aatauz@yahoo.com
Bir ülke için anayasanın anlamı ve gereği ne ise kentler için de ana planın (master plan) anlamı ve gereği aynı şeydir. İster parlamenter ister monarşik, her ülkenin bir anayasası var bugünün dünyasında. Bütün devlet sistemleri, bir anayasa çerçevesinde örgütleniyor ve işliyor. Gerçi anayasalara uymak ve anayasaların gerçekten uygulanması ile sorunlar ve tartışmalar, hukuk sistemlerinin ve demokratik politikaların/ usullerin geçerli olduğu ülkeler (genellikle “batı” olarak adlandırılan ya da yakın zamanlarda “küresel kuzey” ülkeleri denilenlerin) dışında her zaman tartışmalı olsa da anayasa kavramı, genellikle küresel olarak benimsenmiş durumda.
Ülke için anayasa ne anlama geliyorsa, bir kent için plan/ “ana plan” (ya da master plan) kavramı da benzer bir anlam ve işleve sahip. Orta erimde bir öngörü olmaksızın kentin nasıl gelişeceğini belirleyebilmek olası değil. Buraya kadar söylediklerimiz genel olarak kabul görmüş ya da öyle olduğu pek fazla tartışılmayan konular. Ancak dünyanın her yerinde, her kentinde bu konular nasıl ele alınıyor, nasıl tartışılıyor? Planlar, İngiltere’de ve Kanada’da, Çin’de Hindistan’da ve Singapur’da, Dubai’de, Meksika’da ve Brezilya’da nasıl uygulanıyor?
Önce anayasalardan beklenilen yararı düşünelim: Modern devlet kuramına göre, her ülke yönetimi kendi toplumuyla ilişkilerinin tanımlarını ve standartlarını belirlemek üzere hazırladığı anayasada hem devletle yurttaşlar arasında hem de yurttaşların kendi aralarındaki ilişkilerin temel niteliklerini/ kurallarını ve sınırlarını belirliyor. Bunu, gündelik kamusal yaşamın uyum içinde olması ve geleceğin belirlenmesindeki adalet/ eşitlik/ özgürlükler/ hukuk ve değerlerle ilgili temel yaklaşımı açıklayabilmek ve anlatabilmek için yapıyor.
Bazı otoriter ve yasakçı anayasalar sınırları daraltıyor ya da dini değerleri ön plana alıyor ve insan haklarını/ yurttaş haklarını önemsemiyor ve demokrasiyi hemen hemen hiç benimsemiyor. Devletin varlık nedenini/ otoritesini ön plana alıyor. Demokratik anayasalar ise, toplumun özgürlüklerini ve refahını ön plana alarak bütünsel bir tutarlılıkla insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde geleceğin ve yenilenerek gelişmenin ana ilkelerini/ doğrultularını belirlemekle yetiniyor ama uygulamaları da disiplinli bir biçimde denetliyor.
Benzer bir biçimde kentler için yapılan planlar da esas olarak kentin mekansal (aslında toplumsal ve kültürel) gelişmesi öngörülerini, benzer temel ilkeler çerçevesinde ve belirli bir tutarlılıkla harita üzerine aktarıyor. Bu planlar/ “ana planlar” anayasalar gibi kentin deneyimleyebileceği dengeleri, eşitlikleri, hakların (insan haklarından başlayarak ekolojik/ doğayla ilgili hakların) kullanımını vb.’yi belirliyor. Yasaların veya uygulamayla ilgili geliştirilecek kuralların/ yönetmeliklerin ve standartların anayasaya uygun olması gerektiği gibi, daha alt ölçek/ uygulama planlarının da kentin ana planıyla uyum ve tutarlılık içinde olması gerekiyor/ ya da öyle olacağını düşünüyoruz. Buraya kadar her şey kağıt üzerinde bir anlam taşıyor gibi duruyor…
Modern düşünce veya benimsediğimiz kadar modern yaklaşım, ülkesel ya da kentsel ölçeklerdeki kamu yönetimlerinin işleyişinin, kamusal yararlarının oluşumunun ve bölüşümünün, böyle olmasını beklememiz gerektiğini düşündürüyor. Ancak bir yandan da, dünya sürekli olarak değişiyor: Modernden- post moderne, klasik kapitalist ekonomi (düzen)- neoliberal düzene, çeşitli biçimlerde tanımlanan sosyalizmler- devletçiliklere veya devlet kapitalizmine doğru pek çok değişim gösterdi, 20. yy boyunca ve 21. yy’da…
Neoliberal dünya ve kent ile ilgili yazında genellikle şu özellikler belirginleşiyor:
Kentlerdeki bu politik-ideolojik ve toplumsal-ekonomik dönüşümler, kentlerin ana planlarına ve plan uygulama süreçlerine de tam olarak yansıyor:
Bu liste geliştirilebilir ve ayrıntılandırılabilir; zaten daha derinleştirilmesi, örneklendirilmesi ve işleyiş mantığının/ ideolojisinin daha net biçimde açığa çıkartılması gerekiyor.
Yukarıdaki özellikler, dünyanın bütün kentlerinde farklı biçimlerde ve farklı derecelerde geçerli olmakla birlikte, daha önce “küresel kuzey” olarak adlandırılanların dışındaki ülkelerde/ coğrafyada, özellikle Türkiye’de, olumsuzluk dozu oldukça yüksek örneklerle artıyor.
Türkiye’deki kentlerin neden bu kötü gidişe karşı duramadığı ve direnebilmek için neler düşünülebileceği/ yapılabileceği konularını tartışmayı sürdüreceğiz.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…