ManşetSivil Toplum

Gezi direnişi nasıl başlamıştı?

0

Gezi Parkı direnişinin birinci senesinde, 27 Mayıs’ta başlayan ve etkilerini halen tartıştığımız bu toplumsal hareketin nasıl başladığını bir kere daha hatırlamak için, Ümit Şahin‘in Bülent Müftüoğlu ve Cenk Levi‘yle yaptığı söyleşiyi* aktarıyoruz. 

Fotoğraf: Tolga Sezgin/Nar photos

Fotoğraf: Tolga Sezgin/Nar photos

Gezi Parkı direnişi 27 Mayıs gecesi başladı. Yüz binlerce kişinin sokağa döküldüğü 31 Mayıs’tan önceki dört günde, özellikle de ilk saatlerde yaşananlar olayların niteliğini anlamak için önemli. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği Başkanı ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi İstanbul İl Yürütme Kurulu üyesi Bülent Müftüoğlu ilk andan itibaren Gezi Parkı’ndaydı ve ilk fotoğrafları çekip, olan bitenden herkesi haberdar eden ilk birkaç kişiden biriydi. Greenpeace Akdeniz’den Cenk Levi de ilk saatlerden itibaren Gezi Parkı’ndaydı ve olaylar sırasında ilk gözaltına alınan kişiydi. Bülent Müftüoğlu ve Cenk Levi ile direnişin nasıl başladığını ve sonrasını konuştuk.

  • Ümit Şahin: Bülent, biz Gezi olayını ilk kez senin 27 Mayıs’ı 28’ine bağlayan gece sabaha karşı attığın bir emailden öğrendik. Gezi Parkı’na gelen ve ağaçları sökmeye başlayan iş makinasını ilk görenlerden birisin. O gece neler olduğunu anlatır mısın?

Bülent Müftüoğlu: Biz Taksim Gezi Parkı Derneği olarak son zamanlarda toplantılarımızı her Pazartesi Gezi Parkı içindeki Gezi Kafe’de yapıyorduk. O gün de ayın 27’sinde akşam 7 buçuk gibi Gezi Parkı’nda buluştuk, derneğin işlerini konuştuk, 10 buçukta da toplantıyı bitirdik. Ayaküstü sohbetler falan derken insanlar ayrılmaya, herkes evlere dağılmaya başladı. Ben de üç kişiyle birlikte Gümüşsuyu’na doğru yürümeye başladım. Başka üç arkadaş da Elmadağ’da oturdukları için Mete caddesi üzerinden Divan Oteli’nin oradan evlerine gidiyorlardı. Alman Konsolosluğu’nun önüne geldiğimde dernekten Işıl Ertüzün beni aradı, “parkta bir şeyler oluyor” dedi, “Nasıl bir şey?” diye sordum, “Valla bir hareketlilik var” dedi. Herhalde Divan Oteli’nin oradan kepçelerin ışığı falan görünüyor ama ne olduğu tam görünmüyor. “Bir baksak iyi olur” dedik. Ben ağır ağır parka geri döndüm, parkın ortasından geçerek arkaya yürüdüm, banklarda uyuyanlar falan vardı, arka tarafa bir geldim, bir kepçe duvarın yanından toprağı kaldırıyor, orayı boşaltıyor. Duvarın iç tarafında olduğu için Gezi Parkı’nın toprağını atıyor tabii. O tarafta olan üç arkadaş, ben ve o arada bir arkadaş daha geldi, biz beş kişi olduk. Ben orada çektiğim ilk fotoğrafa bakıyorum şimdi, saat 23:38’de çekmişim. Sonra arkadaşlardan biri duvarın üstüne çıktı, en ucuna kadar geldi, ben fotoğraf çekerken de bir hafriyat kamyonu geri geri gelmeye başladı. Ben de Divan Otel’e giden merdivenlerin oradan aşağıya indim, kepçeyle hafriyat kamyonunun arasına girdim. Kepçe toprağı alıp kamyona atacak, ben arada durunca kepçe havada asılı kaldı, kamyon şoförü indi aşağıya. Daha önceden bir kısım toprak atılmış zaten, götürülmüş bile. Önce duvarın yanındaki arkadaşın yanına gitti soför, biz o sırada kepçe operatörüne “sen kanunsuz iş yapıyorsun” diyoruz. Bir tane de güvenlikçi vardı. Polis yok tabii. Güvenlik görevlisi o sırada herhalde şantiye müdürlüğünü aradı ve bunlar durdular. Bizim kepçeyi durdurmamız beş dakika içinde olmuş. Daha sonra fotoğraflara bakarak söylüyorum tabii bunu, yoksa bize daha uzun gelmişti. Bir de şok edici bir şeydi tabii Gezi Parkı’nda böyle bir şey olması.

