Ana Sayfa Blog Sayfa 4164

Dünyadan Kısa Kısa – 16 Eylül Pazartesi

Avrupa’nın en büyük dalga enerjisi projesi yolda

İskoçya hükümeti, Avrupa’nın en büyük dalga enerjisi tesisine lisans verdi. Pentland Firth’te kurulacak tesis 86 megavat elektrik üretecek ve 2020 yılında faaliyete geçecek.

 

ABD’de Merkez Bankası başkanlığı tartışmaları

ABD’de Başkan Obama’nın ekonomi danışmanı Lawrence Summers’ın mevcut Merkez Bankası başkanı Ben Bernanke’nin mevkii için aday olmayacağını açıklaması üzerine dolar değer kaybetti. Wall Street’e yakınlığıyla bilinen Summers’ın liberal politikalar uygulayacağı tahmin ediliyordu. Bernanke’nin halefinin Janet Yellen olması bekleniyor.

 

Meksika’nın ilk eşcinsel belediye başkanı

Cinsel kimliğini gizlemeyen Benjamin Medrano Meksika’nın Fresnillo kentine belediye başkanı seçildi.

 

Nijer Deltası sakinleri Shell’in konuyu kapatma teklifini reddetti

Geçtiğimiz 50 yılda Nijer Deltası’na 1.5 milyon ton petrol döküldüğü tahmin ediliyor. Bu her yıl bir Exxon Valdez kazasına denk geliyor. Geçtiğimiz günlerde Shell, Nijer Deltası sakinlerine anlaşma için para önermişti ama önerilen miktar çok düşük bulunarak reddedildi.

isp

Woody Guthrie’nin evi tekrar yapılıyor

ABD’li ünlü folk şarkıcısı Woody Guthrie’nin çocukluğunu geçirdiği Okemah kasabasındaki ev 1970’li yıllarda yıkılmıştı. Turizm gelirlerini artırmak isteyen kasaba, evi 500.000 dolar masrafla tekrar inşa etme kararı aldı.

 

İspanya Başbakanı bağımsızlık isteyen Katalunya eyaleti ile görüşecek

İpanya Başbakanı Mariano Rajoy, geçtiğimiz günlerde yaklaşık 400 kilometrelik bir ‘bağımsızlık zinciri’ oluşturulan Katalunya eyaleti hükümeti lideri Artur Mas’a sorunları görüşme çağrısı yaptı.

 

Costa Conocordia’nın enkaz çıkarma çalışmaları başladı

İtalya’nın Giglio adasında 2012 yılında 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan karaya oturma kazasında 114.000 tonluk gemi enkazının kaldırılması çalışmaları başladı. Ancak, enkaz kaldırma çalışmalarının başarılı olup olmayacağı bilinmiyor.

 

Dünya’da tufanlar sürüyor

ABD’nin Colorado eyaletinde yağmurlar 5 kişinin ölümüne yol açarken, 200 kişiden haber alınamıyor. Kıtanın günyeinde ise Ingrid kasırgası Meksika’nın Vera Cruz kentinde 6000 kişinin sığınaklara gitmesine yol açtı.

 

Filipinler’de ateşkes çöküyor

Filipinler’de hükümet ve İslamcı MNLF gerillaları arasındaki çatışmalar hızlanıyor. Öte yandan, Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) olarak bilinen rakip örgüt hükümetle barış görüşmeleri yürütüyor.

 

Irak’ta yine bombalar patladı

Irak’ın başkenti Bağdat’ın Şii mahallerinde meydana gelen eş zamanlı patlamalarda 36 kişi öldü. Saldırıları henüz üstelenen olmadı. Suriye’deki iç savaşla birlikte Irak’ta meydana gelen bombalı saldırıların sayısında artış gözleniyor.

 

Hindistan’dan füze denemesi

Hindistan, Çin ve Avrupa’nın büyük bölümüne ulaşabilen ve nükleer başlık taşıma kapasitesi olan yeni bir füze denemesi gerçekleştirdi.

 

Kömür öldürmeye devam ediyor

Afganistan’ın Samangan bölgesinde bir kömür madeninde gerçekleşen çökmede 27 madenci ölürken, 22 madenci de yaralandı.

 

(Yeşil Gazete)

Çamtepe’den Yeşilgazetegiller geçti – Güneşin Aydemir

Dünyadaki gelişmelere yeşil çerçeveli bir pencereden bakan internet gazetemizin can-ı gönülden ekibi –tam kadro olamasa da- geçtiğimiz haftasonu (14-15 Eylül) Kazdağı’ndaki toplaşma merkezimiz Çamtepe’de biraraya geldi.

