‘İklim çocukları şimdiden çok önemli iş başardı’

Köpekli Çocuklar Gecesi adlı son romanında Dünyayı bekleyen yok oluş felaketini anlatan Oya Baydar, “Başka bir dünyanın mümkün olabileceği düşüncesi ve umudu olmaksızın mücadele edilemez’ diyor.

Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Oya Baydar‘ın son kitabı ‘Köpekli Çocuklar Gecesi’ raflardaki yerini aldı. Can Yayınları‘ndan çıkan kitap, edebiyatının ilk ekolojik distopyası olarak nitelendiriliyor. Gezegenimizi bekleyen yok oluş felaketinin ortasında çırpınan insana dair bu çarpıcı roman hakkında Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Yeşil Gazete yazarı, Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, yazar Oya Baydar’la konuştu.

Romanınızda sadece iklim değişikliği sorununa değil, aynı zamanda bizim coğrafyada ve ülkemizde yaşanan bir çok farklı soruna da değiniyorsunuz. Acaba biz, bu kendi meselelerimizden kafamızı kaldıramazken iklim krizi kapımıza geldi dayandı; hiç bir hazırlığımız ve önlemimiz yok mu demek istediniz?

Sözünü ettiğiniz sorunlar sadece bizim coğrafyada ve ülkemizde yaşanmıyor, doğudan batıya pek çok ülkede benzer siyasal- toplumsal gelişmelere şahit oluyoruz. ABD Başkanı Trump’la Erdoğan, Putin’le Orban, Hindistan’da Ram Nath Kovind ile Filipinler’de Duarte, daha birçokları birbirlerinin ruh ikizi gibiler. Tümü de sağ popülist, otoriter, totaliter ve savaşçı yöntemlerle yönetiyorlar.  Ancak, bu sorunlardan kafasını kaldırabilmiş kaldıramamış bütün ülkeleri,  yeryüzünün tümünü  tehdit eden iklim felaketi karşısında ne yazık ki topyekûn bir aymazlık, bilinçsizlik  ve hazırlıksız var. Özetle: Köpekli Çocuklar Gecesi romanı yereli aşan, daha genel bir seslenişi amaçlıyor

Romanın kahramanlarından erkeğe ve kadının çocuğuna isim vermişsiniz. Ve isimleri çok manidar: Adam ve Doğa. Semavi dinlerden bildiğimiz ilk insanın adı ve tarumar edilen bir doğa. Bu isimleri tercih etmenizde etkili olan nedir?

Fark ettiğiniz gibi adlar bilinçli bir tercih. Yereli, belli bir ülkeyi, belli bir dili çağrıştıran adlardan kaçındım, kitabın aynı zamanda anlatıcısı da olan kadın kahramanın adı olmaması da bu yüzden. Kitabın ana teması olan olası iklim felaketi; yerel, bölgesel değil, evrensel.

Cormac McCarthy’nin “Yol” isimli Pulitzer Ödülü alan romanı, isimsiz bir çevre felaketi sonrasında baba oğulun hayatta kalma mücadelesini çok çarpıcı ve yürek burkan şekilde anlatır. McCarthy, romanında adama ve çocuğa isim vermemeyi tercih etmiştir. Belki de okuyucuya, ölüm kalım savaşının sürdüğü bir mücadele isimlerin artık önemli olmadığını anlatmak ister. Siz de romanınızda kadına isim vermemişsiniz.  Nedenini açıklar mısınız?

McCarthy’nin romanını ne yazık ki okumadım, hemen okumaya çalışacağım. Ben de tıpkı onun gibi düşünmüş olmalıyım.  Mücadele herkesin mücadelesi, sorun herkesin sorunu olduğu zaman ülkeler, milletler, diller anlamını yitirir.

İnsanın “Eşref-i mahlukat” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Yaratılanların en kutsalı, yücesi ve bir şekilde de her şeyi hak edeni. Ama insanı üstün kılan aklı değil de merhameti değil midir? Jose Saramago, “Körlük” romanında merhametin insanı nasıl yüceleştirdiğini çok güzel anlatır. İnsan, ekosisteme karşı merhametini çoktan kaybetti ve böyle giderse “Eşref-i mahlukat”, Dünya’nın sonu olacak. Siz, ne düşünüyorsunuz?

