya satın alıp restore ettiği evin bahçesine ağaç fideleri dikerken rastlıyoruz. Köyde yaşanacağı öngörülen değişimin ve tersine göç hareketinin izleri Ahmet Sungu ile yaptığımız görüşmede de hissediliyor. Ahmet Sungu, Lübbey’e taşınma sürecini şöyle anlatıyor:

Halkı olmayan köye turist akını

“Evimi 2015 yılında aldım. Bir gün emekli olduğumda kafa dinlemek için gelirim, diye düşündüm. Şehirde, Ödemiş’te oturuyorum. Ama buraya çok fazla insan gelmeye başladı. Turistik anlamda ciddi bir talep var. Dünyanın pek çok ülkesinden geliyorlar. Buradaki butik otelde kalanlar oluyor. Burası geçmişi olan bir yer, evleri gördüğünüzde bunu anlıyorsunuz. Hiç yeni yapının olmaması, halkın buradan taşınması, büyük bir etken. Önceden bizim de eski bir evimiz vardı babaannemin köyünde. Ama zamanla köydeki yapılar değişti, şehirlerdeki evlere benzediler. Ben aslen Bayındırlıyım, tıpkı burası gibi orada da köyler boşaldı. Farklı internet platformlarında satılık köy evlerine ulaşmak çok kolay hale geldi. Farklı şehirlerde yaşayanlar kolayca ilanlara ulaşabiliyor. Köylüler şehir özlemi şehirliler köy özlemi çekiyor.”

Günümüzde köyde açık vaziyette olan ve ziyaretçileri karşılayan iki işletme bulunuyor. Mehmet Güler 2006 yılından beri köy kahvesini, Muzaffer ve Gönül Coşut çifti ise butik oteli ve kahvaltı evini işletiyor. Köye gelen ziyaretçileri karşılayan esnaf, köye her gün gidiyor ve tekrar Ödemiş’e dönüyor. Bizi kahvenin kapısında karşılayan ve köy hakkındaki sorularımızı demlediği çay eşliğinde yanıtlayan Mehmet Güler, köy kahvesinin son sahibinin vasiyeti üzerine kahvenin hala açık olduğunu anlatıyor.

2006 yılında kahveyi devralan Mehmet Güler’in işlettiği kahve, ziyaretçilerin sohbet ettiği, köy hakkında bilgi aldığı bir mekan olarak hafızayı canlı tutmaya devam ediyor.  Güler, 2018 yılının haziran ayında Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un tarihi dokusu nedeniyle SİT alanı olan Lübbey’i ziyareti sonrasında köyün aslına uygun olarak restore edileceğini söylediğini; ancak köyde bir çalışma başlamadığını anlatıyor. Köydeki esnafın talebi,  köyün sokaklarında insanların tekrar dolaşması ve evlerin aslına uygun restore edilmesi.

‘Çevresel adalet yaklaşımlarını göz önünde bulundurmalıyız’

Doğası ve tarihiyle yapısı bozulmamış köylerden biri olan Lübbey’i nasıl bir dönüşüm süreci bekliyor; iklim değişikliği, tersine göç, mekan aidiyeti, yerel yönetim politikalarına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Barış Can Sever köylerdeki tarım ve hayvancılığın bölgenin şartları göz önüne alınarak desteklenmemesinin veya desteklerin geç ulaştırılmasının politik arka planı olduğunu belirtiyor:

“Türkiye’nin kırsal dönüşümünde son 30-40 yılda özellikle kırsal üretimle geçimlerini sağlayan köylüler sosyoekonomik olarak kendine yeterli olamayan bir noktaya geldi. Lübbey’de evi olan köylünün kullanılmaz durumda olan bir evi tek başına restore etmesi çok mümkün gözükmüyor. Bu nedenle kentte elinde bir miktar sermayesi olan biri köydeki evlerden birini satın alıp restore edip köyün sosyokültürel ilişkilerini ve gidişatını etkileyebilme potansiyeline sahip”

Barış Can Sever terk edilmeye yüz tutmuş köylerin durumunu, Türkiye’de yaşanan kırdan kente göç akımları, neoliberal kentleşme ve bu akımları destekleyen politikalardan bağımsız ele alamayacağımızı anlatıyor:

