Kategoriler: Dış Köşe

Taşrada ’19 Mayıs sıkıntısı’ – Kürşat Bumin

Yazının başlığını o güzel filmin adından (bolca!) esinlenerek oluşturmam umarım değerli yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın canını sıkmamıştır.

Taşrada “19 Mayıs sıkıntısı”, “bir zamanlar” gerçekten önemli bir toplumsal ruh haline işaret ederdi. Bu sıkıntının bugün ne merkezde olduğunu tam olarak bilmesem de tahminim derecesinin çok da aşağıya inmediği yönündedir.

Orta öğrenimini bir taşra lisesinde tamamlamış birisi olarak iyi hatırlıyorum. “19 Mayıs Kutlamaları”nın tarihi yaklaştıkça alışılmamış bir hareketlilik yaşanmaya başlardı. Söz ettiğimiz “sıkıntı” orta öğretim kurumlarının (özellikle liseye tekabül eden bölümü) erkek öğrencilerini teğet geçip sadece kız öğrencilerinin üzerine çökerdi. Tahmin ediyorsunuzdur artık; yaklaşan bayram kutlamalarında yer alıp sonra şehir merkezinde düzenlenen resmi geçitte yer alacak kız öğrencilerin hiç değilse küçümsenmeyecek bir bölümünü saran bır sıkıntı idi bu.

Neden? Çünkü Mayıs ayının ufukta görünmesiyle birlikte memleketçe bu tören ve resmi geçitlerle ilgili bir sorunun cevabı beklenirdi. Şu sorunun yani: Acaba bu yılki törenlere katılacak kız öğrencilerin “etek boyları” nasıl olacak?

Abartmış olmayayım ama bu memleket ahalisinin enerjisinin önemli bir bölümünü de bu soru ve cevabı etrafında yaşanan tartışmaların alıp götürmüştür…

“Etek-şort boyu” meselesi çok önemliydi, çünkü taşrada o zamanlar (şimdi de farklı mı?) diz üstünde etek-şort giyilmesi ancak 19 Mayıs bayramlarında karşılaşılan bir tercihti.

“Etek-şort boyu”na isyan eden veliler vakit geçirmeden mayısın ikinci haftasından itibaren doktor peşinde koşmaya başlarlardı. Bayram gösterisinin provaları başlamış olsa bile, bu ön hazırlıklar “etek-şort boyu” mecburiyeti dışında tutulduğu için ayın ikinci haftası en uygun zaman olarak görülürdü.

Yeri gelmişken bilmeyenler için hatırlatayım: 19 Mayıs kutlamalarına katılmamak ağır disiplin cezalarını gerektiren bir davranıştı.

Böylece, doktor yakını bulunanlardan başlamak üzere mayıs ayı epeyce sayıda kız öğrencinin “hasta” düştüğü dönem olurdu.

Orte öğretimin bütün kız öğrencilerinin bayram kaçağı olduğunu ya da daha doğrusu bayramdan kaçmak istediğini söylüyor değilim tabii ki. Önemli bir bölümü diyelim.

Peki ya törene katılanlar? Benim gözlemim bu katılımcılar açısından da genel manzaranın hiç de iç açıcı olmadığı yönündeydi. Çünkü (düşünün!) taşradasınız ve söz konusu “etek-şort boyu” ile ilk kez karşılaşan bir erkekler korosunun önünde resmi geçit yapıyorsunuz… O şartlar altında ne büyük bir azap… Yine abartmış olmayıyım ama, 19 Mayıs törenlerinin bu faslı ülkedeki “ilerici-muhafazar” ikiciliğinin pratiğe dökülmüş iyi bir örneğini teşkil ediyordu.

Şimdi, MEB’den geçen gün açıklanan bir açıklamaya göre bu törenler bundan böyle artık sadece Ankara’da yapılacak. Bu değişikliğin gerekçesinde sözünü ettiğim “problem”in adı geçmese de benim kanaatim onun da alınan kararda önemli bir yeri olduğu doğrultusunda.

