Atom bombalarını nükleer santral denilen evlerde ısınmak için
Modern dünyada yaratılan bilim ve teknoloji hayranlığının otoriter rejimlerin payandası haline gelişini hiç şaşırmadan izliyoruz. Karmaşık bilimsel bilgiler ve yüksek teknoloji cilalı pazarlama teknikleri nedense halktan gerçekleri gizlemek için en çok başvurulan araçlar haline geldi. Nükleer enerji söz konusu olunca da aynı tezgâh işliyor ve biz nedense gene hiç şaşırmıyoruz. Nükleer enerji üretimi söyle karmaşık bir süreçmiş, aman ne kadar yüksek bir teknoloji gerekli imiş, herkes bu işten anlamazmış, illaki uzmanlara danışmak gerekliymiş, miş de miş.
Oysa nükleer enerji konusu hiç de karmaşık bir iş değil. İkinci dünya savaşında ABD tarafından Japonya’ya atılan atom bombalarını nükleer santral denilen evlerde ısınmak için kullanılan sobalara benzeyen çelik ve beton duvarların içinde patlatıp, oluşan enerjiyi buhar ve suyla elektrik üreten tribünlere taşımaktan ibaret olan sürecin neresi karmaşık ya da yüksek teknoloji olabilir ki?
İçinde atom bombaları patlayan çelik-beton sobaların güvenli olup olmadığını anlamak da hiç de zor olmasa gerek… Ayrıca herkes biliyor ki çelik- beton duvarlar atom bombalarını durdurmaya yetmediğinden dereler, ırmaklar kadar çok miktarda suyla sürekli soğutulmaları gerekiyor. Üstelik de bu soğutma işleminde saniyeler çok önemli, bir kaç dakika gecikilirse atom bombasının yarattığı enerjiyi hiçbir şekilde kontrol etmek mümkün olmuyor. Kazalar da genellikle bu noktalarda ortaya çıkıyor.
Nükleer kazaların hesaplanamayacak kadar yüksek ekonomik ve ekolojik maliyetlerini bir kenara koyarsak, nükleer santrallerde yaşanan kazaların en temel problemi öngörülemiyor oluşudur. Bu nedenle de şu teknolojiyi kullanırız, bu teknolojiyi kullanırız, şöyle tedbir alırız, aman biz çok dikkatliyiz teranelerinin hiçbir işe yaramadığı baştan belirtmekte yarar var. Yeni nesil nükleer santrallerde elektronik bilgisayar sistemlerinin kullanıldığını bunun da kazaları önleyeceğini iddia eden uzmanlara bir de sorumuz var. Aslında öngörülemeyen kazalarda hangi kontrol sistemi kullandığınızın bir önemi yok. Ama gene de soralım. Acaba bu çok kıymetli elektronik bilgisayar sistemleri trafik kazalarının önlenmesi için otomobillerde ne kadar etkili oldu ki nükleer santrallerde işe yarasın?
Utanç anıtı
1979 yılında ABD Pennsylvania eyaletindeki Three Mile Island’da önemli bir
Fukuşima santralinde de olan kazanın temel karakteri yine önceden hesaplanamayan deprem ve tsunami nedeniyle ortaya çıkmış olmasıdır. Ayrıca Fukişima’daki kaza tarihin en korkunç nükleer kazası olmaya da aday gözüküyor. Çünkü nükleer santrallerde kullanılan uranyumdan tasarruf etmek için kullanılan yeni bir yakıt olan plütonyum ve uranyum-oksid karışımı MOX maddesi bu santralde denenmekteymiş. Bunun anlamı da çevreye normal bir reaktörde kullanılan iyod ve uranyum izotoplarının dışında çok daha tehlikeli olan plutonyum 239 izotoplarının da yayılmasıdır. Plutonyumun yarılanma süresi 24 bin yıl. Dolayısıyla bu felaketi bilinen derecelendirme yöntemleri ile açıklamak hakikaten mümkün gözükmüyor.
Bir seferlik felaket
Ülkemizi korkunç bir nükleer maceraya sürüklemekte olan AKP hükümeti enerji bakanı ve başbakan suçlu yakalanan çocuklar gibi akıl dışı cahilce yalanlarla halkı ve kendilerini kandırmak yerine, derhal nükleer santral projelerini iptal etmelidirler. Bu güne kadar yaşanan kazalardan özellikle de Fukuşima’dakinden öğrendiğimize göre nükleer santral kazalarının, teknolojinin yüksek ya da düşük oluşuyla hiçbir ilişkisi yok. Kazaları asıl korkunç yapan şey öngörülemez oluşlarıdır. Ayrıca özellikle ekonomist olan sayın başbabakan’a anımsatmak isterim ki Fukuşima ya da Çernobil kazalarından herhangi birisinin ülkemizde olması demek tüm ülke ekonomisinin iflas etmesi anlamına gelir ki bu yükün altıdan hiç kimse kalkamaz. Ayrıca da nükleer kaza riskleri ile bildiğiniz diğer kaza çeşitleri ile yatırım risklerini karıştırıp daha fazla komik olmayın.
AKP hükümetinin nükleer santral yapma konusundaki ısrarı en hafif tanımıyla ülkeyi sonu belirsiz bir maceraya sürüklemektir. Fukuşima’dan sonra gezegen üzerindeki hiçbir demokratik rejimde yeni santral yapmanın mümkün olmadığını hala anlamamış olanlar kendi kaderlerini nükleer enerliye bağlayıp intihar ettiklerini anladıklarını çok geç kalınmış olacaktır. Nükleer santral kazaları ne depreme ne tsunamiye benzer onlarda bir seferlik felaket olur. Nükleer santral kazalarının ardından hem gezegen hem de onun yüzeyinde yaşayanlar onlarca bazen yüzlerce yıl hastalanıp ölmeye devam ederler. Bu kadar büyük bir riski hangi toplum kabul eder ki?
Dr.Savaş ÇÖMLEK
Yeşiller Partisi-İstanbul
*2o-03-2011 Radikal iki gazetesinde yayınlanmıştır
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…