OpenCampus: Türkiye’nin yanan zeytin ağacı gölgesi

Yangın sezonunun açılmasıyla Akdeniz havzasındaki ülkemiz, neredeyse her gün ufak ya da büyük çapta yangınlarla yüz yüze geliyor.

Yanan her hektarla yok olan yalnızca ormanlar, içinde yaşayan canlar, topraklarımız olmuyor: Kültürel değerlerimizi de parça parça kaybediyoruz.

Bunun son örneği, OpenCampus oldu.

Özgür bir açık akademi hayalini kolektif emek ve çabayla Urla‘daki 25 bin metrekarelik arazide hayata geçiren OpenCampus, 17 Temmuz’da çıkan yangında arazisinin yarısını kaybetti.

Sokrates‘in bir zeytin ağacının gölgesinde öğrencileriyle istişare ettiği bir fotoğrafı sunan OpenCampus, “Akademidiyor, “bazen bir zeytin ağacının gölgesidir.”

Türkiye’de ise ne yazık ki zeytin ağaçlarının gölgeleri dahi yanıyor.

OpenCampus’un dört yıllık bir geçmişi var.

Her yaz onlarca akademisyen, bilim insanı ve uzmanın atölyeler verdiği Hacknbreak kampına ev sahipliği yapmak için 2017 yılında Açık İnovasyon Derneği, ardından Bilim Kooperatifi ve gönüllü çabalarla kurulan bu ‘açık hava kampüsü’nün proje ve faaliyetlerinde son 6 yılda dünyanın her yerinden 700’den fazla bilim insanı, akademisyen ve profesyonel gönüllü oldu. 

2018 ve 2020 yılları arasında her yaz 1000 ila 1500 kişinin aynı anda kamp yapabileceği bir akademik aktivite merkezi olarak hizmet veren bu kampüs sayesinde tanışan, arkadaş olan, çeşitli ortaklıklar kuran etkinlik katılımcıları artık binlerce kişilik bir topluluk.

Türkiye’deki katılımcı, ücretsiz, nitelikli öğretim boşluğunu doldurmak için ortaya çıkan bu sivil oluşum, şimdi ise Türkiye’nin denetimsizlik ve yanlış politikalarla perçinlenen orman yangını gerçeğiyle karşı karşıya.

Oysa OpenCampus, kendi inisiyatifiyle yangını söndürebilirdi; eğer alanın şartlarını önceden gözeterek altyapısına yangın önlemlerini dahil eden plana bir kamu kurumu ‘gerek yok’ cevabını vermeyip destekleseydi…

OpenCampus’un yaşadıklarını Zehra Doruk ve Murat Küçükgirgin‘den dinledik:

“25 dönüm kadar yer etkilendi. Bizim kampüsümüzün yaklaşık yarısı.”

Öngörülebilir bir yangındı: Geri dönüşüm katliamı

Yangın, kampüsün yakınlarındaki hurda depolama amaçlı izinsiz işgal edilen alanda başladı. Rüzgarın yönü ve şiddeti sebebiyle alevler kısa sürede kampüsün arazisine ilerledi:

“Bulunduğumuz yerin çevresi iki yıl öncesine kadar orman diyebileceğimiz kadar sık ağaçlı bir alandı. Kentsel rant baskısı nedeniyle ağaçların yaklaşık yüzde 70’i kesildi ve hızla bir yapılaşma başladı. Çam ormanları, zeytinlikler ve makilikler kesilerek konut yapılıyor, yani doğal alanlar zaten orantısız bir baskı altında.”

Hızlı müdahale edilmesine rağmen yangın, şiddetli rüzgar sebebiyle üç saatte kontrol altına alınabildi. İtfaiye ekiplerinin hem karadan hem havadan hızlı müdahelesi olmasa sonuçları çok daha kötü olabilecek yangın, BilimKoop ana binasına 20 metre mesafede söndürüldü:

“Soğutma çalışmaları da bir buçuk saat sürdü. Fakat biz iki gün boyunca yanmaya devam ettik. Çünkü yangın denilen şey bir saat süren bir şey değilmiş, onu gördük. Tüm alanları iki gün boyunca taradık; ağaç kökleri, gövdelerinin iç kısımları sürekli için için yanmaya devam ediyor. Rüzgar şiddetlenince o ateş büyüyor.

Arazi, bu yaz iklim değişikliği ve çevredeki ağaç yoğunluğunun azalmasının etkilerini direkt yaşamaya başladı. Normalde Ağustos ayında olan otların tamamen kuruması, Mayıs sonunda etkisini hissettirdi.”

OpenCampus arazisinde her yaz yaklaşık on gün süren kamplar düzenleniyor.

Katılan gençler, mühendislik, tasarım, mimari gibi konularda yüz kadar gönüllü uzmandan eğitim alıp aynı zamanda AR-GE ve ÜR-GE çalışmaları yapma fırsatı buluyor.