Gittikçe hareketlenen ekolojik gündem, neredeyse tamamen gönüllü hizmetlerle yürütülen Yeşil Gazete’nin günlük işleyişine, gidişatına, geleceğine bir bakma ihtiyacı hissettiriyordu uzun zamandan beri.

Ayrıca Yeşil Gazete’yi çıkaran ekibi oluşturan insanlar yaşam koşulları gereği, farklı farklı işlerde çalışıyor, farklı yerlerde yaşıyor. Bir kısmı birbiri ile hiç tanışmamış bile. Uzun süredir bu şekilde biraraya gelerek iki gün boyunca “ne olacak bu Yeşil Gazete’nin hali?” diye sormaya vakitleri olmuyordu. Ve nihayet karar verildi, programlar yapıldı, ön hazırlıklar tamamlandı, biletler alındı, otobüslere binildi, Çamtepe’ye gelindi.

Benim de kendimi aniden aralarında buluverdiğim Yeşil Gazetegiller –benden duymuş olmayın- önümüzdeki dönemde pek çok yenilikle karşınıza çıkacak… Bunları burada tek tek size aktarmam sürprizleri bozmam anlamına geleceğinden bahsetmeyeceğim. Sanırım, toplantının kolaylaştırıcısı ve ev sahibi olarak kısaca ve genel olarak şunları söyleyebilirim:

  • Toplantıya gazeteden ismine aşina olduğunuz şu kişiler katıldı: Mahmut , Ümit , Alper, Savaş, Mahir, Gizem, Özgecan, Ali Serdar, Furkan, Büşra, Özde ve Güneşin . Zeliha  ve Muhittin önceden yolladıkları ön çalışma yorumları ile ve Durukan Dudu ise yollardan attığı telefon mesajları ile “sanal” olarak katıldılar. Katılamayanların sayısı ise 22! Gerçekten kalabalığız ey ahali!
  • Yeşil Gazete’nin hiyerarşik olmayan, deneyim ve paylaşıma dayalı, çok katılımcı bir karar verme süreci var. Bu nedenle kararların alınması vakit alıyor. Sebebi kararın tek bir kişi veya yetkilendirilmiş bir grup tarafından değil, emek veren herkesle birlikte alınıyor olması. Bu harika bir durum! Seviyoruz bu halini gazetenin.
  • Ayrıca gönüllüyüz, kavrulacak kendi yağımız bile yok, ama devam! Editörler yenilendi. Yeni insanlar katıldı, görev takasları gerçekleşti.
  • Ekip içi kapasite artırımı çalışmaları, toplantılar daha sık olacak. (İlle de Çamtepe’ye gelicez diye tutturdular!)
  • Gazete’ye yeni bölümler eklenmesi tasarlandı.
  • Müjde! Yeşil ve genç gazeteciler geliyor. Yeni dönem röpörtajlar ve köşe yazıları ile hareketli bir dönem olacak. Sitenin tasarımı konusunda gelişmeler olacak, elbette çok hızlı şekilde değil, ama takipte kalın ve farkları farkedin demek isterim.

Eh, işin sosyalleşme kısmındaki, yıldızların altında uyuma, derede sabah banyosu, bol sohbet – muhabbet, enfes yemek ve ikram hizmetini saymıyorum artık!

Herkese iyi haftalar….

 

Güneşin Aydemir

Kürtaj olması için tecavüzcü polisin 48 saat içinde bulunması gerekli!

0

Bir emekli polisin tecavüzü sonucu hamile kaldığını öne süren R.T., adliyede kürtaj mücadelesi veriyor. Yargı iki gün içinde adım atmazsa R.T., tecavüz bebeğini doğurmak zorunda kalacak.

Bir polisin tecavüzü sonucu hamile kaldığını iddia eden R.T., karnındaki bebeğin alınması için günlerdir İstanbul Adliyesi’nde mücadele veriyor. Mahkemeye başvuran T., Adli Tıp’a sevk edilmediği ve şüpheliden kan örneğinin alınması şartı yerine getirilemediği için bebeği aldıramıyor. T. için, iki gün sonra hastanelerin uyguladığı 8 haftalık kürtaj süresi dolacak.

Sabah gazetesinden Nazif Karaman‘ın haberine göre, ulaşılan belgelerde tecavüz bebeğiyle ilgili mahkeme-mağdur-şüpheli arasında çekişmeye yol açan ve zamanlama paradoksu yaratan olay şöyle gelişti: Evli ve iki çocuk sahibi 31 yaşındaki R.T., İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği şikâyet dilekçesine göre iki kez tecavüze uğradı. İlk tecavüz, 30 Ağustos 2012’de Kâğıthane İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde yaşandı. Bir dolandırıcılık soruşturması kapsamında emniyete gelen T., kendisini şikâyet eden emekli polis memuru M.Ç. ve iki resmi üniformalı polis tarafından emniyetin 4. katındaki bir odaya götürüldü ve burada yüzüne biber gazı sıkıldıktan sonra tecavüze uğradı.