Köpeki Çocuklar Gecesi’nde “eşref-i mahlukat” konusunda bir bölüm var. Bütün semavî dinlerde ve -ister kapitalist ister sosyalist-  bilimi, teknolojik gelişmeyi, ekonomik büyüme ve kalkınmayı insana, insan değerlerine önceleyen bütün kalkınmacı, büyümeci ideolojilerde-sistemlerde doğanın, “eşref-i mahlukat” adına tahrip edilmesi, sömürülmesi caizdir.  Sonsuz evrenden ve doğadan bakıldığında kimse bana insanın bir köpekten, bir filden, bir ağaçtan veya herhangi bir yaratıktan üstün olduğunu anlatamaz.

Bir önceki sorumla bağlantılı olarak, iklim adaleti konusu gündeme geldiğinde düşük gelirli bireyler, gelişmemiş ülkelerden bahsediliyor. Halbuki ekosistemin sürekliliğine asıl katkısı olan canlılar, bitkiler ve hayvanlar… Dünyadaki yaşamı onlar sağlıyor. İnsan da bu doğal döngüye çomak sokuyor. WWF tarafından yayımlanan “Yaşayan Gezegen Raporu”, son 44 yılda canlı türleri popülasyonlarında yüzde 60 civarında bir azalma olduğunu kaydetmiş. İnsan ise artan nüfusu ile soyunu sürdürebiliyor, en azından şimdilik. Bu nedenle iklim adaletinden konuşulurken sadece insandan ve ülkelerden bahsedilmesi, adalet kavramını baştan sorgulatıyor.  Ne söylemek istersiniz?

Adalet kavramı da benzer diğer kavramlar gibi insanların dünyasına ve gelişmiş sınıflı  toplumlara ait. Doğada başka bir adalet var, başka kurallar var, örneğin doğal beslenme zinciri bize yer yer vahşi ve adaletsiz gelebilir ama yaşamın parçasıdır. Ne var ki insan; aklını, bilgisini, becerisini doğayı mahfetmeye, bütünüyle hükmü altına almaya değil de bütün yaratıkların yaşama ve gelişme hakkını gözeten, adalet kavramını insandan doğaya yayan anlayışa uygun bir düzen yaratmaya yönlendirebilseydi bugün doğa da insan da farklı bir yerde olurdu. “Herkes için adalet”ten “bütün canlılar için, doğa için adalet”e geçebilseydik, insanın ve toplumların evrimi farklı gelişebilirdi.

Romanınızda köpek kahramanlarınız da var. Neden hayvanlardan köpek? Sadık oldukları için mi? Böylece bizim de doğaya sadık olmamız gerektiğini mi vurgulamak istediniz?

Köpeklerin sadık olduklarını, genel olarak sadakat fikrini falan düşünmedim. Bu romanı yazma isteğim, bir kış gecesi kaldırımda köpeğine sarılmış uyuyan bir çocuğun fotoğrafını gördüğümde başlamıştı. Orada sahipsiz köpek ve çocuk, dünyamızın acılarının,  mağduriyetlerinin sembolü gibi gelmişti bana. Sonra temayı çevre/iklim felaketine taşıdığımda o fotoğraf yönlendirdi beni. Romanda, Köpekli Çocuklar sistemin ezdiği ama sistemin dışında kalmış olanların, masumiyetin ve sistemle bütünleşmedikleri için gelecek umudunun sembolleridir.

Bir de romanınızda ishak kuşunun ötüşü var. Anadolu’da bu kuşun ötüşü uğursuzluk olarak adlandırılır. Siz de bunun için mi bu ötüşe yer verdiniz?

İshak kuşu başka yerlerde de haberci veya uğur sayılır.  Ben uğursuzluk simgesi olarak algılamadım o ötüşü.

İklim değişikliğinin bana göre en önemli etkilerinden biri, gıda ve su güvenliğinin neden olacağı iklim göçleri ile insanların arkada bırakmak zorunda kaldıkları kültürel mirastır. Bir taraftan tarihi eserlere paha biçilemiyor, diğer taraftan Hasankeyf örneğinde olduğu gibi üretim amaçlı gözden çıkarılabiliyor.Bu nasıl bir çelişki?  Bu konuda bir yazar olarak ne düşünüyorsunuz?  