2020’ye kadar kamplara ev sahipliği yapan kampüs, pandemi arasının  ardından yeniden gençlerle buluşmaya hazırlanıyordu.

Eğitimlerin düzenlendiği yapılar, masalar, cihazlar ve tesisat sisteminin yanı sıra, kampüsün arazisindeki zeytin, çitlembik, çam ağaçları, makilikler de yangında yok oldu.

Kampüs son günlerde, Eurovelo 8 bisiklet rotasına dahil edilen İzmir üzerinde dinlenmek ve birkaç gece geçirmek için yabancı gezginlerin de uğrak noktasıydı.

Şimdi, projeyi küllerinden yaşama döndürmek için kollar sıvanıyor, destek olmak isteyenler için nasıl bir mekanizma işletileceği planlanıyor.

Zehra Doruk, “Yangınla ilk defa bu kadar yüz yüze geliyoruz, daha önce yaşadığımız şeyler haricinde yangına müdahale gibi problemleri de görebilir hale geldik” diyor. Küçükgirgin de, “Fakat bu bir yandan da bu bizleri yangının sürekli yaşanacağı gerçeğiyle yüzleştirdi” diyerek ekliyor:

“Bunun için stratejileri yeniden masaya yatıracağız, ağaçlandırma, sulama, soğutma… Kentlerde artık zaten ağaç varlığı büyük ölçüde yok edildi, bizimki gibi kent çeperlerindeki arazilerin ise sürekli iklim krizi riski altında olduğu görülüyor. Öte yandan da ormanlar daha çok insan faaliyeti sonucu çıkan yangınlar yüzünden yanıyor.”

Fakat OpenCampus, yangın riskine karşı hazırlıklı bir proje planıyla ortaya çıkmıştı. Kampüs için hazırlanan ilk projeye yangın riskleri dahil de edilmişti. 

Zehra Doruk bu süreci şöyle anlatıyor:

“2017 yılında ilk planlamayı yaparken ihtiyacımız olan altyapı sistemlerini sıraladığımızda bunlardan biri de yangındı. Ağaçlık alanda olduğumuz için önemli görerek bir yangın tesisatı kurmamız gerektiğine karar vermiştik. Bunu, kamu kurumuna sunacağımız destek projesine de dahil ettik,  kurumlara sunduğumuzda ise ‘Bu kamu ölçeğinde bir iş, bu kadar detayı neden planlıyorsunuz’ gibi cevaplarla karşılaştık.”

Eğer bu tesisata sahip olsaydık, biz bu yangını söndürebilmiştik. Çünkü ona göre bir tesisattı. Bu onaylanmış olsaydı, yan arazilerdeki yangını da söndürebilecek bir tasarım yapmıştık.

Sivil topluma söyledikleri, ‘Bu kadar büyük projelerle uğraşmayın, bu kamunun işi’. Ama burada bir boşluk var ve bizce bunu doldurmak şu an sivil toplumun işi.

OpenCampus projesi, 2010’larda eğitime sivil destek vermek isteyen akademisyen ve beyaz yakalı çalışanların önce Açık İnovasyon Derneği ve ardından Bilim Kooperatifi destekleriyle adım adım hayata geçirildi.

Kampüs, Doruk’un değindiğine benzer şekilde manifestosunda şu ifadelere yer veriyor:

Akademiler, dayatmalar ve kısa vadeli fayda beklentileri nedeniyle, her geçen gün tarihsel ve evrensel anlamını kaybediyor. Bugün, özgür, bağımsız, demokratik, holakratik işbirliğine ve üretime dönük; toplumsal ve akademik çürümenin ürettiği kültürü dışarıda tutacak “akademik sosyalizasyon alanlarına” daha çok ihtiyaç var.

Akademinin gerçekte nasıl bir yer olduğunu ve evrensel kültürünü hatırlatmak artık bir zorunluluk. Birlikte, meraklı ve çalışkan her yaştan insanın önündeki bariyerleri kaldırarak, akademiyi işbirliği ile yaşatabiliriz. İnsanlık tarihi gösteriyor ki; küçük ve başarılı modeller yaygınlaşırsa normlar oluşur, başka kişileri ve kurumları da etkiler. Etki çoğalır.

Murat Küçükgirgin de, OpenCampus’e dair şunları söylüyor:

“Bugün gençlerin nefes alabilecekleri yerler için ya bazı doktrinlere dahil olmaları ya da çok büyük paralar vermeleri gerekiyor. OpenCampus kamu desteğiyle, AB fonlarıyla değil; tamamen gönüllü çalışmayla, özellikle yaz dönemlerinde çok sıkı çalışarak oluştu. Pek çok insan yazın yıllık izinlerini burada kereste taşıyarak, duvar örerek, gönüllü marangozluk yaparak geçirdi. Aslında yapmaya çalıştığımız şeyin toplum ve kamu tarafından daha iyi anlaşılmasını bekliyoruz. Biz yine de her şeye rağmen umutluyuz.”

Paylaş
Yazar:
Bahar Ünlü