Olayla ilgili savcılığa şikâyet dilekçesi veren kadın, Memur Suçları Bürosu tarafından başlatılan soruşturma çerçevesinde geçtiğimiz hafta teşhise çağrıldı fakat olayı gerçekleştiren polisleri teşhis edemedi.

Olayla ilgili Memur Suçları Bürosu tarafından bir soruşturma başlatıldı. Hukuk fakültesi mezunu kadın ilk tecavüz olayıyla ilgili hukuk mücadelesi verirken ikinci tecavüz olayı 27 Temmuz 2013’te gerçekleşti. T., birinci tecavüz vakasında da yer alan emekli polis memuru M.Ç.’nin, Maltepe sahilinde beklediği sırada S.K. isimli arkadaşı ile kendisini kaçırarak Eyüp’te bir mezarlığa götürdüğünü ve burada araba içinde tecavüz ettiğini savunuyor.

T., bu tecavüz sonrasında hamile kaldığını, karnında şu an 7.5 haftalık bir bebeğin bulunduğunu belirtiyor ve bunu hastane raporuyla da ispatlıyor. İki gün sonra 8 haftalık sürenin dolmasına karşın kadının kürtaj için mahkemeden ‘istenmeyen gebelik’ raporu alması gerekiyor. İşte M.Ç.’nin adliye koridorlarındaki mücadelesi de bu noktada başlıyor.

Hem kürtaj hem de ‘Tecavüz delilinin yok olmaması’ için Adli Tıp’a sevk edilmesi, kan örneklerinin alınması, 24 saat geçmeden de şüpheliden örnek alınması gerekiyor. Kendisi zamanla yarışırken savcılığın sevk için yeterince hızlı hareket etmediğini belirten T., savcının şüpheli hakkında yakalama kararı çıkarmakta geciktiğini savunuyor.

Yasa ne diyor?

Yasa, 10 haftaya kadar süre tanımasına rağmen hastaneler 8 haftadan sonra mahkeme kararıyla bebek alıyor. Türk Ceza Kanunu’nun 99. Maddesi’nde ‘Çocuk düşürme’ fiili düzenleniyor. Bu maddeye göre rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor.

Tıbbi zorunluluk bulunmadığı halde, rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişinin iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması öngörülüyor. Bu durumda, çocuğunun düşürtülmesine rıza gösteren kadın hakkında da bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunması düzenleniyor. Yasada devamla şöyle deniliyor: “Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi”

Japonya nükleersiz kaldı

Japonya faaliyetteki son nükleer reaktörünün şalterlerini indirdi. Ülkede geçici bir süre nükleer enerji kullanılmayacak.

Japonya’nın batısında bulunan Ohi’deki Kansai Electric Power (KESPO) adlı şirkete ait nükleer tesisin faaliyetlerini durdurduğu açıklandı.

Böylece Japonya’da Fukuşima felaketinden sonra ikinci kez ülkedeki tüm nükleer enerji tesislerinin şalterleri indirilmiş oldu.

Japonya’da geçici bir süre nükleer enerji kullanılmayacak.

Ülkedeki 50 nükleer tesisin, yaz aylarında belirlenen yeni güvenlik kurallarına uygun olup olmadıkları denetlenecek.

Halkın nükleer enerjiye güvenini yeniden sağlamak için yapılacak kontrol testlerinin yıl sonuna kadar tamamlanması hedefleniyor.

Japonya’da 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen depremde Fukuşima nükleer tesisi büyük zarar görmüş ve tesisten radyoaktif sızıntı başlamıştı.

Nükleer tesislerin güvenliğini tartışmaya açan felaketin izleri hâlâ silinmeye çalışılıyor.

(DW)

İspanya Bisiklet Turu’nda Horner resmen şampiyon

0

İspanya Turu’nun 21. etabını Michael Matthews kazandı. Horner ise tarihi bir şampiyonluğu kazanmanın sevincini yaşadı.

Chris Horner bugün sona eren İspanya Turu’nun resmen en yaşlı şampiyonu oldu. Önümüzdeki ay 42 yaşına basacak olan Horner, 109 kilometrelik son etapta sorun yaşamadı ve en yakın rakibi Vincenzo Nibalı’nin 37 saniye önünde genel klasman lideri olarak şampiyon olmayı başardı. İspanyol Alejandro Valverde ise Horner’ı 1 dakika 36 saniye geriden takip ederek üçüncü oldu.