Fotoğraf: Tolga Sezgin/Nar Photos

Fotoğraf: Tolga Sezgin/Nar Photos

  • Ü. Şahin: Siz onlara bu işi neden yapıyorsunuz diye sorduğunuzda ne dediler?

B. Müftüoğlu: Burası zaten izin kapsamındaydı dediler. Hatta iki ağacı çıkarttık başka yere dikmek için götürdüler, bunları da yollayacağız dedi adam. Olabilir, çünkü merdivenlerin başında da ağaçlar vardı önceden.

  • Ü. Şahin: Toplam kaç ağaç kesilmiş oldu?

B. Müftüoğlu: Şimdi 8 ağaç kaldı orada. 28’inden önce bir 8 tane daha vardı. Yani toplamda 8-10 ağaç kesilmiş oldu. O arada şantiye şefi geldi, “Burada Taksim yayalaştırma projesi kapsamında yol genişletme çalışması yapılacak, planda var zaten”, dedi. Dernekten Nahide Ilgın da adamın yanına gidip, “Ben mimarım, Gezi Parkı Derneği’ndenim, planları görebilir miyim?” diye sordu. Adam durdu biraz, sonra “Planlar belediyede” dedi. Tabii, ben bu arada hem fotoğraf çekiyorum, hem de hepimiz oraya buraya telefon ediyoruz, mesaj falan atıyoruz. Neticede şantiye müdürü daha oradayken önce Radikal’den Elif İnce, sonra da A1 Haber’in kameraları geldi. A1 Haber röportaj yapmaya başladıktan sonra, herhalde şantiye müdürünün direktifiyle olacak, hafriyat kamyonu kayboldu, bir süre sonra kepçe de geri geri gidip Cumhuriyet caddesindeki şantiyeye girdi. Bu arada insanlar geliyordu. Müşterekler’den bir ekip geldi, gelirken caddeden belediyenin bez afişlerinden birini sökmüşler, oturup arkasına hemen Taksim İçin Nöbetteyiz yazısını yazmaya başladılar: Böylece o gece 50-60 kişiyle nöbet başlamış oldu, bir de çadır geldi, nöbet sabaha kadar sürdü.

  • Ü. Şahin: Peki Mayıs’ın 28’indeki ilk müdahale nasıl oldu?

B. Müftüoğlu: 28’inde öğle saatlerinde tam gece kepçenin çalıştığı yerde bazı sivil adamlar, şirket çalışanları diyorlar ama bence belediye görevlileri, aralarında da çok fark yok zaten, bir barikat oluşturmaya çalıştılar. Onlar gelmeden biraz önce bir grup polis gelip Cumhuriyet caddesindeki suntaların önünde dizilmişlerdi, ama uzakta duruyorlardı. Polisin müdahale etmesi için bir neden olması lazım aslında, parkta durmak yasak değil tabii. Sivillerin yaptığı da o nedeni yaratmaktı büyük ihtimalle.

