İklim KriziManşet

Kuraklık Afrika Boynuzu’nu kasıp kavuruyor: İnsani yardım iklim değişikliğiyle başa çıkamaz hâle geldi

0
Giles Clarke / Fotoğraf: UNOCHA, Getty Images

Yazar: Jake Bittle

Yeşil Gazete için çeviren: Burak Yıldız

*

Geçtiğimiz üç yıl boyunca, yaşanan aşırı kuraklık nedeniyle Afrika Boynuzu‘nda kıtlık baş gösterdi ve bu durum günümüz tarihindeki gelmiş geçmiş en vahim beşeri krizlerinden birinin oluşmasına neden oldu. Kuraklık geçen yıl Somali, Etiyopya ve Kenya‘da 2,6 milyondan fazla insanı yaşadıkları evleri terk etmek durumunda bıraktı ve yalnızca Somali’de 43.000’den fazla kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı.

Yakın zamanda yapılan bir çalışmada, World Weather Attribution adlı meteoroloji kuruluşu, kuraklığın iklim değişikliği nedeniyle 100 kat artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Bölge her zaman yağışlı ve kurak dönemler arasında gidip gelirdi;  ancak yüksek sıcaklıklar bilim insanlarının çöl üzerindeki “buharlaşma ihtiyacı” adını verdikleri durumu arttırarak nemin her zamankinden daha çabuk buharlaşıp gitmesine neden oldu ve bunun neticesinde yaşanan tüm kuraklıklar giderek etkisini daha da ciddi boyutlara taşıdı. Araştırmacıların bulguları, mevcut yağmur düzeninin endüstri öncesi bir dünyada “hiçbir şekilde kuraklığa yol açmayacağını” gösteriyor. 

Her ne kadar iklim değişikliği yaşanan felaketin öngörülmesini çok daha kolaylaştırsa da, insani yardım amaçlı bağış yapanlar bu konudaki uyarılara pek aldırış etmemişti. Ağır kuraklık baş gösterdiğinde, varlıklı ülkeler ve insani yardım kuruluşları hemen harekete geçerek malzeme yardımında bulundu. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) geçtiğimiz yıl 1 milyar dolardan fazla miktarda gıda sevkiyatı yaparken, Birleşmiş Milletler‘e (BM) bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) de yaklaşık 138 milyon dolarlık nakit ve gıda yardımı yaptı. Önümüzdeki haftalarda New York’ta bir “taahhüt konferansı” gerçekleştirecek olan BM, milyarlarca dolar daha yardım gönderilmesi konusunda uluslararası kamuoyuna çağrıda bulunacak. Ne var ki bu yardımlar ancak bölgede gıda yetersizliği zirveye ulaştıktan sonra gelmeye başladı ve hemen hemen hiçbiri bölgenin önümüzdeki dönemde yaşanacak olan iklim şoklarına karşı daha dirayetli hale gelmesine yardımcı olmayacak.

Uluslararası camianın yaşanan gıda kıtlığına verdiği yanıt, geçmişte bölgedeki insani yardım çalışmalarına paralellik gösteriyor. Meteoroloji tahmin uzmanları 2011 yılında da bir kuraklık dönemi yaşanacağını öngörmüş, ancak gelen fonlar can kayıplarını ve zorunlu göçü önlemek konusunda çok geç kalmıştı. 2016’daki bir başka kuraklık sırasında müdahale daha hızlı olsa da, uluslararası bağışçılar altyapı geliştirme ve iklim adaptasyonu için para sağlamada başarısız oldu ve bu da bölgenin mevcut kuraklığa karşı savunmasız kalmasını sağladı.

Uzmanlar, Afrika Boynuzu’nda patlak veren bu krizin, ani ve ender rastlanan  felaketleri ele almak için inşa edilen insani yardım sisteminde bir paradigma değişikliğine duyulan ihtiyacı vurguladığını söylüyor.  Ancak günümüzde kasırgalar ve orman yangınları türünden kısa süreli felaketlerin görülme sıklığı artıyor ve buna paralel olarak iklim değişikliği de yavaş yavaş etkisini gösteren kuraklık ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi krizlere neden oluyor. Bu da iklim etkilerinden korunmanın yolunun, bunlar yaşanmadan önce gerekli harcamaları yapmak olduğu mesajını veriyor.