Turun 21. etabını ise Orica-GreenEDGE’den Michael Matthews kazandı. Onu Tylar Farrar takip ederken, kürsünün üçüncü basamağında Nikias Arndt yer aldı.

2013 İspanya Bisiklet Turu’nun genel klasmanı şöyle sıralandı;

Genel klasman
1 Chris Horner – RadioShack-Leopard, 81:52:01
2 Vincenzo Nibali – Astana, +37secs
3 Alejandro Valverde – nMovistar, +1:36
4 Joaquim Rodriguez -Katusha, +3:22
5 Nicolas Roche -Saxo-Tinkoff, +7:11
6 Domenico Pozzovivo -Ag2r-La Mondiale, +8:00
7 Thibaut Pinot – FDJ, +8:41
8 Samuel Sanchez – Euskaltel-Euskadi, +9:51
9 Leopold Konig – NetApp-Endura, +10:11
10 Daniel Moreno – Katusha, +13:11

(Eurosport)

Hrant Dink Ödülü Cumartesi Anneleri ve Nataša Kandić’in

Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün beşincisi, bu akşam, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen törenle verildi. Ödülü Türkiye’den Cumartesi Anneleri / İnsanları ve Sırbistan’dan Nataša Kandić aldı.
Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün beşincisi, bu akşam, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen törenle verildi. Ödülü Türkiye’den Cumartesi Anneleri / İnsanları ve Sırbistan’dan Nataša Kandić aldı.

Gecenin açılışını Hayko Cepkin yaptı. Olgun Şimşek’in sunuculuğunu yaptığı törende, ödül komitesi adına, Ayşe Kadıoğlu konuştu. Kadıoğlu, her yıl olduğu gibi bu yıl da, ödül sahiplerinin, 15 Nisan tarihine kadar gösterilmiş olan adaylar arasından, uluslararası jüri tarafından iki turlu bir seçimle belirlendiğini belirtti ve bu yılki ödül sahiplerinin ortak noktalarının hatırlamak, yüzleşmek ve barış için mücadele etmek cesaretini göstermeleri olduğuna dikkat çekti.

Gecede Boğaziçi Caz Korosu, Türkçe ve İngilizce parçaların yanı sıra Gomidas’ın Ermenice Yel, Yel parçasını seslendirdi.
Ödüllere geçilmeden önce ‘Işıklar’ adı altında, dünyanın dört bir yanında ve Türkiye’de, attıkları önemli adımlarla geleceğe dair umudu çoğaltan kişi ve kurumların selamlandığı bir video gösterildi. ‘Işıklar’ arasında Çeçenistan’da Çeçen – Rus savaşlarında, her iki taraftan yaralılara tıbbi müdahalede bulunan cerrah Khassan Baiev, Paraguay’daki Geri Dönüşüm Orkestrası, Ermenistan’daki ‘Ordunun Gerçek Yüzü’ (Army in Reality – Panagn İraganum), Tanrının Direniş Ordusu’nun yaptığı mezalim hakkında dünyayı bilgilendiren, Amerika’daki Görünmez Çocuklar Derneği ve Türkiye’den Emek Bizim, İstanbul Bizim Platformu, Engellerin Ötesinde Derneği tarafından kurulan Bremen Mızıkacıları Perküsyon Grubu, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Haydarpaşa Dayanışması Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu, Taksim Platformu, Gezi Parkı Kütüphanesi, Gezi Parkı’ndaki gönüllü doktorlar ve Gezi Direnişi’nin yedinci gününde, Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi ve Gümüşsuyu’nun duvarlarındaki homofobik ve cinsiyetçi sloganları kapamak ve değiştirmek üzere bir araya gelen bir grup kadın bulunuyor.
2013 yılı ödül sahipleri, gecenin sonunda açıklandı. Türkiye’den 2013 Uluslararası Hrant Dink Ödülü sahibi Cumartesi Anneleri / İnsanları’na ödülünü, jüri üyeleri Rakel Dink ve Uluslararası ‘Memorial’ Topluluğu’nu temsil eden Alexander Cherkasov verdi. Ödülü Cumartesi Anneleri / İnsanları adına Hanım Tosun, İkbal Eren ve Emine Ocak aldı.
2013 Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün diğer kazananı Nataša Kandić’e ödülünü İsmail Beşikçi ve Ali Bayramoğlu sundu. Kendisini diyalog, barış ve empati temelinde Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkileri geliştirmeye adamış; ayrımcılık, ırkçılık ve şiddetten arınmış bir dünya için çalışmış olan Hrant Dink adına verilen ödülü almaktan onur duyduğunu söyleyen Nataša Kandić, ödül ile iki kavramı ilişkilendirdiğini belirtti: Savaşlarda doğru yaşananlar ve geçiş dönemlerinde bireylerin sorumlulukları.
Ödülün bu yılki jürisinde Timothy Garton Ash, İsmail Beşikçi, Rakel Dink, Costa Gavras, Nilüfer Göle, Alexander Iskandaryan, Etyen Mahçupyan ve Uluslararası ‘Memorial’ Topluluğu bulunuyor.
Önceki yıllarda Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü kazananlar, Alper Görmüş, Amira Hass, Türkiye Vicdani Ret Hareketi, Baltasar Garzón, Ahmet Altan, Lydia Cacho, İsmail Beşikçi ve Uluslararası ‘Memorial’ Topluluğu.
Ödül töreni, www.hrantdink.org ve www.hrantdinkodulu.org adreslerinden naklen yayımlandı. Geceye dair tüm detaylar, törenle eş zamanlı olarak vakfın ve ödülün Facebook ve Twitter hesaplarında 3 dilde (Türkçe, İngilizce ve Ermenice) yer aldı.(Agos)

