Sanayinin pervasızlığına kurban edilen Ceyhan Nehri

Geçtiğimiz yıl kasım ayının sonunda Adana Ceyhan’daki çoğunluğu merdiven altından hallice işletmelerle dolu bir sanayi bölgesinde büyük bir yangın meydana gelmiş ve bir pestisit fabrikası yanarak büyük bir çevre kirliliği meydana getirmişti. Olay sonrası bölgede arıcılık yapanlar balık ölümlerinden şikâyet etmiş ancak kimse pek ilgilenmemişti. Daha sonra ne yangınla ilgili ne de yangından sonra meydana gelen çevresel kirlilikle ilgili kimsenin bir adım attığı da söylenemez. Çünkü memlekette bir yangın çıkınca yanan yerin sahiplerine mağdur gözüyle bakıldığı için olayın soruşturma kısmı sadece sigortacıları ilgilendiren bir mesele haline dönüşüyor. Dolayısıyla yangındaki ihmal ve bu ihmalin neden olduğu çevre kirliliği arasında ilişki kurmak kimsenin aklına bile gelmiyor.

İşte bu yangından sonra aralık ayının ilk günlerinde Ceyhan Nehri’nde bir anda yüzbinlerce balık ölmüş, nehir katran karasına bürünmüş ağır bir koku tüm bölgeye yayılmış, insanlar zehirlendiklerini ve birkaç gün boyunca bundan etkilendiklerini hem yerel hem de ulusal medyada dile getirmişti. Olayın üzerine çeşitli mercilere şikâyette bulunan vatandaş bakanlık yetkililerinin numune almasını sağlamış ve sonuçlardan kaynaklı olarak sorumluların cezalandırılması için girişimlerde bulunmuştu. Peki, ne mi oldu?

Tarım Bakanlığı: Bir anda binlerce balık eceliyle ölmeye karar verdi

İki farklı bakanlık numune aldı, Tarım Bakanlığından bir bilgi notu geçildi. Bu bilgi notunda telaşa mahal olmadığını, balıkların bir anda eceliyle ölmeye karar verdikleri yazıyordu. Şaka değil. Çevre Bakanlığının aldığı numunelerin sonucuna dair ise herhangi bir emare yok. Belki de örnekler kaybolmuştur, bilemiyoruz. Ya da çöp ithal edip Adana’nın suyunu toprağını zehirleyenlere geçilen kıyağın benzeri geçilmiştir. Hatırlayın geçen yılın başında Greenpeace bu ithal plastik çöplerin dökülüp yakıldığı alanlardan alınan numuneleri dünyanın en güvenilir laboratuvarlarına analiz ettirmiş ve korkunç sonuçlar bulmuştu. Bakanlık da akabinde numune almış ve herhangi bir zehre rastlamadıklarını açıklamıştı. İşin ilginci, bakanlık Greenpeace’in bahsettiği kimyasallara bakmak yerine lisans 2. sınıf düzeyinde bir analiz yaptırmış ve haliyle hiçbir şey bulamamıştı. Siz elma ağacında portakal ararsanız tabii ki bulamazsınız. İşte Ceyhan Nehri meselesinde de aynı şey gerçekleşti. Ölüm nedeni, pestisit, ağır metal, PCB vb kalıcı organik kirleticiler, boyalar ve daha niceleriyken bakanlık aldığı numunelerde askıda katı madde vb. gibi yine lisans 2. sınıf düzeyinde analizlerle sonucu küresel iklim değişimine bağladı.

Öncelikle bu durumun temel nedeninin sanayinin kural kaide tanımaz bir şekilde üretim stratejisi benimsemesi olduğunu söylemek lazım. “Biz para getiriyoruz dolayısıyla ağa da paşa da biziz, halk sağlığı da çevre sağlığı da bizim itibarımız kadar önemli olamaz” şeklinde bir yaklaşım tüm ülke sathına yayılmış vaziyette. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan kirlilik faaliyetlerine karşı cezai yaptırım da ilgili sanayi alanının gücü ve ilişkiler ağı tarafından belirleniyor. Örneğin Mersin’de küçük zeytin fabrikalarına karşı cezai yaptırımda elini hiç de korkak alıştırmayan otorite, Ceyhan Nehri kirletildiğinde ne yazık ki aynı girişkenliği gösteremiyor. Bunun altında tıpkı çöp ithalatı meselesinde olduğu gibi girift ilişkiler ağı olduğunu tahmin etmek zor değil. Üstelik o kadar büyük bir pişkinlik söz konusu ki buna karşı belgelendirme faaliyeti yapan gazetecilere karşı sindirme aracı olarak hukuk bile kullanılabiliyor. Aynı pespayelik bakanlıkların çıkartacağı inceleme raporlarına bile müdahil olabiliyor ve hatta savcılık incelemelerini bile iptal ettirebiliyor.

