Türkiye’de bilimsel ormancılığın başlangıcı 1937 yılında çıkarılan 3116 Sayılı Orman Yasası’na dayanır. Aynı yıl devlet orman işletmeleri kurulmaya başlanmış ve Osmanlı’dan miras müteahhit işletmeciliği rafa kaldırılmıştır. Yüzyıllardır süren halkın ormanlardan gelişgüzel yararlanma alışkanlığı yavaş yavaş kontrol altına alındıkça orman-halk ilişkilerinde gerilmeler meydana gelmiş, orman suçları artmıştır. 1946 yılında başlayan çok partili rejim siyasi propaganda aracı olarak ormanı öne çıkarmış, siyasetçiler halkın ve köylünün sorunlarını çözecek rasyonel adımlar atmak yerine ormanlara zarar veren vaatlerde bulunmayı tercih etmiştir. Orman Yasası’nda sık sık değişiklikler yapılmış ve 1950-1958 arasında orman suçlarına ilişkin dört farklı af yasası çıkarılmıştır.
1960 yılında yönetimi güç kullanarak ele alan Milli Birlik Hükümeti tarafından hazırlanan 1961 Anayasası’nda, yakın geçmişten alınan derslerden yola çıkılarak ormanları sıkı şekilde koruyan, orman suçları için genel af çıkarılmasını engelleyen ve ormanlara zarar verecek siyasi propaganda yapılmasını yasaklayan 131. madde yer almış, izleyen süreçte siyasetçilerin bu maddeye aykırı yasal düzenleme girişimleri, söz konusu koruyucu Anayasa maddesi sayesinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun üzerine siyasetçilerin yeni hedefi Anayasa’nın ormanları koruyan 131. maddesi olmuş, 1969 seçimlerinden sonra Meclis’te grup kuran üç siyasi parti (Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Güven Partisi) 131. maddeyi değiştirmek üzere mutabakat sağlamışlardır.
Hazırlanan tasarının Meclis ve Senato’da görüşüldüğü günlerde, 15 Nisan 1970 tarihinde toplanan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Genel Kurulu bu tasarıyı masaya yatırmış ve bir bildiri hazırlayarak kamuoyu ile paylaşmıştır. Hazırlanan bildiriden şu iki paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Şimdiye kadar dünya literatüründe topraklarını yellere ve sellere kaptıran, ormanlarını keçilere yediren bir memleket olarak nitelendirilen Türkiye, bundan sonra ormanlarını bilimsel gerçeklere aykırı politik mülâhazalarla harcayan bir memleket halinde tanımlanacaktır.
“Yakın gelecekte yeniden ağaçlandırılması ve orman haline getirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk halinde karşımıza çıkacak olan bu alanları[1], milyarlar harcamak ve uzun yıllar beklemek suretiyle vatan topraklarına yeniden katmak zorunda kalacak olan çocuklarımız ve torunlarımız bizleri herhalde hayırla anmayacaklardır.”
Siyasetçinin ormana bakışı hiç ama hiç değişmedi. Orman siyasetçi için önce oy sonra da belirli kesimlere kazandırılacak para kaynağı oldu daima. Üzülerek söylemek gerekiyor ki, aradan geçen 50 yılda, istisna mahiyetindeki olumlu adımları ve kendini mesleğine ve ormana adamış ormancıların fedakarca çabaları ile oluşan başarıları bir kenara bırakacak olursak, ormanlarımız hep kan kaybetti. Bakmayın siz fiyakalı ağaçlandırma rakamlarına. Evet, ağaçlandırma ormancılığımızın 1940’ların ortasından beri süregelen parlak yüzüdür. Ne var ki madalyonun diğer yüzünde ormanlarımızda açılan derin yaralar yer almaktadır ve bu yaraların neredeyse tamamının altında yasal düzenlemeler ve siyasi kararlar yatmaktadır.
Öyle ki her uyandığımız yeni gün, acaba bugün siyaset ormanlara nasıl müdahale etti, ormanlarımıza zarar verecek hangi düşünce ve projeler geliştirildi sorusunu kendi kendimize yahut arkadaşlarımıza sorar olduk.
Sınırlı sayıda medya kuruluşu haber haline getirdiği için bilenleriniz olacaktır; Zaten çok tartışılmakta olan, pek çok maddesi eleştirilen Ağaçlandırma Yönetmeliği 23 Ekim 2019 tarihinde değiştirildi ve yapılan değişiklik sonucu yenilenen Özel Ağaçlandırma Tamimi 26 Mart 2020 tarihinde yayımlandı. Yapılan değişiklikler ormanlarımız için ne anlam ifade ediyor, teknik ayrıntıya girmeden ve sadece en önemlilerini özetlemeye çalışayım:
Biz tam da bu değişiklikler üzerinde çalışırken, bir de baktık ki TBMM’ye 6831 Sayılı Orman Yasası’nı değiştirmek üzere bir yasa teklifi sunulmuş. Söz konusu yasa 1956 yılında yayımlanmış ve günümüze kadar tam 41 kez değiştirilmiş. Bu değişikliklerin 25 tanesi 2002 yılında sonra yapılmış. Geri kalanların önemli bir bölümü de 1980’li yıllarda. Yani tek parti iktidarı dönemlerinde ve kapitalist ekonomi anlayışının en vahşi şekilde uygulandığı süreçlerde. Yapılan değişikliklerin hemen hepsi tüm halkın ortak varlığı olan ormanların, halkın geneline hizmet eder durumdan (ekolojik işlevden) belirli kesimlere hizmet eder duruma (ekonomik işleve) dönüştürülmesiyle ilintili. Belki bahsettiğimiz yeni teklif öyle değildir, niye hemen kötüye yoruyoruz ki? Bakalım (mı?):
Çok şey geliyor insanın içinden söyleyecek. Ama daha fazla söze gerek var mı? Bilmiyorum, emin değilim. Her şey o kadar açık ki. Her şey o kadar ortada ki… Ne demişti üzerimizde karşılığının ödenmesi mümkün olmayan hakları bulunan hocalarımız 1970 yılında? “…çocuklarımız ve torunlarımız bizleri herhalde hayırla anmıyacaklardır.”
Ellerinden öperim o cesur hocalarımızın, onların çocuğu sayılırım. Siyasetçiye korkusuzca kafa tuttukları 1970 yılında doğdum. Bizlere teslim ettikleri bayrağı düşürmemeye çalışıyoruz. Ormana elini uzatana, kim olduğuna bakmadan “çekin elinizi” demek boynumuzun borcu, mesleğimizin onuru. Ama korkarım sözümüzün pek değeri yok, bizim çocuklarımız da hayırla anmayacak bizleri.
*
[1] Anayasa değişikliği ile kaybedilecek orman alanları kast ediliyor.
[2] Gıda, Tarım ve Orman Alanlarında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…