“1980 sonrası dönemde piyasa odaklı politikaların kırda ve kentte faaliyete geçirilmesinin bir sonraki aşaması da 90’lar sonu ve 2000’lerin başıyla beraber geliyor. Ticaret, tüketim ve mülkiyet üzerinden tasarlanan bir sosyal ortamda, ekolojinin ve emekçi grupların örselenmesi açısından devlet-şirketler ağının yarattığı hegemonya, kırsal haneleri güvencesiz bir şekilde kendi kaderiyle baş başa bırakıyor. 2000’lerden günümüze, içerisinde yer aldığımız bu dönemin idari anlamda yarattığı etkiler açısından örneğin köy okullarının kapatılması ve büyükşehir yasasıyla köylerin mahalleye dönüştürülmesi, kırsal alana ve üretime verilmeyen değeri de gözler önüne seriyor. Kırsal haneler kendilerini desteklemekten uzak yerel ve ulusal neoliberal mekanizmaların etkisi altında, gelir kaynaklarına ve göçe ilişkin kararları belirsizliği yüksek bir yaşam çerçevesinde almak zorunda kalıyor. Lübbey köyünü ve benzerlerini araştırırken ve bu alanlara dair yeni adımlar atılırken kırsal, sosyoekonomik ve çevresel adalet yaklaşımlarını mutlaka göz önünde bulundurmalıyız.”

Lübbey Köyü’nde yaşanan göçü doğrudan ve sadece iklim değişikliğiyle açıklamak doğru olmasa da azalan kar yağışları nedeniyle köy halkının hem yaz hem de kış dönemlerinde tarımla uğraşmak ve altyapı olanaklarından faydalanmak için Çamyayla’yı tercih etmesi, bir “iklim hareketliliği( climate mobility) hali yarattığından söz etmek mümkün.

Sever’e göre, Lübbey’deki göçün, zorunlu ve gönüllü unsurların iç içe geçtiği ve birlikte değerlendirilebileceği bir iklim hareketliliği örneği olma potansiyeli var:

“Lübbey’de hem iklim değişimine, ekonomiye, altyapı olanaklarına bağlı zorunlu koşullar var hem de hareket edebilen özneler açısından tercihe dayalı bir hareketlilik söz konusu.  Çamyayla’nın olmadığı bir senaryoyu düşündüğümüzde, Lübbey köylüleri iklim özelliklerinin değişmesine ve tarım pratiklerinin zorlaşmasına rağmen bir hareketsizlik de yaşayabilir; mevcut şartlarla yaşamak durumunda kalabilirlerdi.”

İklim göçünün arka planı

İklim göçünün arka planının çok karmaşık olduğunu, bu dinamiğin birden fazla faktörü barındırabileceğini aktaran Baran Alp Uncu ise göçün mekânsal aidiyet, yer duygusu, topluluk katılımı gibi olguları nasıl etkilediğini, iklim bağlamında açıklıyor:

“Öncelikle iklim ve göç arasında oldukça karmaşık bir ilişki bulunuyor. Şüphesiz iklim değişikliğine bağlı aşırı hava olaylarının sonuçları göç nedenlerinden biri. Sıcaklık artışı, kuraklık gibi olaylar nedeniyle tarım faaliyetleri ve su varlığı doğrudan etkilenmekte. Bu da özellikle geçimlerini doğrudan doğaya bağlı olarak sürdüren, geçimlerini tarım, ormancılık, balıkçılık gibi faaliyetlerden sağlayan toplulukların yaşamlarını güçleştiriyor. Ancak küçük çiftçiler, balıkçılar gibi bu grupların çoğunluğu halihazırda dezavantajlı durumdalar. Göç ise maddi ve ilişkisel birçok kaynağı gerektiriyor. Böylelikle iklim değişikliğinin etkilerinden olumsuz yönde etkilenseler de kalıcı ve uzun mesafeli biçimde göç edememeleriyle sonuçlanıyor. Bunun yaşadıkları yerlere yakın ve iş olanaklarının olduğu yerlere çoğunlukla hanelerden bazı kişilerin kısa dönemli, geçici ve mevsimsel göçleri gerçekleşiyor.”

Uncu, iklim değişikliğinin diğer birçok siyasi, sosyal ve ekonomik adaletsizlikle birleşerek insanların yaşamlarını derinden etkilediğini de vurguluyor:

“Geçim kaynaklarının ve suların kaybı insan topluluklarının nesiller boyu yaşadıkları yerlerde hayatta kalmalarını zorlaştırıyor. Buna iklim değişikliğiyle beraber ekolojik yıkımın farklı boyutlarına katkı veren madenler, termik santraller, barajlar, yol ve diğer altyapı projeleri nedeniyle yerinden edilenleri eklemek gerekir. Yerinden edilen topluluklar sadece geçimliklerini kaybetmiyorlar ve yoksullaşmıyorlar. Aynı zamanda kültürel varlıkları zarar görüyor, sosyal ilişki ve ağlarından da oluyor”