  • Ü. Şahin: Cenk, sen ilk ne zaman gittin Gezi’ye?

Cenk Levi: O gece Takim Dayanışma’dan arkadaşlar mesaj atmışlar, gece 12 gibi, “Gezi Parkı’na kepçeler girdi, gelebilen gelsin” diye. Ben 1 buçukta falan gördüm. Arkadaşlarla konuştum, “Sabah destek için gelin” dediler. Salı sabahı saat 7-8 gibi gittiğime 50-60 kişi vardı ve sonradan bostan kurulan yerde kurulmuş bir çadır gördüm. Orada oturmaya başladık, arkadaşlar saat 9-10 gibi bir toplantı yapalım dediler, ne yapacağımızı kouşmak için. Saat 11 gibi Greenpeace ofise bir mail attım, fotoğraflar gönderdim, sonra ofise gittim.

B. Müftüoğlu: Ben sabah 5 gibi eve döndüm, sağa sola fotoğraf yolladım, dediğin maili attım. Saat 7 gibi biraz uyuyayım dedim, ama 8’e 20 kala Açık Radyo’dan aradılar, telefon bağlantısı yapmak için. Açık Gazete’ye bağlandım sonra olan biteni anlatmak için. Öğle saatlerinde tekrar parka gittiğimde sözünü ettiğim o sivil kişiler gelip dolanmaya başladılar, sonra kepçenin toprağı attığı yerin önüne gelip durdular, tabii insanlar irkilmeye başladı. Bunlarla bir konuşma ve gerginlik oldu.

C. Levi: Ben 11’de ofise geleyim dedim, ama facebook’ta müdahale olacağı lafları dolaşınca hemen geri döndüm. İri yarı, kendilerini tanıtmayan insanlar blokaj kurmaya başladılar. O sırada 200 kişi kadar vardı. Kepçe şantiye yakınında, orada duruyordu ama sabah çalışmamıştı. Bir kısım insanlar ağaçlara sarıldılar, bir kısmı da itiraz etmeye başladı, biz de derdimizi anlatmaya çalışıyorduk, “Burada bir doğa katliamı yapılıyor, bu sizin de ağacınız, bizim de”, dedik, “Yasal dayanağınız nedir?”, diye sorduk. Almış olduğumuz tek cevap “Lütfen işimizi zorlaştırmayın” oldu. Biz ise “Burada bir haksızlık var, savunma yapılması gerekiyor, insanlar burada kalacaklar” diye yanıt verdik. Bir zaman sonra o siviller ağaçlara sarılan insanları oradan çıkarmak için müdahaleye girişti, o sırada da kepçe gelip ağaçları topraktan çıkarmaya başladı. Bu aşağı yukarı bir saate yakın sürdü. Her şey gözümüzün önünde oldu.

B. Müftüoğlu: O müdahale sırasında siviller aniden çadıra saldırdılar ve söküp kenara koydular, orada da bir gerginlik yaşandı. Sonra geri çekildiler, ama insanlar itiraz ediyordu. Bu tartışma sürerken kepçe çalışmaya başladı. İnsanlar kepçeye doğru gidince polis araya girdi. Bu sırada polisle bir itişme oldu, polisin kalkanlarına vuranlar oldu, bunun üzerine de polis gaz sıkmaya başladı. Bu olay saat 13:00 sularında oldu.

C. Levi: O sırada bazı arkadaşlar arkadan dolanıp kepçeyi durdurmaya çalıştılar, bir arkadaş da kesilecek olan ağaçlardan birine tırmandı. Bazı arkadaşlar da çitlembik ağaçlarına sarıldı. Polisin barikat kurmasından itibaren olayın rengi de değişmeye başladı.

