Fotoğraf: Cansu Acar
Yeşil Gazete muhabiri Cansu Acar’ın Erzincan’ın Anagold altın madeni faciasının yaşandığı İliç ilçesinin köylerinde yaptığı video haberlerden birinde iki köylü kadın, uluslararası sosyal bilimler literatüründe son 20 yıldır üzerine çok sayıda kitap ve makale yazılmış bir konsept olan ekstraktivizmi (hafriyatçılık ya da kazıcılık olarak Türkçeleştiriliyor) mükemmel özetliyordu. Önce İliçli köylülerin söylediklerinden birkaç alıntı yapalım, sonra makalelere bakalım:
“Biz böyle bir şeyle karşılaşmadık, dağ taş kazıldı, yıkıldı… (…) hep aynı yere dökmüşler, dökmüşler, on beş senedir aynı yere dökmüşler… (…) Kanadalı kim ki ben Kanadalılar’a bir şey diyeyim… (…) üçte birini altının Türkiye’ye verirlermiş… (…) yeşilliğimizi bozdular, doğamızı bozdular, bir şey kalmadı… (…) zengin oldular hep, üç dört tane arabaları var, şimdi daha konuşmuyorlar insanlarla… (…) yetkililer mi, yetkililer yaptı zaten, para aldılar yaptılar, imza attılar para aldılar… (…) diken de bitti, odun da bitti, her şey bitti… (…) bize bir faydası olmadı, bir ekmek parası almadık… (…) ben istemiyorum ama bizim elimizden bir şey gelmez… (…) ben çok üzgünüm, istemedim memleketimin böyle olmasını ama oldu, bizi kimse karıştırmadı ki… (…) sen buraların papatyasını görseydin böyle göğe çıkıyordu papatyalar, çiçekler, şimdi çiçek de kalmadı, hiçbir şey kalmadı ama bir şey de diyemezsin, yok…”
“Ekstraktivizm” literatürde şöyle tanımlanıyor:
“Son yıllarda, doğal kaynaklar üzerinde merkezi kontrole doğru kayda değer bir ilerlemeye (arazi gaspı bunun en iyi örneğidir), bu kaynakların yoğun bir şekilde sömürülmesine ve çoğu zaman tamamen tüketilmesine tanık oluyoruz. Ekstraktivizm, şu iki durumun kesiştiği noktada yer alır: Belirli doğal kaynaklar (madenler, petrol, gaz, verimli topraklar, yeraltı suları, ormanlar, vb) üzerinde tekelci bir kontrol ve bunların acımasızca sömürülmesi. Söz konusu kaynak çıkarıldıktan sonra geriye sadece ‘negatif dışsallıklar’ kalır: Kirlilik, yoksullaşan nüfus, tükenen kaynaklar, vb. Belli kaynakların içerdiği değer, geride koca bir boşluk bırakılarak çıkarılır. Çıkarılan ürünler ihraç edilir ve elde edilen değer başka yerlere transfer edilir.” (Ye ve ark., 2019)
Aynı makalede her madencilik ya da ormancılık, balıkçılık vb. faaliyetinin ekstraktivizm olarak tanımlanamayacağına vurgu yapılıyor. Bu bugün Türkiye’de yaşadıklarımızı anlamak için önemli. Çünkü bu tür bir ekonomi anlayışına eleştiri getirdiğinizde size verilen cevap ülkenin madenleri çıkarılmasın mı, yatırım yapılmasın mı, vb. olabiliyor. Aynı makalede bir ekonomik faaliyetin ekstraktivizm olarak tanımlanması için sayılan on kriter epey açıklayıcı. (Ye ve ark., 2019) İliç’te olan bitenle karşılaştırmalı okuyalım:
Ekstraktivizm bir başka makalede “sosyo-ekolojik olarak yıkıcı boyun eğdirme, tüketme ve karşılıksız bırakma süreçlerine dayanır; iyi yönetim, karşılıklılık, yenilenme ve dünyayı gelecek kuşaklara bırakmayı içeren sürdürülebilirlik ile taban tabana zıttır” diye tanımlanıyor. Buna göre ekstraktivizmde, doğal ve beşeri kaynak zenginliğine el konur. Elde edilen ürün ya da hammadde, kaynağına geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar veren veya tüketen bir şekilde çıkarılıp götürülür. Ekstraktivizm, sermaye birikimi ve gücün merkezileşmesi üzerine kuruludur. Yerel, ulusal, bölgesel ve küresel olarak farklı, iç içe geçmiş seviyelerde kaynak ve servet akışı sağlar. Ekstraktivizm, küresel kapitalist kalkınma politikalarında neredeyse tüm insanların ve insan olmayanların yaşamlarını kısıtlayan ve baskı altına alan bir sermaye birikimi yöntemidir. Dolayısıyla ekstraktivizm, yaşamı organize etmenin sosyo-ekolojik olarak yıkıcı biçimlerini rasyonelleştiren, kendi kendini güçlendiren uygulamalar, zihniyetler ve güç farklılıkları kompleksidir. (Chagnon ve ark., 2022)
Altın madenciliğinin yapılış biçimi de ekstraktivizm tanımına metaforu aşan bir gerçeklik katıyor: Ağaçları kes, toprağı sıyır, patlat, çıkart, öğüt, ele, ufala, siyanürle, altını al götür, geriye devasa çukurları, pasa dağlarını, siyanürlü liç yığınlarını, zehirli ağır metalleri ve siyanür havuzlarını bırak.
