İstanbul’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde “Operadaki Hayalet” (İng. The Phantom of the Opera) maratonu başladı. Bir Broadway prodüksiyonu olması nedeniyle, uzunca denebilecek bir süre sahnelenecek müzikal, 7 Nisan’da başlayan temsillerini 17 Mayıs’a kadar sürdürecek. Bendeniz, bu temsillerden ikincisini izleme fırsatı buldum ve bugün biraz bundan dem vuracağım.
Altında Göl Olan Gizemli bir Opera ve Hayaleti
Operadaki Hayalet, Gaston Leroux’un 1911 yılında aynı isimle (Fr. Le Fantôme de l’Opéra) yayınladığı romanına dayanıyor. Olaylar 1861-1875 yılları arasında Charles Garnier’in tasarladığı Paris Opera Evi’nde geçiyor. Bu devasa kompleksin karanlık mimari altyapısından ilhamla, Leroux, gizemli bir hayaletin bu korku veren koridorlarda hüküm sürebileceğini düşlemiş. Tarihin profesyonel olarak en başarılı bestecilerinden Andrew Lloyd Webber, bu ilham bayrağını 73 yıl sonrasında devralmış ve yeni bir müzikal önerisi götürmüş, yapımcı Cameron Mackintosh’a. İlk kez 1986 yılında sahneye konan Webber yorumu Operadaki Hayalet, o gün bugündür; 25 yıl, 40 ülke, 110 şehir, 65 bin temsil ve 80 milyon izleyici devirmiş ve yolunu İstanbul’a düşürmüş.
Peki nedir bu Hayalet’in meselesi? İyi bir soprano olan esas kızın (Christine Daaé), opera kastında hakkı yenmektedir. Giderek yetkinleşen şarkıcılık başarısının arkasında ise karanlık bir hocanın (Hayalet) emeği söz konusudur. Elbette duygular yoğunlaşır, bağlar daha kuvvetli hale gelirken, çocukluk aşkı esas oğlan (Raoul, Vicomte de Chagny) çıkagelir. Gerisi malumunuz… Kıskançlık… İhanet… Tutku… Kan… Dehşet… İntikam…
Bu ana temaya sarmaşık gibi dolanmış başka dip notlar da var Opera’nın Hayaleti’nde. Tony Ödülleri’nden 19 tanesini evine götürmüş yönetmen Harold Prince ve 89 yaşındaki koreograf Gillian Lynne’in de katkıları olduğuna emin olduğum Paris Opera dünyasını resmeden şatafatlı tarzda, 18nci yüzyıl sanat dünyası ve onun sahne arkası dalavereleri ile ilgili sağlam bir hiciv var. Örneğin; İtalyan baş tenorun (Ubaldo Piangi) yapımdaki nüfuzu ama İtalyanca dışındaki dillerdeki telaffuz dertleri ya da “balık eti” prima donna’nın (İta. Başrol sahibi soprano; eserde: Madame Giry) “fazlalıkları”, aralara sıkıştırılmış opera camiasındaki rekabete keskin göndermeler halinde göze çarpıyor.