B. Müftüoğlu: Kepçe Intercontinental Otel tarafından gelip ağaçları sökmeye başlamıştı, bu arada polis kepçeyle bizim aramıza girdi, zaten çok yakın bir mesafe. Direnişçilerin bazıları hem ağlıyor, hem mücadele ediyordu. Kepçe bir iki kez durduruldu, ama o arada bir emniyet müdürü yardımcısı var, o geldi. Sonraki günlerde de o göründü mü TOMA’ların müdahalesiyle gaz oluyordu zaten; o gelince müdahele başladı, kırmızılı kadın fotoğrafı o sırada çekildi.

Fotoğraf: Serra Akcan/Nar Photos

Fotoğraf: Serra Akcan/Nar Photos

  • Ü. Şahin: Sırrı Süreyya Önder ne zaman geldi?

C. Levi: 2-2 buçuk gibi. Önce bizim yanımıza geldi, olayın ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra polislerin yanına gitti ve “Elinizde çalışma izni var mı?” diye sordu, konuşuyorlardı, birkaç dakika konuştuktan sonra bir baktım, polisleri yararak gitti kepçenin önünde durdu. “Biz bu ağaçları kestirmeyeceğiz” demeye başladı. Biz de beklemeye başladık. Bir yarım saat, 45 dakika böyle bekledikten sonra yanımıza geldi, “Bu ağaçlar kesilmeyecek ve bu kepçe buradan gidecek” dedi; güvence almış. O sırada orada 200-300 kişi olmuştuk. Ondan sonra akşama çadırınızı alın gelin ve burada kalın çağrısı yapılmaya başlandı. Akşam 6 gibi tekrar gittiğimde binlerce kişi vardı parkta.

B. Müftüoğlu: Salı günü polisle mücadele paintball savaşı gibiydi, bir onlar ilerliyor, bir sen, sonsuza kadar sürecek bir şey gibiydi. Sırrı Süreyya’nın gelişi çok kritikti. Benzetme ama, sanki Anka kuşu gibi bir şey geldi, araya indi ve bir anda herkesi sakinleştirdi, polisleri ikna etti, kepçeyi durdurdu, aramızda provoke etmek isteyenler çıkabilir ama sakin olalım, çimlerde hep beraber oturup bekleyeceğiz diyerek direnişçileri de sakinleştirdi. Yani Sırrı Süreyya Önder’in çok önemli bir rolü ve katkısı olduğunu söyleyebiliriz. O gelmeseydi çok daha ciddi şeyler olabilirdi. Bu arada 28’inde öğle saatlerinde oraya çok fazla gelen de olmamıştı, bizim de, polisin de sayılarımız aşağı yukarı değişmiyordu. Müdahele sırasında herkes birbirine soruyordu, insanları neden çağırmıyorsunuz diye.

C. Levi: Enteresan olan bir şey daha var aslında. Bir yandan Gezi’de olaylar var, bir yandan da 29’unda üçüncü köprünün temel atma töreni yapılıyor. Polisin de odaklandığı yer orasıydı herhalde. Durum öyle bir hale geldi ki, ortada o kadar çok sayıda yıkıcı proje var ki, düşün Salı günkü müdahaleden sonra Çarşamba öğlen üçüncü köprünün temeli atılıyor. Ama Çarşamba günü iş çıkışından gece 12’ye kadar on binlerce kişiydik artık.

  • Ü. Şahin: Cenk, sen Gezi direnişi tarihinde gözaltına alınan ilk kişisin, 29’unu 30’una bağlayan gece sabaha karşı, çadırların yakıldığı müdahalenin olduğu sıralarda gözaltına alındın. Senin gözaltına alınman nasıl oldu?