İliç’e geri dönelim. Gerçi bu merkeziyetçi, yıkıcı, tüketici, büyük kaynak rantlarını sermaye birikimine dönüştüren, insanları mülksüzleştiren, yersiz yurtsuzlaştıran, bazılarını da zenginleştirip insanları birbirine düşüren, sonuçta ne var ne yoksa tüketip bitiren, alıp götüren, yarattığı kirliliği ve boş maden çukurlarını ya da çölleşmiş alanları yerel halka bırakan “ekonomik faaliyet” biçimi İliç’le sınırlı değil. Türkiye’nin her yerine yayılan diğer altın madenlerini, taş ocaklarını, atık depolarını, madenler, turizm veya kereste uğruna yok edilen ormanları ya da canlı yaşamı tüketilen denizleri düşünün. Ama İliç, yaşanan büyük facia nedeniyle yıkıcı ekstraktivizmin, bir başka deyişle yeni tip bir sömürgeciliğin simgesine dönüşüyor. Artık sömürgecilik için yerli-yabancı güç ayrımı da yok. Anagold yarı yabancı yarı Türk, ama mesela Bergama Ovacık, Gümüşhane Mastra, Eskişehir Kaymaz, Kayseri Himmetdede altın madenlerinin sahibi olan Koza Altın’ı TMSF yönetiyor.
İliç’te yaşanan facia doğanın sınırsız sömürüsüne dayalı bu “ekonomik kalkınma” biçimini görünür hale getirdi. Ekstraktivizm tanımının önemli bir parçası olan “yıkıcı boyun eğdirme” de rekabetçi otoriter sistemler için havadan sudan daha değerli.
Yıkımın içinde yaşayan insanlar veya çevreciler herhalde faciadan da önce neyi kaybettiğimizi görüyorlardı. Ama boyutunun farkında mıydık? Şu an sürekli hale getirilen kapasite artışlarının da gösterdiği bir telaş iyice ortalığa saçılmış durumda. Oradaki altını (bu başka bir yerde bu kömür, nikel, ağaç vb. olabilir) ama en önemlisi ne var ne yoksa hepsini, tamamını olabilecek en kısa zamanda çıkarıp götürme telaşı: Burayı kaz, bırak, yan tarafa geç, orayı kaz, bırak, böyle devam et!
Bunun herhangi bir ekonomi modeli falan olmadığını gösteren, kapitalist gelişme veya doğa sömürüsü olarak tanımlamanın da yetersiz kalmasına neden olan işte bu telaş. Yukarıda alıntıladığımız Chagnon ve ark.’nın makalesinde ekstraktivizmin küresel kapitalizme bağımlı ya da onunla eşanlamlı olmadığı özellikle vurgulanıyor. Yani buradaki kazıp götürme ağları küresel mevcut kapitalizmin zorunlu olarak içermediği ve ona zorunlu olarak bağlı da olmayan kendine özgü dinamikler taşıyor. Dolayısıyla gezegeni yiyip bitiren, insanlara, gelecek kuşaklara ve diğer canlılara bir şey bırakmaktan korkan bu arsızlığı, bu açgözlülüğü durdurmak mümkün. Sadece en az onlar kadar kararlı ve hızlı olmak ve tabii peşini bırakmamak gerekiyor.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…