İnsani yardım kuruluşu Mercy Corps‘ta araştırma direktörü olan Beza Tesfaye, “İnsani yardım kuruluşları [iklim değişikliğine] müdahale etmeye çalışıyor, ne var ki bugüne kadar uyguladığımız yöntem ihtiyaçlara karşılık vermiyor,” diyor:  “İhtiyaçlar giderek büyüyor daha da karmaşık bir hal alıyor.”

FAO ve USAID gibi insani yardım kuruluşlarının müdahale süreçlerini iyileştirmelerinin önündeki en kolay yolu daha erken harekete geçmekten geçiyor. Nitekim uzmanlar Afrika Boynuzu’ndaki muhtemel kuraklığı 2019 yılında tespit etmişti,  ancak bölgedeki savunucular geçen yıla kadar müdahale etmek için gerekli parayı bulmakta güçlük çekti.

FAO-Kenya’da çalışan, gıda güvenliğinden sorumlu iktisat uzmanı Brenda Lazarus, “Bana sorarsanız yapılabilecek çok daha fazla şey vardı ama yapılamadı,” diyor. Lazarus’un araştırma ekibi, bölgedeki peş peşe gelen verimsiz yağışlara dair ilk işaretleri henüz 2020 gibi  erken bir tarihte saptamış ve bu doğrultuda yardımcı kuruluşlara çağrıda bulunmuştu: “Üç yıl öncesinde bağışçılara ve ortaklara gidip ‘Bakın, bu kuraklığın yaklaşmakta olduğunu görüyoruz’ dediğimizi gayet iyi hatırlıyorum. Yapılan öngörülerden anlaşıldığı üzere işlerin yakın bir tarihte çok kötüye gideceği aşikâr.”

Somali Çevre Bakanlığı‘nda iklim araştırmacısı olarak görev yapan Jaabir Abdullahi Hussein, felaket öncesinde sosyal yardım için fon ayrılsaydı, Somali’nin işgücünün ağırlıklı kesimini barındıran çiftçi ve çobanların yaşanan kuraklığa karşı önceden hazırlıklı olabileceğini anlatıyor. Böylece kuraklığa karşı daha dayanıklı tarım ürünlerini ekebilir  ya da hayvanlar açlıktan ölmeye başlamadan önce besi sürülerini satmış olabilirlerdi.

Grist‘e konuşan Hussein şunları söylüyor: “Yerel topluluklar esasında yaklaşan kuraklıktan haberdar değiller. Ne zaman, nasıl, nerede ve ne ekecekleri konusunda gereken bilgiye sahip değiller. Bir anda yağmurun yağmayacağı anlaşılıyor ve çiftçilerin ürünleri ve her şeyleri heba oluyor.”

Somali’nin ulusal hükümeti de ülkenin dört bir yanındaki göçebe çobanları kötü bir yağış mevsimi konusunda uyarma kapasitesine sahip değildi; Hussein, hükümetin dış kuruluşlardan yardım almış olması durumunda pek çok ölümü önleyebileceğini belirtiyor.

Bele Kalbi Nur, Etiyopya’nın El Gel köyünde keçileriyle. Arka arkaya yaşanan beş verimsiz yağış mevsiminin akabinde Afrika Boynuzu’nda yaşayan milyonlarca kişi aşırı derecede gıda yetersizliği sorunu yaşamakta. Eduardo Soteras / Fotoğraf: AFP

Dünyanın diğer bölgelerinde ise yardım kuruluşları sözde “geleceğe yönelik eylem” denilen yöntemi denedi ve sonuçları da cesaret verici oldu. Geçtiğimiz yıl kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan GiveDirectly, Mozambik‘teki büyük bir kasırgadan kısa bir süre muhtemel sel felaketine uğrayacak bölgelere peşin ödemeler göndererek, bu yardımı alan kişilerin parayı hayatta kalmak amacıyla gerekli ihtiyaçlar doğrultusunda kullandığını, yiyecek stokladığını ve kendi evlerini güçlendirdiğini ya da bölgeden uzaklaşmak için ulaşım masraflarını üstlendiğini tespit etti. Benzer şekilde Birleşmiş Milletler bünyesindeki Dünya Gıda Programı da yaşanan ciddi bir sel felaketinden dört gün önce Bangladeş‘te yaşayan halka peşin ödeme sağlayarak iyi sonuçlar elde etti.

