Bana sorarsanız kurulacak yeni parti bir ‘iklim değişikliğinin ağır gerçekliği karşısında enerji ve ekonomide acil dönüşüm, AB’yle bütünleşme, ve Ermeni soykırımıyla vicdanen ve sivil haklar açısından yüzleşme’ partisi olmalı. Çok şükür ki kimse sadece bana sormuyor, ve oluşturacağımız partide çok farklı alanda, yerelde ve yerele dair politika yapacağımız konusunda hepimiz müttefikiz. Aysen’in (Ataseven) daha önceki yazısında da bu nokta yeterince vurgulandı. Efe’nin (Göktoğan) yazısında ise önemli bir nokta olarak geniş apolitik seçmen kitlesinin oyuna yönelik popülist politikalar yerine konular bazlı bir politik çizgi oluşturmamız gerektiği idi. Partinin esasları ve organizasyonuna dair yazımda, acizane, bu konularda onlarla hemfikirdim, ancak sadece yerelle sınırlı kalmaktan bahsetmediklerine de güveniyorum.
Ortak ilkelerimiz veya düşlerimiz menşeli, ekoloji, toplumsal eşitlik, ve haklar odaklı yeni hareket-partinin politika alanları başkalarının dillendirmediği, dillendirmeyi önemsemediği konular olmalı, ve bunlar üzerine yoğun, sırf muhalefet değil ayni anda umut odaklı, ve derinliğe sahip politika yapmalıyız. Burada derinliğe sahipten kastim, fikir ve temenni beyanından öte, somut verilerle desteklenmiş arkasında durabileceğimiz ve ileriye götürebileceğimiz reel politikalar geliştirmeli olduğumuz. Sanırım Aysen’in de “proaktif reel politika yapmak” ile kastettiği bu; ve onun da söylediği gibi, reel politik öneriler illa da sistem içi düzeltmelerden ibaret olmak zorunda değil, Ümit’in (Şahin) tabiriyle, gayet “radikal reformist” bir ajandayla da önerilebilir şeyler.
Savunacağımız herhangi bir radikal reformizm tüm dünya ve bu ülkenin yaşadığı ekolojik sorunlara ve toplumsal eşitliksizlik sorunlarına bütünsel bakmalı, çözümün odağında ise bunları ancak doğanın sınırları içinde, küçük ölçekte işleyen, sürdürülebilir ve çeşitliliği koruyan, dayanışmacı toplumlar yaratarak çözebileceğimiz fikri yatmalı. Bu demek değil ki eski büyük teorilerden faydalanmayı kesmeliyiz. Yeni hareket-partiyi besleyecek temelin büyük bir kısmı, yani mevcut iki partiden EDP’nin nüfusu, şu veya bu şekilde Marksist bir gelenekten geliyor, ve bu gelenek yeni partinin dokusunun parçası olacak. Yeşiller’de ise daha eklektik bir yapı hakim, ve zaten aşina olduğumuz bu gelenekle çalışmamız imkansız değil. Sınıf kavramına ve üretim ilişkilerine önem vermek bizim için kuvvetli bir analitik araç olacaktır ve siyasi analizimizi ve ürettiğimiz siyaseti, ekolojik dengeye dair referanslardan ve özgürlükçü ilkelerimizden öte, toplumsal yapıya dair bir referans çerçevesine oturtacak, belki güç dediğimiz şeyi de daha iyi tarif ve tahlil etmemizi, politik dilimizi ideolojik bir dile terketmemek kaydıyla, mücadelemizi daha sistematikleştirmemizi sağlayacaktır. Neticede, akıllıca ve güncel bir kapitalizm eleştirisinin kime ne zararı dokunabilir ki? Ancak,
Reel politik hedefler oluşururken bunları ortak mülkiyet alanlarının savunusu ve toplumla gezegenin içiçe düşünülen sürdürülebilirliği gibi bütünsel bir çerçeveye bağlamadığımız takdirde, tekil meseleler üzerine geçici tepkiler vermekle kalan, bunun altından kalkamayan, ve ekolojik sorunlarla toplumsal konulara farklı referanslarla yaklaşma eğiliminde olan, birleşememiş ve net bir mesajı olmayan bir hareket olma ihtimalimiz var. İçini gittikçe birlikte dolduracağımız, Türkiye için bizim yazacağımız bir “Yeşil ekonomi” kavramı böyle olmamasını sağlayacak çok önemli bir araç olabilir. Güncele dair ve çok somut çözümler içerdiği için hemen bir radikal dönüşüm (yada devrim) isteyenlerce burun kıvrılan bu kavram, şirket kapitalizmine karşı, kapitalist ilişkilenme biçimlerinin elbet var olacağı ancak gittikçe daha belirleyici olanın ekolojik sürdürülebilirlik ve toplumsal dayanışma olduğu bir toplum yönünde, acil sorunlara cevap verecek bir ilk adım olarak düşünülebilir. Yenilenebilir enerjiler, kooperatifler, yerelleşme ve yaygın istihdamdan ekonomik büyümenin temel iktisat referansı olmasının kırılmasına kadar, arkasında ciddi bir ekonomi literatürü ve uygulamalar örneklemiyle yeşil ekonomi, reel politikalar geliştirmeyen ve alternatif üretemeyen bir ülkede siyaset yapmak için elimizdeki çok kuvvetli bir araç.
Yeni hareket-parti kimsenin değinmediği, ihmal edilen hayati alanlarda politika yapmalı diyorsak, bunların en başında gelen şey Türkiye’de iklim politikaları. Mevcut hükümet, 2023 yılına kadar ülkenin enerji tüketimini çılgınca ikiye katlamak ve yaratacağı suni ihtiyacı büyük bir ölçüde başta kömür olmak üzere hayatı katleden enerji kaynaklarıyla karşılamak niyetinde. Sırf büyüme odaklı projeksiyonlarla geliştirilen bu iklim katili politika, ülkenin CO2 indirimi vaadinde bulunmama, uluslararası iklim müzakerelerinde de herşeyi
Diğer bir önemli siyaset alanı, siyaset yapma, organize olma düzeyimizle de örtüşecek olan, yerinden yönetim olmalı, ki Türkiye’de Kürt siyasi hareketi dışında, öncelikle bir kimlik için değil herkes için bölgesel parlementoları, yetki sahibi yerel karar alma mekanizmalarını, ve kültürel çeşitliliği savunan, çok daha geniş katılımcı demokrasi isteyen birilerinin sesinin duyulmasının vakti geldi. Bu konuda belki ilk etapta Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın eksiksiz uygulanması için bastırmakla ve herşeye rağmen siyasetimizi ısrarla yerelde yapmakla başlayabiliriz. Diğer bir yerel siyaset konusu katılımcı yönetim modelleriyle (ya da bunların eksikliğiyle) çok içiçe bir şekilde ele alınması gereken kentsel dönüşüm meselesi ki, Türkiye’nin girdiği sürdürülemez ve eşitliksizlikleri uçuruma çeviren yolla mücadelenin, yerel siyasete de çok muhtaç olan, en önemli alanı belki de bu. Eşit derecede kuvvetli ve yerelde siyaset yapmayı gerektiren bir konu da, Aysen’in de işaret ettiği gıda güvencesi, güvenliği ve tarım siyaseti; ki GDO’lar ve tarımın ekosistemin sağlığına dair büyük tesiri, bizim insanların ve doğanın menfaatlerini birllikte değerlendiren bir siyasi çizgi arayışımız için de bir örnek alan.
Yerelde de yapılacak siyaseti bir dakikalığına bir kenara bırakırsak, gerek iklim müzakerelerindeki vurdumduymazlık gerekse Özerklik Şartı, aykırı sesimizi yükseltmemiz gereken bir başka alanı işaret ediyor; Türkiye’nin dış politikası ve AB oryantasyonu. Tamamen realist, menfaat-merkezli ve efektif olarak bir sıfır toplamlı oyun zeminine dönüşmüş, “sıfır sorun” yerine artık herkesle sorun esasına dayalı hâle gelmiş Türkiye dış politikasına acilen barış esaslı kuvvetli bir siyasi eleştiri gelmeli. Bunu yapacak en iyi parti de ulusalcı gelenekle selamı-sabası (köhnemiş ‘anti-emperyalizm’ veya mahcup ‘yurtseverlik’ söylemi üzerinden olsun) tarihinin hiçbir aşamasında olmamış, barış ideasını ülke menfaatlerinin üzerinde tutan, ulusal sınırlarla değil aslen ekolojik sınırlarla ilgilenen, ve en önemlisi kendi içinde bile müzakere ve ortak noktaya varma kültürüyle çalışan kuracağımız parti olacaktır. Kıbrıs sorunu dış politikada acil muhalefet isteyen bir alan olarak bizi bekler, ve tabii Türkiye’nin AB yol haritasının da önemli bir parçası. Birarada, Avrupalı herhangi bir yeşil parti kadar Avrupalı olmalı;
Ortak düşlerimize dayalı yeni hareket-partinin siyaset yapması gerekecek diğer bir alan da kimliği, ulus-devletin dayattığı tâbi vatandaş kimliğinden özgürleştirme çabaları. Bunun bir yüzü haklar siyaseti. Bu, bir yandan şimdiye kadar her iki parti olarak yaptığımız insan hakları, kadın, LGBTT, vicdani red, ifade ve inanç özgürlüğü, kültürel haklar, işçi hakları gibi alanlardaki geniş siyaseti devam ettirmemizi, tartışıp daha somutlaştırmamızı, ve doğa anananın haklarını yeni anayasa sürecinde ve muhtemelen yeni anayasaya rağmen savunmamızı gerektirecek. Buna ek olarak, önümüzdeki dönemde siyaseten sahipsiz kesimlerin, özellikle mültecilerin ve göçmenlerin hakları için mücadelemizi artırmamız da hak mücadelemizi daha eksiksiz kılmamız anlamına gelecek. Ulus devletin dayattığı kimlikle mücadelenin diğer önemli yüzü ise tarihle yüzleşme çabalarının parçası olmak. Mesele darbelerin, orduların veya otoriterleşen hükümetlerin çok ötesinde, otoriter gelenek ve ulus-devlet inşası sürecinin daha derin bir sorgusunu, ve bunun siyaset alanında yansıtılmasını gerektiriyor. Çünkü, toplum olarak, mevcut ulus-devlet naratifini ve
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…