Manşet

SIPRİ Raporu: Liderler yükselen iklim ve çevre krizi ile milliyetçilik risklerine hazır değil

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) son raporuna göre, dünya liderleri, derin iklim/çevre ve güvenlik krizleri bir araya gelip yoğunlaşırken, barışa yönelik karmaşık ve genellikle öngörülemeyen risklerin olduğu yeni bir döneme hazır değil. Barış Ortamı: Yeni Bir Risk Çağında Güvenlik”başlıklı raporda, iklim değişikliğinin sonuçlarının yarattığı krizler ve giderek popülistleşen siyasi ortamın güvenlik açısından “zehirli” bir karışım oluşturduğuna dikkat çeken araştırmacılar politika yapıcılara bu değişken geleceği yönlendirmek için ilkeler ve öneriler de sunuyor.

AB Komisyonu’nun çevreden sorumlu üyesi Margot Wallström, roporun önsözünde “Bu, çok zehirli, derin etkileri olan ve tehlikeli bir karışım” ifadeleriyle gücü elinde bulunduran kurumların çözümler bulmada çok yavaş kaldığını vurguluyor.

Rapor, artan güvenlik krizinin canlı bir resmini çiziyor. Örneğin, 2010 ve 2020 yılları arasında devlet temelli silahlı çatışmaların sayısının ve çatışmalarda ölenlerin sayısının kabaca iki katına çıktığını (56’ya) belirten çalışmaya göre, mültecilerin ve diğer zorla yerinden edilmiş kişilerin sayısı da ikiye katlanarak 82,4 milyona ulaştı. 2020’de operasyonel olarak konuşlandırılmış nükleer savaş başlıklarının sayısı, yıllarca süren indirimlerin ardından arttı ve 2021’de askeri harcamalar ilk kez 2 trilyon doları aştı.

Çevresel ve iklim kriziyle ilgili olarak da tüm türlerin yaklaşık dörtte birinin yok olma riskiyle karşı karşıya olduğu kaydedilen raporda, tozlaşan böceklerin hızla azaldığına,  toprak kalitesi düşerken, ormanlar ve balıklar gibi doğal kaynakların sömürülmesinin sürdürülemez seviyelerde devam ettiğine dikkat çekildi.  İklim değişikliği, fırtınalar ve sıcak  dalgaları gibi aşırı hava olaylarını daha yaygın ve yoğun hale geldiği, başlıca gıda mahsullerinin veriminin azaldığı ve büyük ölçekli hasat kayıplarının yaşandığı kaydedilen çalışmada, bilim insanları bu iki krizin dünya çapında etkileşime girmeye başladığı karmaşık yollardan bazılarını şöyle listeliyor:

  • Uzun süreli kuraklık ve diğer iklim değişikliği etkileri; yoksulluk, hazırlıksızlık ve zayıf hükümetle birleştiği Somali’de, insanları aşırılık yanlısı El-Şebab grubunun kollarına itti.
  • Sahel’de kuraklık ve artan nüfusu beslemek için tarım arazilerinin genişlemesi, çiftçileri ve göçebe çobanları toprak ve su gibi kaynaklara erişim konusunda rekabete itti ve bu rekabet genellikle şiddet içeriyor.
  • İklim değişikliğinin mahsuller üzerindeki etkisinin şiddet ve yolsuzlukla birleştiği Orta Amerika’da güvenliği artırılmış ABD sınırına göç etmeye çalışan insan sayısı arttı.
  • 2010’ların başında, iklim değişikliğine bağlı bir sıcak dalgası nedeniyle tahıl hasadında sorunlar çıkması, ekmek fiyatını artıran ABD biyoyakıt politikasının etkileriyle birleştiğinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika‘da Arap Baharı ayaklanmaları dizisi meydana geldi .

Gana‘daki Stratejik Gençlik Ağı Kalkınma Koordinatörü Chibeze Ezekiel, şunları söylüyor: “Bu örnekler, sorunun çatışmaya yol açan çevresel bozulmadan çok daha karmaşık olduğunu açıkça gösteriyor. 2011’deki Arap Baharı’nın başlangıcında, bir kıtada iklim değişikliğinin etkisi ve diğerinde iyi niyetli bir yenilenebilir enerji politikası, üçüncü bir kıtada mevcut huzursuzlukla birleşerek çatışma risklerini artırdı – kimse bu kombinasyonun geldiğini görmemişti.”