Değerler sistemi ve kooperatifler – Ahmed Pelda

Eğer şu anda olduğu gibi kooperatifler meselesine yaklaşılırsa zerre kadar yol alınamaz. Niyet ve amaç ne olursa olsun altyapısı iyi hazırlanmamış bir programlama ile yola çıkıldığında daha önceki uygulamaların çok da ötesine gidilemez. Sovyetlerde, doğu Avrupa’da Türkiye ve batı Avrupa’da uygulamalar oldu ama pek de tatmin edecek sonuçlar sağlayamadı. Ya da bir yerde bürokratik gücü diğer yerde kapitalist sistemi besler oldu. Benzer şekilde İsrail’deki kolhozlar da artık can çekişiyor. Şimdi hepsi artık özel sektöre devrediliyor. Üretim özellikleri, içeriği ve toplumsal şekillenişi tamamen farklılaşıyor.

Venezuella’da devletin çabaları, toplumsal ve sivil toplum hareketlerinin teşvikleri, destek amaçlı kullanılan petrol gelirleri ve benzer bir sürü çabaya rağmen kooperatifler tam bir sisteme kavuşamadı. Ekonominin gücünü taşıyacak organizasyon yeteneğini yakalayamadı. Daha da ötesi, bir takım kesimler arasında rüşvet, kayırmacılık ve rant sağlama zemini yarattı.

Birçok toplum, grup, devlet ve alternatif arayışında olanlar için ümitle başlayan bu süreç genelde kaosla bitiyor.

Demek ki ortada bir sorun var. Bu tespit edilmeden, neşter vurulmadan yeni bir çıkış yapmak çok zor görünüyor.

Biraz yakından inceleyince mühendislik, dizayn ve planlama konusunda çok sorun olduğunu sanmıyorum. Çünkü birçok ekonomik sistem, ülke, bölge ve sektörde farklı kooperatif çalışmalarına gidilmiş. Hemen her türlü teknik, finansal ve organizasyonel yöntem devreye sokulmuş. Ancak şirket olgusu veya devlete ait işletmelerin yanında etkin bir güç olamamıştır.

Kanımca ekonominin tanımından itibaren başlayıp uygulama alanına değin eksik bir tanımlama ve yaklaşım söz konusu.

Çok açık bilmeliyiz ki ekonomi sadece fiziksel üretim süreci olarak tanılanamaz. Bundan dolayı da salt mühendislik organizasyonlar, matematiksel kar zarar hesapları, finansal analizlerle bir sonuç elde edilmesi de zor olur. Bu anlamda işletmenin sahibinin halk veya çalışanlar olması, gelirin eşit veya ihtiyaca göre dağılması, yönetiminin meclisler biçiminde yürütülmesi, işletmesinin şeffaf olmasının belirleyici olduğunu söyleyemeyiz. Bunlar gerekli ama esas değil. Yani şekilseldir.

Ortada eksik olan değerler sistemidir. Siyasal sosyal, ekonomik ne olursa olsun insan eyleminin olduğu bir yerde bir değerler olgusu vardır. Bunun göz ardı edilmesi, ekonomik alanda da işletmenin, çalışmanın, yaşamın ruhuna dönüşmemesi durumunda başarı şansı azdır. Ya da tersine bir değerler sistemine sahip olsanız ve o sizin yaşamınıza yön veriyorsa bireysel anlamda bir şirketin sahibi olsanız dahi, fonksiyonu ve çalışmalarıyla toplumsal hizmeti daha büyük olur. Doğrudan ve dolaylı kazanımları çok daha anlamlı olur.