Göçlerin yüzyılımızın, hatta belki gelecek yüzyılın  toplumsal tarihi yönlendirip değiştirecek en önemli gelişmesi olacağını düşünüyorum. Bu göçlerle sadece kültürel miras yok olmakla kalmayacak, dünyamızın zenginliği olan kültürel çeşitlilik de giderek ortadan kalkacak. Bu sürecin şiddetsiz, savaşsız, kansız, yıkımsız yürümeyeceğini de bilelim.

Tarihî eserlerin, somut kültür varlıklarının gözden çıkarılmasına gelecek olursak, bu bambaşka bir konu. Genelde kapitalist kalkınmacılık, özelde bizim gibi ülkelerdeki ne ekonomik ne de kültürel açıdan gelişmemiş ilkel neo-liberal anlayışın taşıyıcısı iktidarlar için her şey kâra, paraya, büyümeye kurban edilebilir.

Felaketlerden hayatta kalmayı başaran insanın iklim krizi ile mücadelesi hiç olmadığı kadar zor olacak. Çünkü bu küresel bir kriz ve günün sonunda herkes etkilenecek. Size göre, buradan çıkış var mı?

Mutlak çıkış var mı, bilemiyorum ama en azından geciktirme, duraklatma imkânı var sanırım. Çevrecilerin, iklim savaşçılarının, örneğin Greta ve arkadaşlarının seslerine kulak verilip geri dönüşü olanaksız aşamaya varmayı engellemek mümkün diyor bilim insanları ve çevreciler. Karbon gazları emisyonu acilen, çok acilen azaltılmazsa 12 yıl sonra “artık çok geç” aşamasına gelmiş olacağız. Şimdilik yapabileceğimiz tek şey ciddi önlem almakta hâlâ direnen sistemin efendileri ve kendi iktidarlarımız üzerinde çok yönlü baskı oluşturabilmek ve kitlelerin farkındalığını artırmak için gereken her şeyi yapmak.

Mağdurların masumiyeti ve kötülük karşısındaki umut, edebiyatta ve sinemada karşımıza çok çıkan bir yaklaşım. İnsan sadece doğayı değil kendi türünü de sömürüyor. Siz de umut olmazsa kötülük karşısında yenilmeye mahkumuz mu diye düşünüyorsunuz?

Umudunuz yoksa mücadele edemezsiniz, teslim olursunuz. Greta “Umut peşinde koşmak yerine eyleme bakmalıyız” diyor, “Sizin umutlu olmanızı filan değil, paniğe kapılmanızı istiyorum” diyor. Aktivist heyecanını yansıtanan söyleminde yanıldığı nokta, başka bir dünyanın mümkün olabileceği düşüncesi ve umudu olmaksızın mücadele edilemeyeceği. Panikleyenlerin amaçsız ve umutsuz eylemi ancak yenilgi getirir.

Gençler ve çocuklar onların geleceğine koyduğumuz ipoteği kaldırmak istiyorlar. Bu nedenle 20-27 Eylül tarihleri arasında dünya genelinde “İklim Grevi” düzenleniyor. Başarabilecekler mi? Başka türlü bir yaşam mümkün mü?

Başka bir yaşam tabii ki mümkündü, belki hâlâ da mümkün. İklim Çocukları bence daha şimdiden çok önemli bir iş başardılar. Bütün dünyanın dikkatini konuya çekebildiler. En umursamazları bile şöyle bir silkelediler, farkındalık yarattılar. Burada bitmeyecek; uyarılar, eylemler sürecek. Öte yandan sistemin efendilerinin dirençleri de sürecek. Çünkü iklim için mücadele, onların bekası anlamına gelen sistemi de tehdit ediyor, global kapitalizmin çarkları arasına taşlar yerleştiriyor. İklim mücadelesinin sisteme karşı topyekûn mücadelenin ayrılmaz parçası ve köklü bir devrimci atılım olduğunu kavrayabilirsek başarı şansı ve umudu yükselir.

(Yeşil Gazete)