Şu anda kalkıp gitseniz emin olun Ceyhan Nehri’nin rengi hala simsiyah akıyor ve Abdioğlu köyü civarından kaçak deşarjlar hala devam ediyordur. Gitmek isteyenler için hem Google Haritalar linkini hem de görseli de buraya bırakıyorum.

Kaçak deşarj noktalarından biri: https://goo.gl/maps/znn8zsYrxLZpwAPu8

Sözde ileri düzey arıtılmış sıvının döküm yeri: https://goo.gl/maps/rCoQ7XLKN6bBM4kFA

‘Allah ne verdiyse sanayi bölgeleri’

Sanayi faaliyetlerinin yıkıcı hale gelmesinin altında yatan en önemli neden organizasyonlarının ilkelliği ve pervasızlıklarına rağmen öncelenmelerinden kaynaklanıyor. Zorluk çıkarılmasın, kolaylıkla iş kursunlar diye diye en nihayetinde çoğu standardın kağıt üzerinde kaldığı bir durum ortaya çıktı. Bu da beraberinde Organize Sanayi Bölgesi olarak kurulacakken bir anda beş benzemezin bir araya geldiği “Allah ne verdiyse sanayi bölgeleri” gibi bir ucubenin mantar gibi türemesine neden oldu. Aslında organize sanayi bölgesi mantığı yanlış değil. Ancak sanayi tesislerinin organize olarak bir araya getirilmelerindeki anlayış, endüstriyel simbiyoza, atıkların arıtılmasına ve birbirlerini besleyebilecekleri bir organizasyonun oluşmasına imkân tanırsa ancak işe yarar. Ancak gelinen noktada birbirinden haberi dahi olmayan, endüstriyel simbiyoz nedir bilmeyen (ben desteklediğim için söylemiyorum böyle bir şey var diye söylüyorum), ileri ve spesifik arıtma nedir, çevre kirliliği nedir bihaber, paradan başka hiçbir şeyi önemsemeyen vahşi sanayi bölgeleri ve üçüncü sınıf sanayici profili türeyiverdi. Bir de kendi icat ettikleri çeşitli sertifikalarla da kendilerini ödüllendirip yeşil etiketler dağıttıkları bir Frankeştayn sistem söz konusu! Evsel arıtma yöntemleriyle çalışan arıtma tesisleri kurarak, ağır kimyasal atıkların karıştığı atık suları arıtmaya çalışmaları üstelik bunu da karşılarındakilerinin akıllarıyla dalga geçercesine sergilemeleri de cabası! Oysa ortaya çıkan atık suyun karakteri benzer değilse kimse kimseyi kandırmasın ortada arıtma vs. filan olamaz. Buna bir de var olan ve kalıcı organik kirletici, ağır metal, farmasötik, pestisit vs. hiçbirini izlemeyen bir yönetmeliği ekleyin, alın size Türkiye’deki mevcut sanayi faaliyetlerinin özeti!

Bunun yanında bir de kendilerine ses çıkartanları, bu etkisiz denetim mekanizmalarından elde ettikleri kağıtlarla karakollara şikayet ettikleri bir durumda olduğumuzu da hatırlatayım. İşte tüm bunlar gelinen noktada Ceyhan Nehri’nin ölüm fermanının nasıl yazıldığını da açıklıyor.  Yıllarca medeniyetleri beslemiş bir nehir artık zehirli bir sıvının aktığı koca bir sanayi atık su kanalına dönüşmüş vaziyette. Bir de Ceyhan Nehri’ni bu hale getirenlerin değil de bunu belgeleyenlerin şikâyet edildiği bir sansür ve sindirme ortamı var ki işte bu her şeyden daha tehlikeli.

Paylaş
Yazar:
Sedat Gündoğdu