Çünkü üretim araçları, alet ve makine üretimi insan eylemidir. Hem üretim süreci hem de tüketim süreci aynı zamanda insan ilişkilerinin şekillendiği bir hat, bir dizgedir. Bu beraberinde toplumsal, kültürel şekillenmeyi de getiriyor. Sınıfsal farklılaşmalar, gelir dağılımı ve fonksiyonu böylesi bir dönemde belirgin hale gelir. Daha da ötesi siyasal, düşünsel aktörlerde mevcut şartları göz önünde bulundurarak hareket alanlarını belirler.

Yani bir yandan fiziksel mal üretimi, diğer yandan değer üretimi söz konusu. Şu ana kadar bunu en iyi yapan da kapitalizm olmuştur. Örneğin bireyin fiziksel ve düşünsel eyleminin sonucunda elde edilen kar toplumsal anlamda başarı olarak tanımlanıyor. Bu başarının sahibi elde ettiği kar ve onun içselleştirdiği parasal güç ile imajını daha da güçlendirecek eylemler yapar. Politik anlamda bir pozisyon sağlar, kültürel anlamda etkinliklerde katılım ve destekte bulunur. Yanı sıra imaj, reklam, giyim, konut, araç kullanımı yani tüketim özellikleriyle de bir model oluşturarak bütünlüklü bir hedefe ulaşır.

Tabii ki bütün bunları yaparken, bir sürü zor ve gasp yolunu kullanır. Ama burada tartıştığım bütün bunları yapmasını sağlayan değerler sistemidir.

Sevgi, aşk, iyilik etmek, bir değer uğruna canını vermek, fedakarlık, dayanışma içinde bulunmak ya da benzer birçok değer ve kavram vardır ki, insana has özelliklerdir. Daha da ötesi akli boyutuyla bir toplumun içinde bulunduğu şartlar, gereksinimleri, örgütlendirilmesi ve bunun üzerinde şekillenen ruhi yapılanmanın getirdiği değerler ve onun nimetleri mevcut.

İşte bunlar dikkate alınarak ayrım noktası oluşturulmadan hangi ekonomik mekanizmayı oluşturursanız oluşturun hakim olan sistemin araçlarına benzemenin ötesine gidilemez. İşe önce bir mental değişimle başlamak ve yoğun eğitim süreçlerini örgütlemekle el atmak çok çok önemli olacaktır.

Ahmed Pelda – Özgür Gündem

Erdoğan’ı protesto eden ODTÜ’lülere hapis istemi

ODTÜ’de Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılması törenine katılan Başbakan Erdoğan’ı protesto eden 45 öğrenci için 6’şar yıla kadar hapis istendi.

Radikal Gazetesi’nden Mesut Hasan Benli’nin haberine göre;

Geçen yıl Göktür -2 uydusunun uzaya fırlatılması nedeniyle ODTÜ’de tören düzenlemişti. Törene Başbakan Recep Erdoğan da katılmıştı. Bazı öğrenci grupları ODTÜ Teknokent içerisindeki TÜBİTAK binasına gelerek Erdoğan’ı protesto etmek istedi. “Bilimi satan emperyalist savaş çığırtkanı Tayyip ODTÜ’den defol” pankartı açan ve çeşitli sloganlar atan öğrenci grubuna polisler sert şekilde müdahale etmişti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, eyleme katılan öğrenciler hakkında soruşturma açmıştı. Savcılık sürdürdüğü soruşturmayı tamamlayarak, 45 kişi hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına Muhalefet”, “Görevi yaptırmamak için direnme” suçlarında dava açtı.

GAZ KISA SÜRELİYMİŞ
Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede yaşanılan olaylara ilişkin ilginç değerlendirmelere yer verildi. İddianamede, polisin öğrenci gurubunu dağıtmak için başvurduğu orantısız güç görmezden gelindi. İddianamede olaylar sırasında öğrencilerin güvenlik güçlerine “aralıksız saldırıda” bulundukları ileri sürülerek şöyle denildi: “Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Personeline çevreden topladıkları taş, şişe ve sert cisimleri atmak suretiyle saldırıp yanlarında getirdikleri çöp konteynırları ile büyük kablo makaralarını yol üzerinde kendilerine siper ederek barikat oluşturduktan sonra buradan saldırılarına devam etmişlerdir. Saldırılarının artırarak eylemlere devam eden gurubun dağılımını sağlamak amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kısa süreli gaz kullanıldığı ve TOMA araçları ile gruba müdahale edilmiştir.”