C. Levi: Ben Çarşamba gece geç saatlere kadar Gezi Parkı’nda kaldım, gece yarısı eve gideyim, biraz dinleneyim dedim. Ama bir iletişim listesi vardı, eğer bir müdahale olursa kimler gelebilir, yakında kimler var diye, ben de o listedeydim. Perşembe sabah saat 4 buçuk-5 gibi bir mesaj geldi, müdahale başladı diye. Ben de mesajı alınca hemen çıktım evden, ama Harbiye’deki TRT binasınıın oraya kadar gidebildim. Gördüğüm tek şey Gezi Parkı’ndan alevler yükseldiğiydi. Herkes kaçışıp bir yerlere dağılmaya başlamış. Ben çadırların yandığını görüyorum, ama oraya gitmek imkansız, çok ağır bir müdahale var, gaz da var, TOMA da var, orayı tamamen dağıtmak ve insanların bir daha gelmesini engellemek istercesine bir müdahale… İnsanların bir kısmı da Harbiye istikametine doğru kaçıyor. Ben de TRT binasının oralarda durmuş kamerayla görüntü alıyordum, müdahalenin fotoğrafını çekiyordum. Tam orada gözaltına alındım ve Harbiye polis karakoluna götürüldüm. O gün başka kimse gözaltına alınmadı. Oysa bence orada olmak, o ağaçların hakkını savunmak hepimizin hakkı ve göreviydi.

  • Ü. Şahin: Peki, seni ne kadar gözaltından tuttular?

C. Levi: 12-13 saat kadar.

  • Ü. Şahin: Suçun neymiş?

C. Levi: O civarda taş atan bir grup vardı. Beni de taş atan grubun yanında bulunmaktan aldıklarını söylediler. 2911’e muhalefetten de dava açıldı. Dava 3 Ekim günü, hepinizi beklerim. Tabii insanların protesto etme hakkı Anayasa’nın bize vermiş olduğu bir hak. Bu hakkın kullanılması için bilinçli olmamız ve haklarımızın ne olduğunu da bilmemiz gerekiyor.

  • Ü. Şahin: Sizce sonraki günlere göre nispeten çok daha az kişinin olduğu o ilk 2-3 gün neden bu kadar sert müdahale ettiler?

C. Levi: İstanbul’un kültürel simgelerinin merkezinde Taksim var; Emek, İnci Pastanesi, Gezi Parkı gibi. Benim hissettiğim şu: Bu şehri İstanbul yapan bütün simgeler insanlardan alınıp onların yerine başka bir tarih, başka bir kültür, başka bir gerçeklik yansıtma isteği var. Buna verilen mücadeleye verilen tepki de büyük oluyor. Çünkü orada insanlar sadece ağaçlar için değil, bu şehrin artık büyük bir alışveriş merkezine dönüşmemesi için de mücadele ediyorlar.

B. Müftüoğlu: Benim emniyet müdür yardımcısı dediğim o kişi ilk gün sürekli olarak telefonla konuşuyordu, en başlarda. Büyük ihtimalle olayı yukarıdan yönlendirdiler. Bir ara bizle de konuştu. Bildiğimiz şeyleri söyledi, yaptığınız şey kanunsuzdur, gibi. İlk gün gaz sıkan adamı da o yönlediriyordu. Kırmızılı kadın fotoğrafında gaz sıkarken görülen o polis de çok tecrübeli bir adam değildi doğrusu, bahçe sular gibi suluyordu. Bir kişiyi yakaladı mı baştan aşağı yıkıyordu. Bayağı tecrübesizdi yani. Ama o emniyet müdürü sürekli yukarıya sordu ilk başlarda.

  • Ü. Şahin: Yani bu kadar sert müdahale emrini yukarıdan aldıklarını söylüyorsun.

