ManşetTürkiye

“Barışı kurmak” konferansı devam ediyor

0

Barış Girişimi tarafından organize edilen Barışı Kurmak konferansı Bilgi Üniversitesi’nde yapıldı.İshak Alaton ve Leyla Zana’nın açılış konuşmalarından sonra Kürt sorununa benzer iç çatışmaların yaşandıgı Güney Afrika, Kuzey İrlanda ve Bask bölgesinde çatışmalı sürecin barış sürecine dönüştürülmesinde görev alan konuşmacılar kendi ülke deneyimlerini anlattı.

Açılış konuşmasında İshak Alaton, Kürt sorununda çözüm için öncelikle adil temsilin sağlanması ve Öcalan’ın ev hapsine alınması gerektiğini söyledi. Alaton; “Silahla Kürt sorunu buraya kadar getirilebilir ancak daha fazlası yapılamaz. Bundan sonra müzakere, çözüm bulma aşamasıdır’’ dedi. Bölgede özgür koşullarda geniş katılımlı bir saha araştırması yapılarak halkın ne istediğini belirlemek gerektiğini ve eski insani olmayan gelenekler yerine yeni değerlerin oluşması için kültürel bir değişimin de şart olduğunu söyleyen Alaton, bölge kalkınması için de endüstiyel tarım ve hayvancılığı önerdi.

Konuşmasını Kürtçe yapan Leyla Zana ise Kürtlerin sınırları degil, özgürlük istediğini, tarih boyunca kendi dil ve kültürlerine yönelik acımasız asimilasyonun kendilerinden yabancılaştırdığını, bunun acısını çok çektiklerini söyledi. Kürtlerin ne istediğinin açık olduğunu belirten ve asıl referandumun Türkiye’de yapılması gerektiğini vurgulayan Zana, devlet ve Türk halkının asimilasyona boyun eğen, kendi dil ve kültürüne yabancılaşmış dünkü Kürtleri mi, yoksa özgürlük isteyen bugunkü Kürtleri mi istiyor? sorusuna verilecek yanıtın önemli olduğunu söyledi. Eşit temelde bir özgürlük anlayışı istediklerini Kürtler yerine düsünüp, konuşma zihniyetinin son bulmasını, tabuların yıkılması gerektigini söyledi.

Zana; “Doğruları korkusuzca söylemeliyiz. Kürtleri Sayın Öcalan ve örgütü bu gunlere getirdi. Öncesinde de Seyh Sait, Seyit Rıza, Simko vardı ama örgütlü, hakkını talep eder hale gelmesi bu güce bağlıdır. Kürtler tarihsel deneyimleri unutmadılar. Somut adımlar atılmadan bu gücün ortadan kalkmasını istemiyor. Güç giderse haklar kaybedilir, sistem bizleri eritir. Bu güç sureç içinde kendini değistirsin, yeter ki demokratik somut adımlar atılsın. Dağdakiler de silahı tercih etmiyor, ancak baska yol kalmadı. Kürt dediğimiz için çok zulüm ve işkence gördük. Ancak onurlu ve eşit bir barış için her kes caba içinde. Hiç bir çaba sonuçsuz kalmaz. Dünün acısı çok fazla, o yüzden artık yarına bakmamız gerek. Çocuklarımıza bu acıları bırakmayalım.’’dedi.

Konferansta Güney Afrika’da ki çatışmalı süreci çözmeye yönelik görüşmelerde hükümet ve Afrika Ulusal Kongresi adına müzakere masasında bulunan Roelf Meyer ve Hessen İbrahim kendi deneyimlerini anlattı. Hükümet adına masaya oturan Meyer, ilk önce bu çatışmanın kazanan tarafının olamayacagını, sürekli hale gelen çatışmanın ise ülkeyi kontrolsuz bir iç savaş ve kaosa sürüklediğini, çatışmada ısrar etmenin her koşulda kaybettirdiğini, ülkemizin geleceği için barışı kurmamız gerektiğinin farkına vardıklarını bunun yolunun da konuşmaktan geçtiğini, bugün Güney Afrika’nın birbirleriyle artık savaşmadığını söyledi. Çözümde 4 ilkenin önemli olduğunu ise şöyle açıkladı: “Herkesi sürece dahil etme, karşılıklı hoşgörü, tanıma, anlama; empatiyi getirdi. Güven oluşturma 1990-96 dönemi boyunca süren müzakerelerde en güçlü yanımız oldu. Sahiplendik, kendi çözümümüz için BM’yi beklemedik, arabulucuyu reddettik, bir birimizle konuşarak müzakere yaptık. Müzakereler kimi zaman kopuyordu ancak barışta kararlıydık. Son olarak birey haklarına saygı ve eşitlik’’.