BARIŞ DA ŞÜPHELİ
6 yıla kadar hapis cezası istenilen şüpheliler arasında, polisin attığı gaz fişeğin kafasına isabet etmesi nedeniyle beyin kanaması geçiren ve günlerce yoğun bakımda kalan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Barış Barışık da yer aldı. İddianamede Barışık’ın ifadesine de yer verildi. Barışık, ifadesinde polislerin kendisini hedef alarak ateş etmesi sonucu yaralandığını, yaralanmasına neden olan görevlilerden şikayetçi olduğunu belirti. Diğer şüpheliler de ifadelerinde “Başbakan’ın siyasi uygulamalarını protesto etmek amacıyla” söz konusu eyleme katılarak demokratik haklarını kullandıklarını anlattı.

TERÖR SORUŞTURMASI DEVAM EDİYOR
Davanın ilk duruşması 18 Aralık’ta yapılacak. ODTÜ’deki olaylara ilişkin 9 öğrenci hakkında ise TMK Savcılığı terör bağlantısı şüphesiyle ayrı bir soruşturma sürdürüyor. TMK Savcılığının aradan geçen zamana karşın terör bağlantısını tespit edemedi.

Heybeliada Forumu’ndan sanatoryuma itiraz

0


Heybeliada’lılar yaşam alanlarına sahip çıkarak Heybeliada Sanatoryumunun özelleştirilerek amaç dışı kullandırılmasına karşı çıkıyorlar. Heybeliada Forumunda bir araya gelen grup bir açıklama yaparak Heybeliada Sanatoryumunun özelleştirilerek yapılaşmaya açılacağından korkuyorlar ve bu bölgenin halktan koparılarak özel tıp merkezleriyle, kongre tesisleriyle, marina ve yat limanlarıyla, çeşitli ticari bina ve tesislerle doldurulmasına karşı mücadele edeceklerini vurguluyorlar.

Heybeliada Forumunun açıklaması şöyle:

BASINA VE KAMUOYUNA,

Dün Gezi Parkı’nda ve yüzlerce HES projesinde, bugün İstanbul’un ve Türkiye’nin birçok yerinde devam eden doğal tahribat ve kentsel kırım politikaları son günlerde İstanbul Adalarına gözünü dikti.

Hükümet geçtiğimiz aylarda Sivriada ve Yassıada’nın sit alanı niteliğini kaldıran torba yasanın ardından bugün de Heybeliada Sanatoryumu’nun bulunduğu araziyi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve TOKİ’ye devretmenin hazırlıklarını yapıyor. Bölgenin imar durumuna ilişkin raporlar hazırlatıyor, bilgi topluyor, kendisine rant paylaşımı için Adalı ortaklar arıyor, yapılacak yeni inşaatlar ve betonlaştırma politikaları için nabız yokluyor.

Uzun yıllar boyunca Sağlık Bakanlığı’nın mülkiyetinde kamu yararına çalışan bir devlet hastanesi olarak hizmet veren Heybeliada Sanatoryumu ve halen İstanbul’luların ücretsiz olarak denize girebildiği nadir bölgelerden biri olan Çam Limanı’yla birlikte bu eşsiz doğa parçası, hükümetin inşaat, rant ve kentsel kırım politikalarının son hedefi durumunda.

Binlerce adalının, onlarca yazarın, şairin, sanatçının canlı hatıralarıyla dopdolu, devlet hastanesi olarak hizmet verdiği yıllar boyunca binlerce hayat kurtaran Heybeliada Sanatoryumu şimdi özelleştirmenin ve yapılaşmanın baskısı altında. Bu bölgenin halktan koparılarak özel tıp merkezleriyle, kongre tesisleriyle, marina ve yat limanlarıyla, çeşitli ticari bina ve tesislerle doldurulacağının sinyalleri veriliyor.

Biz tüm bu gelişmeler karşısında Heybeliada Forumu olarak, Heybeliada Sanatoryumu ve Çam Limanı bölgesinin gözü rant, kar ve inşaattan başka bir şey görmeyenlerin elini uzattığı bir bölge olmasına ve kapalı kapılar ardında sürdürülen rant pazarlıklarına karşı bir araya geldik. Torba yasalarla, bakanlık kararlarıyla, TOKİ ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aracılığıyla icraat yapmayı alışkanlık haline getiren hükümete ve devlet kurumlarına sesleniyoruz.

Heybeliada’nın kültürel ve doğal niteliklerinin yeni yapılaşma planlarıyla bozulmasına izin vermeyeceğiz!

Yaşam alanlarımıza sorgusuz sualsiz el konmasına izin vermeyeceğiz!

Doğanın ve yaşam alanlarımızın sermayenin çıkarları ve istekleri doğrultusunda Adalarımızda ve Türkiye’nin her yerinde yok edilmesine izin vermeyeceğiz!