“Lübbey’le şehir plancıları, sosyologlar, çevre mühendisleri ilgilenmeli’ 

Barış Can Sever’e göre mekansal aidiyet ve mekana ait hissetmeyi sağlayan faktörler topluluğun yapısıyla yakından ilişkili, topluluğun ardında bıraktığı mekanda yaşanacak dönüşümün etkileri kapsamlı bir çalışmayla açıklanabilir:

“Lübbey köyünde yaşanan göç dinamiklerini açıklamak için topluluğun yapısını dikkate alarak zamana yayılan detaylı saha araştırmaları yapılmalı. Köyde yaşanmaya başlayan değişim dönüşüm sürecinin köyü ardında bırakan ancak köyle bağ kurmuş kişileri nasıl etkileyeceği de değerlendirilmeli. Köyün “şeyleşmediği”, metalaşmadığı, ticarileşmediği bir dönüşüm sürecinin yaşanıp yaşanmayacağı üzerine farklı disiplinleri kapsamına alan bir değerlendirme süreci gerekiyor. Lübbey, şehir plancılarının, sosyologların, çevre mühendislerinin ilgilenmesi gereken bir köy. ”

Tersine göç kavramının literatürde farklı tanımları olduğunu açıklayan Sever, kente göç eden kişilerin daha önce yaşadıkları kırsal alana tekrar dönmeleri şeklinde açıklanabileceği gibi kentlilerin daha önce yaşamadıkları kırsal alanlara göç etmesinin de tersine göç olarak nitelendirilebileceğini belirtiyor; kırsal alanların çekici faktörlerine ise söyle değiniyor:

“Özellikle büyük şehirlerde insanların kaotik kent yaşamından çıkıp daha sakin mekan arayışında olduklarını görüyoruz. Temiz hava, sakin yaşam kentli insanlar arasında konuşulan kavramlar haline geldi. Kent olanaklarından yeni faydalanmaya başlayan kişiler için bu kavramlar geri planda kalabilse de, daha sağlıklı koşulları tanımlayan bu kavramlar uzun yıllar kentte yaşamış kişiler için aranan nitelikleri tanımlıyor. Ancak aranan nitelikleri barındıran Lübbey gibi kırsal mekanlara mülkiyet üzerinden tasarlanmış bir taşınma süreci belirli bir sosyoekonomik birikimi de gerektiriyor.”

‘Köyün metalaşma ve ticarileşme süreci  yerel yönetimin tavrına bağlı’  

Lübbey köyünün sosyal medyada gündeme gelmesi, gezginler, fotoğrafçılar ve basın mensupları tarafından ziyaret edilmesi köyde yaşanan “ticarileşme” sürecinin en göze çarpan göstergelerinden. Sever, Lübbey gibi yeni bir dönüşüm potansiyeli taşıyan köylerin bir yatırım alanı olarak görüldüğünü ve köyde yaşanacağı öngörülen dönüşümün, köye gelen/gelecek kişilerin profili doğrultusunda şekilleneceğini değerlendiriyor:

“Türkiye’de insanlar özel mülkiyet edinerek ve finansal araçlarla sermayesini artırmaya çalışıyor. Orta sınıfın sosyoekonomik olarak daha da zayıfladığı bir süreçte bu tarz tanıtımların yapıldığı mekanları bir yatırım aracı olarak görenler toplumsal refahı hesaba katmayan bir güçlenme eğiliminde oluyor. Köyler daha sağlıklı, adil ve ekolojik bir yaşam mekanı olarak düşünülmekten ziyade yatırım yapılmaya değer potansiyeli olup olmadığı üzerinden değerlendiriliyor. Bir tarafta insanlar doğal yaşam pratiklerini uygulamak, kentten uzaklaşmak için yeni mekan arayışlarına girerken diğer tarafta da kapitalist ve mülkiyetçi bir anlayışın işlemeye devam ettiğini görmek gerek. Merkezi ve yerel yönetimlerin köylüyü çeşitli kaynaklarla destekleyip köylünün yeniden yapılanma sürecine dahil olmasını sağlaması da bir seçenek olabilir. Köydeki ev sahiplerinin taleplerini, mekana yönelik hayalini bilmek de önemli. Köyün metalaşma ve ticarileşme süreci geçirip geçirmeyeceği birçok faktöre bağlı, yerel yönetim de bu faktörlerden biri.”