Sahne arkası vurgusu görsel olarak da öyle güzel işlenmiş ki, izleyiciler bir sahnede, oyundaki sahne arkasını görüyor. Bu perspektifte perdeyi aralayarak daha da arkadaki hayali bir seyirci kitlesine bakabiliyor. Söz konusu operayla ilgili bir müzikal olunca, elbette içinde opera da var. Ama müzikalin içine serpiştirilmiş prova sahnelerindeki eserler, hikâyenin ait olduğu döneme göndermeler yapan kurmaca opera yapıtları. Örneğin, Verdi’nin Aida, Otello, Nabucco gibi antik dönem temalarındaki operalarına, hayal ürünü bir “Hannibal” operası ile yanıt verilmiş. Bu kurmaca operanın başrolünü de oynayan tenor karakteri Ubaldo Piangi ile Verdi’nin Otello’sunu seslendiren Pavarotti arasında, sevimli benzerlikler hissettim ben…
Mesele bir hayalet olunca, işin içine illüzyon hissinin girmesi kaçınılmaz oluyor. Sahne setleri o kadar detaylı, büyük ama geçişleri buna karşın o kadar hızlı ki, adeta o fiziksel değişimi adeta bir film doğal bir akışkanlıkta izliyorsunuz. Ama birkaç saniye önce orada olmayan balkonun, kısa bir diyalog boyunca var olup, sonra nereye gittiğini anlamadığınızı fark ettiğinizde, şaşırıp kalıyorsunuz. Bir anda yerden yüzlerce yanan mum bitiyor. Bir anda yok oluyor. Paris Opera Evi’nin mimarisinin altında yer alıp zemin yeraltı suyunu dengelemek için tasarlanan yapay göl, eserde de yer alıyor. Hayalet, öğrencisi ve platonik tutkusu güzel Christine Daaé’yi bu gölden bir kayıkla geçerek yaşadığı karanlık mahzene götürüyor. Atmosfer, Ölüler Diyarı Hades’de yer alan Styx nehrinden geçen Kharon kayıkçısını andırıyor. Ve evet… Tüm bunları bir tiyatro sahnesinde oldukça gerçekçi ve dramatik bir görsellikle seyredebiliyorsunuz.
Yaratıcı Ama İdareli Lloyd Webber
Özetle, aşağı yukarı her Broadway müzikal şovu için geçerli olduğu gibi “The Phantom of the Opera” da seyrinize bir şölen sunuyor. Oyunculuk, dans ve şarkıcılık deneyim ve eğitimleri her biri için ayrı ayrı mevcut ve en üst düzeyde olan sanatçıların, müzikalitesi de çok yüksek. Daaé rolündeki Emilie Lynn, rolün gereği olan teknik performansı rahatça karşılıyor. Ama Brad Little’ın çok zengin bir yorumla sunduğu Hayalet performansı gerçekten etkileyici.
Gelelim eserin müzikal yaratıcılığına… Webber, Broadway seviyesindeki ticari başarının müziksel karşılığının kokusunu çok iyi alan zeki ve kurnaz bir kompozitör. Eserlerinden “hit” çıkarmayı çok iyi biliyor. Bu nedenle hepimizin aşina olduğu ve esere aynı adı veren Hayalet ve Christine düeti dünya müzik literatürüne bir başyapıt olarak geçmiştir. “The Phantom of the Opera” şarkısında, Webber, senfonik derinlikle Rock müziğin gücünü birleştirerek, eserin ruhuna uygun karanlık bir atmosfer yaratırken, bu altyapının üzerinde bezenmiş zengin bir melodi ve ihtişamlı soprano finaliyle şöhretli imzasını atar. Öte yandan bu üst kalite çıtası referans alınırsa, diğer parçalar, elbette kötü olmasalar da, bu çıtanın altında kalırlar. Bu anlamda, Webber’in Jesus Christ Superstar ya da Cats gibi marka değeri çok yüksek işlerindeki gibi her parçanın müzikal yaratıcılık başarısından gönlü zengin bir pay aldığını söyleyemeyiz. Yani, besteci için, bir başyapıt parça çıkarmış ama gerisinde müzikal maharetlerini “idareli” kullanmış diyelim.
Sözün özü… Bir Broadway gösterisini daha önce izlemediyseniz, görsellikten haz alıyor, ya da benim gibi “The Phantom of the Opera” şarkısının hayranıysanız mutlaka gidin. Ama gözde şarkınıza kavuştuktan sonra daha orta karar bir müzik dinletisinden devam etmeye hazır olun.
Sanat ve barışla kalın…
Kaynaklar ve Detaylı Bilgi için Linkler:
Gaston Leroux
Charles Garnier
Paris Opera Evi
Andrew Lloyd Webber
Cameron Mackintosh
Harold Prince
Gillian Lynne
Prova Görüntüleri
Sahne Kurulumu
Tanıtım Sitesi