Kültür-SanatManşet

Amerika’nın baş şairi Philip Levine öldü

0

ABD’nin önemli şairlerinden Philip Levine 87 yaşında hayatını kaybetti. Şairin pankreas kanseri tedavisi gördüğü bildirildi.

philip-levine

“Şiiri, sıradan Amerikalıların hayatına sokan şair” olarak tanınan Levine, 2011-2012’de ABD Kongre Kütüphanesi tarafından Amerika’nın Baş Şairi (Poet Laurette) olarak seçilmişti. ABD’de daha önce aynı ödülü alan şairler arasında William Carlos Williams, Robert Frost, Joseph Brodsky gibi isimler de bulunuyor. Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nin emekli öğretim üyelerinden olan Levine, burada 1958 ile 1992 yılları arasında ders vermişti.

1928’de Detroit’te doğan ve yirmiden fazla şiir kitabı yayımlayan Levine, The Simple Truth kitabıyla 1995 yılında Pulitzer Ödülü’ne, 1980’de Ashes: Poems New and Old’la National Book Awards’a, What Work Is kitabıyla Lenore Marshall Şiir Ödülü’ne değer görülmüştü.

İşçi sınıfından bir şair

Levine’in hikayesi Baş Şair seçilmesi üzerine 2011’de Taraf gazetesinde yazılan bir yazıda şöyle anlatılıyor:

“Tüm büyük zaferlerde olduğu gibi Levine’ın başarısının da basit bir başlangıcı var. 1940’lı yıllarda Detroit’in varoşlarında yaşamış Başşair. Yaşadığı yerde altı apartman, beş altı tane ev ve ötesinin bir boşluk olduğunu anımsıyor. Akşam yemeklerinden sonra ağaçların oyuklarına girermiş. Alacakaranlıkta, üstübaşı kir içinde şiir yazarmış kafasında. Her zaman da inanılmaz bir hafızası varmış Levine’ın; şiirleri ezberden okumakta hiç sorun yaşamamış ve bu, her hafta yaptığı bir ritüel hâlini almış.

“Orada olduğunu bilmediğim, kendi içimde bulduğum şey, bir sesti” diyen 83 yaşındaki şair, “Sadece dil sevgisiyle başladı. Beni, okuduğum bazı şiirler kadar derinlemesine etkileyen başka bir şey yoktu. Şiirler, ezberleyebildiğim, birlikte taşıyabildiğim ve aklımda okuyabildiğim ve onlarla yaşayabildiğim bir şeydi” diyor şiire olan tutkusunu anlatırken.

Levine, sonraları otomobil fabrikalarında çalıştı, tabii şiir yazmayı hiç bırakmadı boş saatlerinde. Montaj bandı üzerindeki dakikaları şiirlerlerine girdi; çok çalışılan işte geçen bir hayatın dökümüydü adeta o dönemdeki şiirleri.

Wayne Devlet Üniversitesi’ne devam eden Levine, Fresno’da uzun yıllar California Devlet Üniversitesi’nin İngilizce bölümünde fahri profesör olarak ders verdi.

Levine, 17 yaşındayken İngilizce öğretmeni Wilfred Owen’ın bir şiir kitabını vermiş ona. II. Dünya Savaşı sırasında artık bir yetişkin olan Levine, savaşı teğmen olarak yaşayan Owen’ın kendi deneyimlerinden oluşturduğu bu “zarif savaş karşıtı” kitaba kendini kaptırmış: “Liseyi bitirip askere alınmak istemiyordum… Eğer filmlere giderseniz, ki bunu hep yaptık, oraya gidip savaşta parçalara ayrılmak için gönüllü değilseniz, bir adamdan daha aşağıydınız. Ve ben gerçekten başka birini döldürmek istemiyordum…. Bu, benim fakirliğe karşı ilk güçlü sempatimdi.”

Neyse ki Levine, şanslıydı ve 1946 yılında, savaş bittikten sonra, liseden mezun oldu. “Kendime güvenim tamdı. Nereden geldiğini bilmiyorum. Bu şeyi yapabileceğimi biliyordum. Ne olacağını ve nereye gideceğini bilmiyorum. Fakat şiir yazacağımı ve ona bağlanacağımı biliyordum” diyor Levine şiirle ilişkisini açıklarken.

Kongre’nin kütüphanecilerinden James Billington Levine’ı Başşair olarak seçenlerden. “Otomobillerin parçalarını ve Detroit’te, onun önermesinde kısmen mitolojik, fakat hepimizin kullandığı ve güvendiği sıradan şeylerin bir hikâyeye dönüştüğü başkaca şeyleri görmek harikulade bir şey” diyor Levine’ın şiirini anlatırken Billington.

“Çalışan insanların hayatını bize biraz akıl verebilen bir şeylere yükseltiyor” diyen Kongre Kütüphanesi Başkanı Casper, “Onun şiirleri ulaşılabilir, ama kolay değil. Hayatlarımızın gizemlerini ve mücadelelerini anlatıyor” sözleriyle tanımlıyor Başşair’in şiirii.”

