Türkiye son 30 yıldır bir dış borçlanma sarmalı içerisinde. Dış borçlanma sürekli artıyor. Bunun devlet ve şirketler kesimi ile ilgili olanının kökeni esas olarak 1989 yılına gidiyor. 1989 yılında çıkarılan 32 sayılı karar ile TL ve döviz işlemleri üzerindeki yasaklar kaldırılmış ve dışardan borçlanma serbest bırakılmıştır. Bu yazıda makro boyuttaki bu dış borçlanma serüveni üzerinde duracağım. 2000’li yıllardan itibaren de bireylerin, yani hanehalkının bankalardan borçlanması başladı. Bireylerin bankalardan tüketici, konut veya araba kredisi alarak borçlanması şeklinde işleyen bu süreci ve sonuçlarını da bir sonraki yazımda ele alacağım.
24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte ülke ekonomisi dışa açılmaya başlamadan önceki dönemde Türkiye esas olarak kendi yağıyla kavrulan bir ekonomiydi ve oldukça içine kapalı bir yapıdaydı. Sanayileşme ve kalkınma yöntemi olarak ithal ikamesi modelini (ithal edeceğin ürünü içeride üret ve şirketlerini yabancı rekabetten koru) tercih etmişti. Bu görece dışa kapalı dönemde dışarıdan sağlanan kaynak da sınırlıydı ve gerektiği zaman da diğer devletlerden veya Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan borçlanılıyordu. Turizmin henüz gelişmediği bu dönemde ülkenin döviz kaynaklarının başında işçi dövizleri geliyordu.
Bu yazıda Türkiye’nin iktisat tarihinin detaylarına girecek değilim. Türkiye’de piyasalardan dış borçlanmanın başlaması, bu borcun bizi nerelere götürdüğü ve gerçekten bir “kamçı” işlevi görüp görmediği; bir başka anlatımla ülkenin kalkınmasına katkısı olup-olmadığı üzerine düşüncelerimi bazı göstergelere bakarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Aşağıdaki tabloda 1970 yılından itibaren borçlanma rakamları ve bazı ekonomik göstergeler yer alıyor. Buradaki amacım, borcumuz artarken bu temel göstergelerdeki gelişmenin nasıl bir seyir izlediğine bakmak ve borcun yarattığı sonuçlar üzerine bazı gözlemlerde bulunmak. Bu amaçla seçtiğim göstergeler şunlar: Kişi başı dış borç tutarı, Kişi başına milli gelir, işsizlik oranı ve en son olarak takip eden 10 yıldaki ortalama yıllık büyüme oranı.
Bu göstergeleri seçerken elbette sübjektif davrandım. Ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişliğini temsil ettiğini düşündüğüm ve veri bulabildiğim göstergeleri esas aldım. Bu amaçla kullanılabilecek yüzlerce, hatta binlerce gösterge bulunabilir. Dolayısıyla, bu konuda yorum yapmak isteyen başkaları tamamen farklı göstergeleri kullanabilir. Kullandığım göstergelerin ne kadar amaca uygun olduğunu okuyucunun takdirine bırakıyorum. Ancak, eğer dış borçlanma ülkenin gelişmesi ve kalkınması için yapılmışsa sonuçların bu göstergelere bir şekilde yansımış olması gerektiğini düşünüyorum.
Kaynaklar: Dünya Bankası, Doğruluk Payı, Mahfi Eğilmez Yazıları, kendi hesaplamalarım
1: Dış borç tutarı (Milyar ABD Doları)
2: Dış borç/GSYH (%)
3: Kişi başı dış borç tutarı (ABD Doları)
4: Kişi başı milli gelir (ABD Doları)
5: İşsizlik oranı (%)
6: Takip eden 10 yıldaki yıllık ortalama büyüme oranı (%)
Tabloya baktığımda şu sonuçları çıkarıyorum:
Borcun yiğidin kamçısı olup olmadığını anlamanın yolu, alınan borcun nasıl kullanıldığına ve hangi sonuçların elde edildiğine bakmaktan geçiyor. Elbette bunu hakkıyla yapmanın yolu, bu konuda çok kapsamlı bir veri setiyle oldukça ayrıntılı bir analiz yapmaktan geçiyor. Bu yazının böyle bir iddiası yok. Burada daha basit çapta bir analiz yapılmakta. Bu analize göre, dış borçların bu kadar ciddi bir şekilde arttığı son 50 yıllık dönemde ekonomik göstergelerdeki olumlu gelişmeler son derece sınırlı ve yetersiz kalmıştır. Bir takım göstergelerde (örneğin kişi başı milli gelir) belirli bir artış kaydedilmekle beraber artış oranı son derece yetersizdir. Dış borçlanma 167 kat artarken, en önemli gösterge olan kişi başı milli gelir sadece 17 kat artmıştır.
Ayrıca son yıllarda süreç tersine dönmüş ve milli gelir düşmeye başlamıştır. Oysa örneğin Çin’de kişi başına milli gelir 1970 yılında sadece 113 ABD Doları iken, 2020 yılında 10,500 dolara ulaşarak tam 93 kat artmıştır. Başka bazı alanlarda (örneğin işsizlik oranı) tam anlamıyla dış borçlanmayla ters yönlü bir ilişki ortaya çıkmıştır. Artan borçlanmayla birlikte daha fazla iş sahası açılıp işsizlik oranının düşmesi beklenirken, aksine işsizlik oranı zaman içerisinde artmıştır. Özetle, makro bir çerçeveden bakıldığında Türkiye özelinde dış borcun yiğidin kamçısı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Borçlanma, ülkenin refahına katkı sağlamaktan çok siyasi iktidarların ellerini rahatlatıp, sağlayacağı toplumsal fayda düşünülmeden siyasi amaçlarla istedikleri alanlara (inşaat gibi) ve kesimlere yönelik bol para harcamalarına imkan vermiştir. Bunun sonucunda ise ekonomide ciddi ve yapısal hiçbir gelişme olmamış, ayrıca gelecek nesillerin üzerine ciddi bir borç yükü bırakılmıştır.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…