Heybeliada’nın ve tüm adalarımızın turizm ve kalkınma bahanesiyle birer inşaat alanı haline getirilerek yok edilmesine izin vermeyeceğiz!

HEYBELİADA’DA YAPILAŞMAYA HAYIR!

ADAMA, MAHALLEME,  MEYDANIMA, AĞACIMA, HAYVANIMA, SUYUMA, TOPRAĞIMA, EVİME, ORMANIMA, KENTİME, DENİZİME, KIYILARIMA, BEDENİME DOKUNMA!

 

HEYBELİADA FORUMU

Doğal kaynakları tüketene kredi yok – Pelin Cengiz

Geçen hafta dünyanın önde gelen bankaları, son derece kritik bir deklarasyona imza attı. Birleşmiş Milletler bünyesinde düzenlenen Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda yer alan ve Dünya Bankası’nın da dâhil olduğu 43 finans kuruluşu Doğal Sermaye Deklarasyonu’nu (Natural Capital Declaration) imzaladı. Metin ilk kez Rio de Janerio’da 21 yıl önce BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda gündeme gelmişti.

Bugün pek çok firma, doğal kaynakların hızla tükenmesi pahasına projelerini sürdürüyor. Yaptıkları tahribat küresel ısınmanın ve karbon emisyonu artışının nedenlerinden biri. UniCredit, BBVA, Standard Chartered ve Rabobank gibi büyük bankalar, bundan böyle doğayı aşırı tahrip eden faaliyetleri olan firmaların kredi taleplerini geri çevirmeye hazırlanıyor.

Doğal kaynakları israf eden şirketlerin projelerine kredi verilmezse ne olur” düşüncesinden yola çıkarak hazırlanan deklarasyon, finansal hizmet ve servislerin oluşturulmasında “doğal sermaye”nin dikkate alınması için önemli bir bağlayıcılık getiriyor. Aslında bu deklarasyonun hedefinde nihai olarak hükümetler ve yasa yapıcılar var. Yeşil ekonomiye geçişte hükümetlere önemli rol düştüğüne atıf yapan deklarasyon, doğal sermayenin korunmasında bankalardan yatırımcılara bütün finans sektörünün etkin olabileceğinden hareketle bu alanda kamusal düzenleme talep ediyor.

Çevre koruma konusunda hem özel sektörün hem de hükümetlerin sorumluluğu giderek artıyor, ancak bugüne kadar doğal kaynakların israf edilmemesi için yapıcı kararlar alınması yönünde liderlik yapacak bir ülke de ortaya çıkmadı. Bu sebeple özel sektöre daha fazla iş düşüyor, özellikle de bankalara. Doğayı talan eden enerji, ulaşım ya da barınma projelerinin kaderi aslında bundan sonra bu bankaların sayısının artmasına bağlı olacak. Bu durum, hükümetleri de radikal kararlar almaya zorlar mı, bunu gelecekte göreceğiz.

Bu deklarasyon ister istemez Türkiye’yi dev bir şantiyeye çeviren projeleri akla getiriyor. İrili ufaklı projelerin yanı sıra ciddi doğa tahribatına yol açacak üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul gibi çılgınlıkta sınır tanımayan projelerin nasıl finanse edileceği artık tartışma konusu. Hasankeyf’teki Ilısu Barajı finansmanında Alman ve Avusturyalı bankaların çevresel duyarlılık nedeniyle çekilmelerinden başka bilinen “iyi örnek” yok. Oysa üçüncü köprü için korkunç bir ağaç katliamı gerçekleşti. Üçüncü havalimanı için ayrılan 9200 hektarın 7800’ü ormanlık alan. Ancak şimdilik banka ve finansman cenahında “çevresel duyarlılık” diye bir şey işitmedik. Bugün itibariyle finansman sıkıntısı Türkiye’nin ekonomik ve siyasi kırılganlığı ile ilgili. Gerek iç gerekse dış kredi kaynakları Türkiye’deki projelere eskisi gibi para vermeye artık pek yanaşmıyor. Yıllar önce Bülent Ecevit, Akkuyu nükleer santral projesinin “yeterli kaynağın olmaması” nedeniyle ileri bir tarihe iptal edildiğini açıklamıştı. Bugün de projeler çevre duyarlılığından değil ama kaynak bulunamamasından dolayı iptal edilebilir. Bunların içinde nasıl finanse edileceği en belirsiz proje üçüncü havalimanı. Bu belirsizlikten ötürü projenin rafa kaldırılıp Atatürk Havalimanı’na iki ek pist yapılması yönündeki planın yeniden canlandırılması konuşuluyor.

Her işte bir hayır var derler ya.

 

Pelin Cengiz – Taraf