Lübbey Köyü’nde yaşanabilecek dönüşüm hareketine dair bir projeksiyon ortaya çıkarmak gerekiyor:

“Alternatif politikalar üreten yerel yönetimlerin mevcut siyasi rejim nedeniyle gerekli fonlara, desteklere ulaşamayabildiğini de belirten Sever, “Ancak bu kısıtlara bakmaksızın Lübbey’in doğası, tarihi ve tüm canlılığıyla korunmasını teşvik edecek bir program ve uzun vadeli bir süreç yürütmek gerekiyor. Bu sürecin, özel girişimlerle mülkiyete yatırım ve ticarileşme anlayışıyla sürdürülebilir olamayacağını söylemek gerekiyor” diyor.

‘Dar gelirliler, yaşam alanlarından dışlanıyor’

Kentte yaşayan bireylerin kırsal alanlara göç etme tercihlerini belirleyen faktörleri yorumlayan Dr. Baran Alp Uncu da  tersine göç için tercih edilen köylerde, sahil kasabalarında mekânsal adaletsizliğin ortaya çıkabileceğine değiniyor:

“İstanbul, 2015’ten itibaren -2018 dışında- aldığı göçten fazlasını vermeye başladı. 2023’te de İstanbul’un nüfusunda az da olsa küçülme yaşandı. Barınma sorunu, pahalılık, iş piyasasındaki daralmalar ve rekabet, deprem, hava kirliliği, trafik, yeşil alanların azalması gibi özellikle metropollerde yaşam kalitesini düşüren ve yaşamı zorlaştıran birçok farklı etkenin -pandemiyle beraber daha da yoğunlaşmasıyla beraber- daha küçük kentlere ve kıra göç etme isteğini artırdığını varsayabiliriz. Bununla birlikte sosyo-ekonomik gruplar arasında tersine göçle ilgili farklı motivasyon ve hareket biçimleri bulunuyor. Aralarında belirli meslek gruplarına ait emeklilerin de bulunduğu üst gelir gruplarının özellikle Ege ve Akdeniz’de sahil bölgelerine yerleşim eğilimi yükselmiş durumda. Bu durum, kent ve kır arasındaki ilişkilerin çeşitlenmesi ve yoğunlaşması gibi olumlu sonuçlar üretiyor olsa da sosyal ve ekolojik bakımından olumsuz etkiler de içerebilir. Örneğin artan taleple birlikte bu yerleşim yerlerinde arsa ve konut fiyatlarının yükselmesi, arsaların birer yatırım ve birikim aracına dönüşmesine, dar gelirlilerin içinde doğup büyüdükleri mekânlardan dışlanmalarına yol açabilir. Ekolojik olarak, ekolojik dengeyi korumaya yönelik bütüncül bir planlama olmadan gelişen süreç boyunca değişen tüketim davranışları ve artan nüfus, zaten baskı altında olan kaynakların daha da çok tüketilmesine ve ekolojik tahribatın artmasına neden oluyor.”

Yerel yönetimler olası bir göç dalgasına hazırlıklı mı, tersine göç hareketi toplumsal ve ekolojik sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir mi sorularımıza Uncu’nun yanıtı şöyle:

“Gerek iklim değişikliğinin etkilerine karşı gerekse madenler, termik santraller gibi ekolojik yıkıma neden olan projelere karşı yerel ekonomilerin farklı alanlardaki faaliyetlerle çeşitlendirilmesi ve güçlendirilmesi kritik bir öneme sahip. Özellikle Ege ve Akdeniz’de yerel ekonomilerin dirençliliğini artırmak ya da Lübbey örneğinde olduğu gibi iklim değişikliğinin yanı sıra diğer etkenlerle terk edilen köylerin tekrar canlandırılması için gerekli alternatif ekonomik faaliyetler arasında turizm önemli bir yer tutuyor. Ancak konvansiyonel kitlesel turizm anlayışı su gibi kaynakların aşırı tüketimine, karbon salımı artışına, ekolojik dengenin bozulmasına, yerel kültürün pazarlanan bir metaya dönüşmesine yol açarken yerel kültürel varlığın ve sosyal ilişkilerin piyasa ilişkileri çerçevesinde çeşitli adaletsizliklere yol açacak biçimde yeniden tanımlanmasına hizmet ediyor. Turizmin çevresel adaleti sağlamaya katkı verecek bir faaliyet olabilmesi için ekolojik dengeyi ve biyoçeşitliliği korumayı ön plana alan, yenilenebilir kaynakların kullanımına dayalı, yerel yaşama ve kültüre saygılı ve yerellerin refahını önceleyen bir anlayışla yapılması gerekiyor.”

You may also like

Comments

Comments are closed.