Daha sonra söz alan Hessen İbrahim bu 4 ilkenin yanı sıra barışın sadece çatışmayı sonlandırmak değil bir süreklilik olduğunu söyledi. Çatışmayı sonlandırmak için ilkin bir ara dönem anayasası yaptıklarını, ortamı uygun hale getirdikten sonra ırk, cins, din, sınıf ayrımı yapmayan bir anayasa da uzlaştıklarını söyledi. Barışta liderlerin vizyon sahibi olmasının önemine değinen İbrahim müşterek sahiplenme, açıklık, şeffaflık, hesap verebilirliğin toplumdaki herkeste ortak bir yurt bilinci oluşturduğunu yeni gelecegi böylece rahatça kurabildiklerini anlattı.

İspanya’da şiddet yerine barışın kurulmasında Jeni ve Hema adlı biri İspanya Sol Partisi diğeri Herri Btasuna’dan olan iki kadın vekilin sürekli birlikte görüntü verdiğini ve eylem yaptığını, Eta bombaladığında sadece bu iki kadının konuştuğunu, bunun toplumda barışın konuşularak oluşturulması düşüncesini yaygınlaştırdığını ve zamanla toplumsal bir ağa dönüştüğünü anlatan Ana Vallilas Arino, çözümde vizyon, cesaret ve sabrın önemine değindi. Yer yüzündeki her çatışma, mutlaka konuşularak çözümlenmiştir. Şiddetin reddi, yeni dil, yeni fikirler ve demokratik ortam çözümün anahtarıdır.” dedi. “Sivil toplumun barışı talep etmesi gerek.”

“Çok dilli, çok kültürlü bir yaşamın kurulması” adını alan ikinci oturumda ilk sözü alan Tove Skutnabb-Kangas Kürt sorunu ve benzer etnik sorunlarda çatışmalardan kimin kazançlı çıktığına bakmak gerektiğine dikkat çekti. Silah satışlarının ve istikrarsızlığın daha fazla bağımlılık getirdigini, Türkiye ve ABD’nin silah sistemleri Kurdistan’da ekonomik ve sosyal yoksulluğu ürettiğini söyledi.

Çatışmanın sona ermesi için anadilde eğitimin yeniden sağlanması gerek. Bunu tehlikeli, eşitliğe aykırı ya da yoksulluğu artıracağı şeklindeki yaklaşımların bilgi eksikliğinden kaynaklandığını bunun da çatışma teorilerine uyduğunu soyledi. Amartya Sen’in “Yoksulluğun kapasiteden düşme” sözüne dikkat çeken Kangas, “Turk çocuklarına ana dillerini “artırmaya dayalı egitim” modeli uygulanırken, Kürt çocuklarına “Eksiltmeye dayalı egitim” modelinin uygulandığını, hakim dili tam kullanamama, geç öğrenme, yabancılaşma, kimlikten yoksun kalma gibi sonuçların başarıyı düşürdüğünü söyledi. Bu uygulamalarla devlet sistematik olarak Kürtlerde yoksulluğu artırıyorsa ve etnik-kültürel eksiltmeye dayanıyorsa, bu asimilasyon anlamına gelmektedir. Soykırım sözleşmesinin 2. Maddesinin, 5 kriterinin hepsi de, Kürtçeye dilsel soykırım uygulandığını ispatlıyor. Kesin olan bir şey varsa, ana dilde eğitim çatışmaları sonlandırır” dedi.

İsveç’ten Carol Benson ve Hindistan’dan Ajit Mohanty kendi ülkelerindeki çokkültürlülük ve çok dillilik eğitiminin yanı sıra İskandinavya, Güney Afrika, Peru, Kolombiya, Vietnam, Mozambik ve Kamboçya deneyimlerini anlattılar. Çok dilli eğitimin ögrencilerin zihinsel yeteneklerini arttırdığını, çokkültürlülüğün demokrasinin içselleştirilmesinde önemli rol oynadığını, ideal olan ve bazı ülkelerde uygulanan hakim dile sahip olanlara en az bir azınlık dili öğretildiğini belirttiler. Mohanty “bir toplumun çok kültürlülüğü ve çok dilliliği nasıl kaldırabilir sorusundan ziyade çokkültürsüz ve çok dilsiz nasıl yaşanabilir sorusunu sormak gerekir’’dedi. Benson’da Türkiye anadilinde eğitimin uygulanamyacağını iddia ediyor ama Hindisatan’da binlerce dilde, Mozambik’te 16 dilde,Vietnamda 3 azınlık dilinde eğitim verildiğini hatırlattı.

Konferans bugün “Bölgeselleşme ve ademi merkeziyetcilik” ve “Barışa nasıl ulaşılacak? Anayasal çözüm önerileri” başlıklı oturumlarla devam edecek.

Hüseyin Güngör

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.