Mercy Corps adına açıklama yapan Tesfaye, “Bu tür felaketler bir dereceye kadar öngörülebilir ve insani yardım camiasında felaketlerin öngörülmesinde ne kadar etkili olunabileceği konusunda pek çok tartışma yaşandı. Ancak fiiliyatta, bu etkilerden ciddi ölçüde kaçınmanın söz konusu olabileceği erken aşamalarda çok fazla para aktığını görmüyoruz” dedi.

Aynı dinamik, tarım ve hayvancılık gibi geçim kaynaklarının iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı hale gelmesine yardımcı olabilecek geleceğe yönelik uyum finansmanı için de geçerli. Somali’nin ekonomisindeki üretimin hemen hemen dörtte üçünü karşılayan söz konusu sektörlerin her ikisi de iklim değişikliğine karşı son derece hassasiyet gösteriyor: Verimsiz bir yağmurlu mevsim ürünlerin zarar görmesine, koyun ve keçi sürülerinin yiyecek ve sudan mahrum kalmasına sebebiyet vererek hem onların gelişimini sekteye uğratıyor hem de süt üretimini düşürüyor. Bölgede yaşayan pek çok topluluğun su kuyuları ve rezervuarlar gibi alternatif su kaynaklarına erişim imkânı da bulunmuyor.

USAID gibi kuruluşların acil kuraklık dönemlerinde sağladığı yardımlar bu uzun vadeli meseleleri hafifletmediği gibi, BM bünyesindeki kuruluşların sağladığı diğer kalkınma fonlarının pek çoğu da iklim değişikliği konusuna odaklanmıyor.  Afrika Boynuzu’ndaki bazı adaptasyon pilot projeleri için para toplayan Yeşil İklim Fonu (GCF) gibi kimi yeni fon kolları mevcut, ne var ki bu projeler hiperlokal ve birbirinden ayrı olma eğiliminde. Örneğin fon, bugüne kadar yalnızca iki proje kapsamında Somali’de yaklaşık 42 milyon dolar kadar harcadı.

Lazarus, şunları söyledi: “Bu [adaptasyon projeleri] gerçekten önemli ölçüde yetersiz şekilde finanse ediliyor. Bu, mikro ölçekli yatırımların bu tip pilot projelere aktarılacağını ve bunun bölge üzerinde dönüşümsel bir etki yaratacağını düşünüyoruz ve işin aslı bu programlar bu etkiyi yaratmak üzere çok küçük kalıyorlar.”

Bu konuda destek sağlayabilecek pek çok muhtemel proje bulunuyor: Yağmur suyunun toplanması ve kuraklığa dayanıklı tohumlarla ekim, çiftçilerin kurak dönemlerde mahsullerini korumalarına yardımcı olabilir ve yeni su depolama tesisleri, çobanların sürülerinin susuzluktan ölmemesini sağlamalarına yardımcı olabilir. Mesela, 2015 yılında BM’nin Somali’de başlattığı bir girişim, tatlı suyun kum katmanlarının altında tutulup depolanmasını sağlayan özgün bir “kum barajının” inşasına önayak olarak çiftçileri düzensiz yağışlara muhtaç olmaktan kurtarmıştı.  Ne var ki Afrika, dünya üzerindeki nüfusun yaklaşık beşte birine ev sahipliği yapmasına rağmen, günümüze kadar iklime adaptasyon kapsamında harcanan fonların yalnızca yüzde 4’ünü alabildi. Kısa süre önce yayımlanan bir BM raporu, kalkınmakta olan ülkelerdeki adaptasyon harcamalarının güncel ihtiyacın yüzde 10 ila 20’si arasında seyrettiğini ortaya koyuyor

BM Genel Sekreteri António Guterres, Somali’nin Baidoa kentinde, yerlerinden edilmiş kişilerin barındığı kamp ziyaretinde. Fotoğraf: Hassan Ali Elmi / AFP.