B. Müftüoğlu: Evet.

C. Levi: Bir de ilk gün müdahale oluyor, insanlar gitmiyorlar, ikinci gün yine oluyor, yine gitmiyorlar, ben buna da bağlıyorum. Eminim yukarıdan bir emir vardır, ama burada bir diretme ve dayatma oldu ve insanlar yıllar sonra ilk defa şehirlerini bu şekilde savunmaya başladılar. Biz bunları Anadolu’da, Karadeniz’de, HES mücadelelerinde, termik mücadelelerinde hep görüyorduk, hep bir tepki vardı, ama o tepkiler bir şekilde hep şiddetle bastırılıyordu ve bize, büyük kentlere yansımıyordu. Bu kez İstanbul’un göbeğine, Türkiye’nin kalbinin attığı yerdesin yani…

Fotoğraf: Tolga Sezgin/Nar photos

Fotoğraf: Tolga Sezgin/Nar photos

  • Ü. Şahin: Yani bu kez baltayı taşa vurdular…

B. Müftüoğlu: Bir süre önce gece yarısı Gezi Parkı’ndaki yaya köprüsünü yıkmışlardı mesela, ama o sırada orada kimse yoktu, ertesi sabah haber internette yayıldı, gazetelere çok daha sonra çıktı, aradan zaman geçince tepki koymak, tabii güçleşiyor. Emek Sineması da biraz öyle aslında. Emek Sineması kapatıldı, önüne demirler kondu, daha kapatılmadan oraya girip oturmaya başlamak lazımdı belki, biz Emek’in içine girdiğimizde neredeyse yıkılmıştı bile.

Ü. Şahin: O gün kepçeyi durdurmak ve direnişin o ilk başarıyı kazanması devleti de öfkelendirdi yani…

B. Müftüoğlu: Tabii kepçe o gece devam edecek ve Intercontinental’in oraya kadar geleceklerdi, o arada duvarı da yıkmış olacaklardı zaten ve orada duracaklardı, hesapları buydu.

  • Ü. Şahin: Eğer o gece kimse farketmeseydi bitmiş olacaktı yani… Büyük bir şans aslında o gece yıkımı farketmiş olmanız. Peki Cenk, Mayıs’ın 31’inden sonra Greenpeace nasıl bir rol izledi?

C. Levi: Bizim en temel çabamız, birincisi protesto hakkının tanınması, ikincisi de direnişin barışçıl eylemler üzerinden sürmesini sağlamaktı. Bu da demokrasinin olmazsa olmazlarından bir tanesi. Greenpeace olarak diğer STK’lar gibi stand açtık. Zaten önemli olan şey orada bulunmaktı. Sizden çok farklı olan, başka zaman birlikte durma imkanınız olmayan fikirlere sahip gruplarla, insanlarla birlikte olmak önemliydi. Ayrıca şiddetsiz eylem üzerine atölye çalışması yaptık. Güneşle çalışan bir ocak koyarak güneş enerjisini anlatmaya çaıştık.

  • Ü. Şahin: Bülent, Taksim Gezi Parkı Derneği ne zaman ve neden kuruldu, biraz anlatabilir misin?

B. Müftüoğlu: Dernek 2013’ün Şubat ayının sonlarında kuruldu. Taksim yayalaştırma projesinin ilk ayağı 29 Ekim 2012 gece yarısı Zambak sokaktan başlamıştı. Haber geldi yine, ben de kalktım geldim. Kepçe girmiş, taşlar kaldırılmış, çalışma başlamış, orada ne yapalım diye konuştuk ve 4 Kasım’da PTT’nin önünde Taksim Dayanışması olarak sürekli eylem kararı alındı. Her gün imza toplanıyordu, ama bu arada yayalaştırma inşaatı yürümeye ve imza çalışmasına katılım azalmaya başlayınca her Cumartesi olmak üzere imza toplama işini haftada bire indirdik. Taksim Dayanışması toplantıları da ilk başlarda kalabalıktı, ama zamanla ona da ilgi kayboldu. 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılmaması için bu inşaatın bir engelleme bahanesi olarak kullanılacağının söylenmesine ve sendikalara falan toplantı çağrısı yapılmasına rağmen bir türlü yeterli ilgi toplanamıştı. Dayanışma’nın sekreteryası da ağır işliyordu, hâlâ da öyle. O nedenle o imza kampanyasını sürdüren, daha aktif, olaylara anında tepki verebilecek insanlar olarak, 20 kişi kadar insan, bir dernek kurmaya karar verdik. Bu arada Gezi Parkı’nda bir müzik şöleni planlanmıştı, Taksim Dayanışması ona da pek sıcak bakmadı. Biz 50 bin kişi hedefliyorduk, onu pek gerçekçi bulmadılar anlaşılan, ama sonuçta 13 Nisan’da yapılan şenlik polis kayıtlarına göre girip çıkanlarla birlikte toplam 35-40 bin kişinin katıldığı, Gezi Parkı’na o güne kadar toplanan en büyük kalabalığı çeken etkinlik oldu.