Değişiklik19 Mayıs Bayramı kutlamalarında özellikle 12 Eylül’den sonra giderek artan gösteri tarzını terk etmek amacını taşıyor. Pek çok kişi ve çevre tarafından haklı olarak desteklenen bu değişiklik, gerçekten de memleketin Kuzey Köre ile karıştırılması tehlikesinin –hiç değilse şekil olarak!- engelleyecek niteliktedir. Yakın zamanda yayınlanan kararname ile MEB’in görevlerine ilişkin yaptığı yeni düzenlemeyle uyum içinde bir değişikliktir. Ancak -yeri gelmişken söyleyelim- bu yenilikler değerli olmakla beraber, “okulda reform”u bu tür kararname ve şekil merkezli düzenlemelerle sınırlı tutmak bu büyük “yara”ya merhem olmayacaktır.

Şimdi de gelelim bu son değişikliğin bana çağrıştırdığı bir başka konuya:

Geçen yaz Fransa’da Yeşiller’in cumhurbaşkanı seçimlerindeki adayı olan Eva Joly, 14 Temmuz kutlamalarının hemen ardından yaptığı bir açıklamada bu kutlamalarda bundan böyle askeri resmi geçit yapılmamasını istedi. Eva Joly, 14 Temmuz bayramında tekrarlanan bu askeri resmi geçit töreninin çok eskiden, sömürgeci Fransa devrinden kaldığını ve bu gösterinin kaldırılma zamanının çoktan geldiğini söylüyordu. Joly’nin 14 Temmuz dolayısıyla Fransa’nın sömürgeci dönemini hatırlatması boşuna değildi, çünkü 1789 Devrimi’nde Bastille Hapishanesi’nin halk tarafından ele geçirildiği bu günün milli bayram olarak kabul edilmesi ancak III: Cumhuriyet döneminde 1880’de mümkün olmuştu.

Aslında Eva Joly, daha önce Paris’in Yeşil temsilcilerinin benzer bir talebini tekrarlıyordu. Bu temsilciler de Fransa’nın bu milli bayramda askeri resmi geçitler düzenlemesine karşı çıkıyor, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın birçok ülkesinde bu tür kutlamaların olmadığını, bu ülkelerde popüler gösterilerle yetinildiğini, askeri resmi geçitlerin genellikle diktatörler tarafından tercih edildiğini açıklamışlardı.

Eva Joly’nün söz konusu talebine tepki büyük oldu. Ülkenin sağ partileri gibi sol partileri de bu öneriyi münasebetsiz buldu. Başbakan Fillon, Eva Joly’nün çifte vatandaşlığından (Norveç-Fransa) bahisle işi “Bu hanımın Fransız tarihine, Fransız değerlerine, Fransız geleneklerine ilişkin kültüre sahip değil” demeye kadar vardırdı. Kimisi Eva Joly’yi “68 artığı” olarak niteledi. Sosyalistlerin François Hollande, Martine Aubry, Segonel Royal gibi ağır topları bile, topu sağın ayağına geçirmemek için Joly’nin teklifini münasebetsiz buldular…

Peki ben şimdi bu tartışmayı niçin hatırlatıyorum? Tahmin etmişsinizdir umarım. Demokrasilerde artık çoktan “tarih olmuş” 19 Mayıs kutlamalarını rafa kaldırmak yetmez, diğer bayram kutlamalarını da militarizmin elinden kurtarmak gerekmiyor mu? Bir demokrasiysek eğer, milli bayramlarda önümüzden geçen tankı-topu, üzerimizden geçen savaş uçakları ve helikopterleri seyre koyulmanın biz yurttaşlar açısından ne gibi bir yararı olabilir? Askeri resmi geçit yoluyla bayram kutlamak civic bilincimizi yükseltmek açısından bir kattı sağlayabilir mi?

yazının devamı:

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=16.01.2012&y=KursatBumi




 

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar