Kategoriler: Kitap

Yaşamın tarihi toprağın tarihine bağlı – Burcu Ertunç

Yazar:
Konuk Yazar

Toprak gerçekten dünyamızın derisidir, jeoloji ve biyoloji arasındaki sınır bölgesidir…. İnsan derisinin kalınlığı 2.5 milimetrenin biraz altındadır…Oransal olarak, dünyamızın derisi insan derisinden daha ince ve kırılgandır.”

Bu kırılgan tabaka her yerdedir, insanlığın varoluşundan da eskidir ve varlığının temelidir. İnsanın belki de benim deyip sahiplendiği uğruna öldüğü şeylerin başında gelir ve bugün tıpkı doğanın parçası olan herşeye zekasıyla yön verebileceğini düşündüğü gibi insan kendini ona da hakim görür. Toprak!

Vericiliği, tüm canlı yaşamının potansiyelini kendinde barındırmasıyla ve gücüyle insanı büyüler. İnsanla toprak arasında hiç son bulmayacak bir ilişki başlar. Ancak insanoğlu toprağın gücünü altında ve üstündekilerden geldiğini, onları yok ettiğinde toprağın yerine başka bir şey koyamayacağının ayırdına yeni yeni varmaktadır.

Medeniyet-toprak ilişkisi

İlk insanın İbranice ismi ADAM, toprak anlamına gelen “adama” sözcüğünden üretilmiştir. Adem’in karısının ismi Havva (Eve) İbranice’de yaşam manasına gelen “hava” sözcüğünün çevirisidir.” Toprak ve hava, onların mutlak izleyicisi olan insana birbirinden ayrılmaz ve sonsuz vericilikte bir çift gibi görünürler oysa zamanla, doğa olaylarıyla ve insanın yıkıcı etkisiyle nasıl biçim değiştirdiklerini varoluşlarının nasıl başkalaştığını kavraması ancak parçası olduğu medeniyetin yok oluşu zamanına rastlar. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan 2010 yılında çıkan Toprak-Uygarlıkların Erozyonu’nun yazarı David R. Montgomery yaşam biçimi bir insanın yaşam süresini nasıl etkiliyorsa toplulukların yaşam sürelerinin de topraklarına nasıl baktıkları ile çok yakından ilgili olduğunu anlatıyor.  Dünya üzerindeki medeniyetlerin gelişmelerinin sahip oldukları kaliteli toprağa bağlı olduğu ve  dolayısıyla yok oluşlarının da bu toprağın kaybından kaynaklandığını önemli örnekler üzerinden ortaya koyuyor.

Montgomery’nin kitabında en çok öne çıkan taraf, toprak kaybı tehlikesinin nelere yol açtığı bu kadar görünür olmakla birlikte halâ azımsanıyor ve yeterince önemsenmiyor oluşu. Oysa yazar bu zihniyetin açıkça medeniyetlerin sonu olacağını tarihten örneklerle açıklıyor. “20.yy sonlarında topraklarını hızla yitirenler yalnızca süper güçler değildi. Avrupa’da erozyon hızı yeni toprak oluşum hızının 10-20 katıydı. 1980’li yılların ortasında Avustralya topraklarının yarısı erozyon nedeniyle bozulmuştu. Filipinler ve Jamaika’da hektar başı dört yüz ton toprak her yıl yitirilmekteydi.  Türkiye’nin yarısı çok ciddi toprak erozyonundan etkilendi. Topraklar bozulunca zarar kuşaklar boyu devam etmekteydi.”

Tarım devrimine ihtiyaç var

Yazar insanlığın 10.000 yıl önce başladığı tarım faaliyetinin gelişmesiyle ortaya çıkan verim kaygısının ardından bu verimle beraber gelen nüfûs artışının toprak katmanlarını nasıl yok ettiğini ve sadece ülkelere değil insanlığa ait olan bu toprağın tamamını kaybetmemek için neler yapılabileceğinden de söz ediyor. Yeni bir çiftçilik felsefesine daha da doğrusu bir tarım devrimine ihtiyaç olduğunu ilan ediyor.

Toprak: Uygarlıkların Erozyonu’nda toprağa yalnızca teknik olarak nasıl varolduğu, büyüdüğü ya da yok olduğu yönünden bakılmıyor; toprak eksen alınarak günümüz ve antik medeniyetlerinin coğrafî, tarihî, jeolojik ve arkeolojik boyutları ele alınıyor. Bunun da ötesinde modern bilimin tarımla olan ilişkisinden ekolojik tarıma, agroekolojiden permakültüre hem pratik hem de teorik öneriler geliştiriliyor.

Erozyon Türkiye’de de bir felaket olarak halâ yaşanıyor, hem doğal afet nitelikli erozyonla hem de hatalı tarım teknikleri, kent, sanayi, ulaşım ve benzeri yatırımların yanlış konumlanması sürecinin yarattığı erozyon artıyor. Verilere bakıldığında kara yüzeyinin %90’ında çeşitli şiddetlerde erozyon cereyan ettiği görülüyor. Arazinin %63’ü çok şiddetli ve şiddetli, %20’si ise orta şiddetli, % 7’si ise hafif şiddetli erozyonla karşı karşıyadır. Ülke genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazideki toprak giderek yok oluyor. Erozyon dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük ölçüde tarım alanlarında yaşanıyor. 1992’den beri vakıf olarak erozyonla fiilen mücadele veren TEMA’nın da desteği ile hazırlanmış olan Montgomery’nin bu kitabı, Türkiye’de yaşayanların hiç de yabancı olmadığı bu konuyu derinlemesine ele alıyor olması açısından kesinlikle okunmalıdır.

Toprak – Uygarlıkların Erozyonu
David R. Montgomery
Çeviren: Emel Anıl
İş Bankası Yayınları
2010

Burcu Ertunç

http://heryerbenimevimdir.com/

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar

Önceki Haberler

Bir çocuk, deprem ve TOKİ savaşı: Terk etmeyeceğiz!

Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…

11/02/2025

İklim örgütlerinden Türkiye’nin 2024 karnesi: Yetersiz ve çelişkilerle dolu

Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…

27/12/2024

Kanal İstanbul için rezerv alan ve imar planlarına yargı engeli

İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…

27/12/2024

Ağva plajına mahmuz darbesi

Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…

24/12/2024

Pirosmani: Bir sanatçı ardında ne bırakır?

Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…

16/12/2024

Batı Karadeniz Çevre Gönüllüleri Platformu kuruldu

Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…

15/12/2024