Fotoğraf: Eren Aytuğ/Nar photos

Fotoğraf: Eren Aytuğ/Nar photos

  • Ü. Şahin: Davalar da açıyor herhalde dernek?

B. Müftüoğlu: Bölge İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma için açılan davada mahkeme Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası’nı kabul etmediği için dernek açtı. Ama imar planının iptali davasını Mimarlar ve Şehir Plancıları Odaları açmıştı.

  • Ü. Şahin: Derneğin önümüzdeki dönemdeki projeleri nelerdir?

B. Müftüoğlu: Uluslararası “Planet Gezi” diye bir şey kurmak istiyoruz. Dünyada 4-5 tane Gezi Parkı var şimdi. Hamburg’da Gezi Park Fiction St. Pauli var, aynısını Duisburg’da ve Berlin Krauzberg’de kurdular, bir de Lyon ve Strassburg’da… Dünyada 200 tane Gezi Parkı kurmak ve 2014 Mayıs ayında burada, Gezi Parkı’nı kaplayan büyük bez afişli uluslararası bir etkinlik yapmak şimdiki en büyük projemiz.

  • Ü. Şahin: Son sorum şu: Sizce Gezi direnişi ekoloji hareketlerini nasıl etkiler? Anadolu’daki yerel hareketler ve İstanbul’daki kent hareketleri arasında bir etkileşime ve güçlenmeye yol açar mı?

B. Müftüoğlu: Aslında bu başladı bile. Anadolu’yu etkilemesinin nedeni insanlara o direniş ruhunu kazandırması olacak. Mesela Yedikule bostanlarına sabahın saat 8’inde 30-35 kişinin gidip nöbet tutması, önceden düşünülemezdi bence. Önceden basın açıklaması falan yapılırdı, ama yeterli olmuyordu. Gezi, insanları harekete geçmeye yöneltti. Diğer ekoloji hareketleriyle de bir sinerji yaratabilir. Mesela Kardeniz’deki vadiler arasındaki iletişimin yükseldiğini duyuyorum.

C. Levi: Türkiye’de muazzam bir ekoloji mücadelesi var, termiklere, HES’lere karşı olduğu gibi, tabii köklü bir nükleer karşıtı mücadele de var. Bu kadar mücadele olmasına rağmen bunlar ana akım medyada kendilerine yer bulamıyorlardı. Belki Gezi bunu değiştirebilir. Bir de kalkınma-ekonomi argümanlarıyla ekolojinin nasıl beraber gitmeyeceği ve yeni bir söyleme ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. İnsanlar önce kalkınalım, sonra düşünürüz noktasından, önemli olan yaşam alanlarımızdır noktasına geldiler. Bizim yapmamız gereken çok fazla şey var ama, çevremizdeki bütün mücadeleleri en ufağından en büyüğüne kadar sahiplenmemiz lazım. Bize çok uzak da olsa, o mücadeleleri desteklememiz, bir parçası olmamız lazım. Artık bu tartışmaların açılması gerekiyor. Ben umutluyum, ama çok çalışmak gerekiyor.

*Üç Ekoloji’nin Ağustos 2013 tarihli 10. sayısında (Gezi Direnişi Özel Sayısı) yayınlanmıştır

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.