Philip Levine’den bir şiir: Gül İçin

Levine’in Türkçe’ye çevrilmiş şiirlerinden birini Vehbi Taşar’ın çevirisiyle Mevsimsiz dergisinden aktarıyoruz:

GÜL İÇİN/ Philip Levine
Üç hafta önce, 27 sene evvel Ekrın, Ohayo’ya
gitmek için bir otobüse bindiğim aynı sokağın köşesine
tekrar gittim, fakat birkaç beton insaat blokuyla,
dağılan bira tenekeleri ve kırılmış şişelerin arasında,
terkedilmiş bir otelin arkasındaki boş manzaraya bakan
yalnız bir tane boş park yeri vardı.
Ekrın hâla oradamıydı diye merak ettim
yüzlerce mil güneyde Ohayo’nun küçük, âdi
ağaçları arasında saklanan bir şehir, o kadar olgunlaşmış ki
yenilginin kokusuyla, vatandaşları boyları, cinsiyetleri,
gelirleri ve herşeyin önceden var olan durumu hakkında
yalan söylediler. Bütün bir Cumartesiyi geçirdim
orada, benden yirmi paund daha ağır bir
adamın keşmir elbisesinde saklanarak,
ve hiçbirzaman jeketin düğmelerini
iliklemedim. Hatırlıyorum birisi
birisiyle evleniyordu, fakat yalnız gelinin
babası ve annesi çıktılar linolyum dans pistine ve
eğildiler birbirlerine azarlanmış okul çocukları gibi,
ne bulabildiysem içtim ve tek başıma geri döndüm terminale
ve sarhoşların ve dulların arasında uyukladım
şafak sökünceye doğru ilk önce kuzey.
Ne yapıyordum Ekrın, Ohayo’da,
1951’in hastalanmış çiftlikleri arasında
yavasça inleyip ve en sonunda US 24 üzerinde
Ruj fabrikasının ufuğu mahvettiği yapışkan cehennem
havasına giren bir otobüsü bekleyerek? Getrüd Ştayn’ın
ayaklarının altında Paris’te olabilirdim,
sonradan bir prenses
tarafından bulunan ve ismi bir iş ortaklığı
ya da bir Yahudi kahramanına ithafen
konulan küçük Musa gibi
berrak bir derenin kamışları
arasında sürüklenebilirdim.
Yanlış yılda
ve yanlış yerde doğdum, ve yolumu
o kadar yavaş ve o kadar kötü yürüdüm ki
hatırlıyorum her bir dönemeci,
ve her birisi geçmiş bir gül gibi kokuyor,
sarı, Amerikalı, güzel, ve hakiki.

Çeviri: Vehbi Taşar

NOT: Bu şiir seneler önce Detroit şehrinde öğrenci iken Amerika’da cebimden para verip de ilk defa olarak satın aldığım şiir kitabının içinden düştü. Sanırım sene 1976 ya da 1977 idi. Kitabın ismi “The Names of the Lost”, yani, Koybolmuşların İsimleri. Yazarı ise Detroit de doğmuş bir Amerikan yahudisi olan Philip Levine dir. Fakat bu şiir, kitabın içinde basılı değildi. 1980 li yılların başında abone olduğum New Yorker dergisi Philip Levine’in yukardaki şiirini basmış. O sıralarda ben Boston’da yaşarken onu itinayla bu mecmuadan makasla kesip, bu kitabın içine koymuşum. Bugün ilk defa olarak düştü sayfalarının arasından. Yıllar sonra Philip Levine le bir kere daha karşı karşıya geldim. 1990 lı yılların başında, Fresno’da üniversite’de İngiliz şiiri edebiyatı profesörü olmuş epeyce yaşlanmıştı. Şimdi nerededir bilmem. Yukardaki şiir Yahudi olsun, Türk olsun, Amerika’ya göçme deneyiniminin acılarını ve yalnızlığını dile getirmesi açısından benim çok değer verdiğim bir şiirdir.
Saygılarımla,
Vehbi

Şiirin orijinali

ONE FOR THE ROSE
By Philip Levine (1928- )

Three weeks ago I went back
to the same street corner where
27 years ago I took a bus for Akron,
Ohio, but now there was only one blank space
with a few concrete building blocks
scattered among the beer cans
and broken bottles and a view of
the blank backside of an abandoned hotel.
I wondered if Akron was still down there
hidden hundreds of miles south among
the small, shoddy trees of Ohio,
a town so ripe with the smell
of defeat that its citizens lied
about their age, their height, sex,
income, and previous condition
of anything. I spent all of a Saturday
there, disguised in a cashmere suit
stolen from a man twenty pounds
heavier than I, and I never unbuttoned
the jacket. I remember someone
married someone, but only the bride’s
father and mother went out
on the linoleum dance floor and leaned
into each other like whipped school kids,
I drank whatever I could find and made
my solitary way back to the terminal
and dozed among the drunks and widows
toward dawn and the first thing north.
What was I doing in Akron, Ohio,
waiting for a bus that groaned slowly
between the sickened farms of 1951
and finally entered the smeared air
of hell on U.S 24 where the Rouge plant
destroys the horizon? I could have been
in Paris at the foot of Getrude Stein,
I could have been drifting among
the reeds of a clear stream,
like the little Moses, to be found
by a princess and named after a conglomerate
or a Jewish hero. Instead, I was born
in the wrong year and in the wrong place,
and I made my way so slowly and badly
that I remember every single turn,
and each one smells like an overblown rose,
yellow, American, beautiful, and true.

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.