Pek çok insan bu finansman açmazının  geçen yıl Mısır‘ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda, müzakerecilerin iklim değişikliğinden kaynaklanan “kayıp ve hasar” olarak adlandırdıkları konuları karşılayacak bir fon kurulması yönünde gelişmiş ülkelerin mutabakata varmasıyla aşılacağını umuyor.  Söz konusu fon esas olarak tarihsel karbonun çoğunu salmış olan gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerine en duyarlı olan daha yoksul ülkelere bir tür fon aktarması gereken bir iklim tazminat programının başlangıcı.

Teorik çerçevede, bu “kayıp ve hasar” fonundan en fazla faydalanacak olanlar arasında Somali gibi ülkelerin yer alması gerekiyor, ancak London School of Economics‘te iklime adaptasyon fonları konusunda çalışmalar yapan profesör Swenja Surminski‘ye bakılırsa, zengin ülkelerin ne tür bir yardım sağlayacağı hususunda pek az detay bulunuyor.

Surminski, “[Fonların] ne için kullanılacağını ve ayrıca ‘kayıp ve hasar’ harcamalarıyla ‘adaptasyon’ harcamalarını birbirinden nasıl ayıracağımızı pek anlamış değilim,” diyor. Ayrıca fonun nakden ödeme mi yoksa tahvil ve sigorta planları gibi daha karmaşık finansman düzenlemeleri mi getireceği de henüz belli değil. Surminski, paranın ülkelere adaptasyon altyapısına yönelik yatırım yapma imkânı sağlaması durumunda, bunun önümüzdeki dönemde yaşanabilecek felaketlerin etkilerini hafifletmede büyük anlam ifade edebileceğini ifade ediyor. Ne var ki önce bu paranın ödenmesi gerekiyor.

İklim değişikliği etkileriyle baş edebilmek amacıyla gelişmiş ülkelerin hâlihazırda sağladıkları yardımları da yeniden gözden geçirmeleri gerekecek.  Onlarca yıldır çok uluslu kuruluşlar, felaketler karşısında “insani” amaçlı yardımlar ile ülkelerin sefaletten kurtulmasına yönelik “kalkınma” amaçlı yardımları birbirinden ayırıyor ki bu durum aynı zamanda iklim müzakerecilerinin kayıp ve hasar tazminatıyla adaptasyon fonu arasındaki ayrımına da ayna tutuyor. Nitekim iklim krizinin Somali gibi ülkelerdeki tırmanış hızı, her iki disiplinin birbirinden farklı olmadığını ve kuraklık gibi ciddi felaketlerin etkilerinin önlenebilmesi açısından uzun vadeli bir kalkınma fonuna ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.

Lazarus, “İnsani bir acil durumda hepimizin koordinasyon içinde harekete geçmesi mümkündür” diyor. Ancak mesele iklim değişikliğine hazırlık olunca, “Bu eksikliği hâlâ yaşıyoruz. Ve en koordineli biçimde harekete geçemememiz, bu programların pek çoğunun ölçeklenebilirliğini kısıtlayan şey oldu” diye ekliyor.

Somali Çevre Bakanlığı’ndan Hussein de  Somali’yi ve bölgeyi sarsan kuraklığın, adaptasyona ilişkin ahlâki meseleyi daha da ivedi hale getirdiğini söylüyor. Zengin ülkelerin emisyonlarının yarattığı felaketlerle başa çıkma yükümlülüğü olduğunu ve bu nedenle yapılacak yardımlarda değişikliğe gidilmesinin en iyi seçenek olduğunu belirten Hussein, “İklim etkilerine karşı daha iddialı fonlara ihtiyacımız var. Bu bir ‘yardım’ değildir. Bu, iklim değişikliğine sebebiyet veren ülkelerin üstlenmesi gereken bir yükümlülüktür” diyor.

Makalenin İngizlice orijinali

More in İklim Krizi

You may also like

Comments

Comments are closed.