SIPRI direktörü Dan Smith‘in değerlendirmesi ise şöyle: “Pek çok uzman belirleyici bir noktada bulunduğumuzu söylüyor. Çevre krizini ya kendi haline bırakacağız ya da sorunun teşhisini şimdi koyup harekete geçeceğiz. Asıl kötü haber, bu son derece önemli anın, uluslararası politikanın korkunç bir durumda olduğu bir zamana denk gelmesi. Dünyadaki büyük güçler arasındaki ilişkiler ‘zehirli ve tehlikeli’ bir durumda. Popülizm ve milliyetçilik yükselişte.”

Acilen adil ve barışçı şekilde ‘yeşil ekonomiye’ geçilmeli

Araştırmacıların bu durumun önüne geçilmesi için önerdikleri önlemlerin başında siyasetin riskleri daha iyi değerlendirmesi ve çevre krizlerine karşı daha kararlı adım atması çağrısı ve hızlı bir şekilde “yeşil ekonomi”ye geçiş yapması geliyor.

SIPRI’nin raporundaki saptamalar ve buna ilişkin öneriler şöyle: İklim değişikliği ve daha geniş çevresel krizle mücadele etmek için, dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin enerji ve arazi kullanımı gibi alanlarda büyük geçişler yapması gerekiyor. Küresel ısınmayı Paris Anlaşması‘nın öngördüğü üzere 1.5C hedefinde tutmak, otuz yıl içinde küresel olarak net sıfır karbon emisyonuna ulaşmak anlamına geliyor. Biyoçeşitlilik alanında hükümetler, 2030 yılına kadar kara ve okyanus alanlarının yüzde 30’unu koruyan 30×30 gibi girişimleri tartışıyorlar.”

Barış araştırmacıları, başarısızlıktan kaynaklanacak muazzam güvenlik riskleri nedeniyle bu geçişlerin başarılı olması gerektiğine vurgu yapıyor.  İhtiyaç duyulan ölçekte ve hızda yapılacak değişikliklerin kaçınılmaz olarak risklerle dolu olduğuna; örneğin biyoyakıtlar ve hidroelektrik barajları gibi önlemlerin milyonlarca insanın yerinden edilmesiyle sonuçlanabileceğine dikkat çekiyor. Raporun baş yazarlarından biri ve Ohio Üniversitesi Voinovich Liderlik ve Kamu Hizmeti Okulu’nda profesör olan Geoff Dabelko, “Geçmişin hatalarından ders almalıyız, böylece onları daha büyük ölçekte tekrarlamayız” diyor: “Koruma olması gerekiyor, ancak zorlayıcı olamaz. Hızlı bir sıfır karbon geçişi esastır, ancak adil bir şekilde yapılmalıdır. Çevresel krizle mücadele adalet, eşitlik ve haklar ile el ele gitmeli ve onu baltalamak yerine barışı inşa etmelidir.”

‘Riske değil barışa fon sağlayın’

Şu anda hükümetlerin, fosil yakıtların sübvansiyonu, yıkıcı balıkçılık ve ormanların harabiyeti gibi doğal çevreye zarar verebilecek faaliyetlere yılda yaklaşık 5-7 trilyon dolar harcadığı hatırlatılan araştırmada, hükümetlerin, fosil yakıtları teşvik eden sübvansiyonları aşamalı olarak kaldırma sözü verdiğine ancak yerine getirmede başarısız olduklarına da vurgu yapılıyor.

Enerji, Çevre ve Su Konseyi’nden (CEEW) Barış araştırmacıları uzmanı  Arunabha Ghosh şunları söylüyor: “Hükümetler bu yeni risk çağında barışı güvence altına almak istiyorlarsa, finansmanlarını onu baltalayan faaliyetlerden uzaklaştırmaları gerekiyor. Finansman çatışması riski kimsenin çıkarına değildir. Ancak birçok hükümet, ne sürdürülebilirliğin çıkarlarına hizmet eden ne de savunmasız toplulukları koruyan, temel olmayan ve hedefsiz fosil yakıt geliştirme ve diğer çevresel olarak yıkıcı faaliyetleri finanse etmeye devam ediyor. Yatırımların barışa, çevresel istikrara ve dayanıklılığa toptan bir şekilde yönlendirilmesine ihtiyacımız var.”

Barışı ve çevresel bütünlüğü birlikte inşa eden, büyütülebilecek ve uyarlanabilecek pek çok girişim örneklerine de verilen raporda; çözümlerin  etkili olması için kapsayıcı olması, toplumun genellikle marjinalleştirilen kesimlerinin (yerli halklar, kadınlar ve gençlik gibi) karar alma süreçlerine dahil edilmesi ve faydaların paylaşılması gerektiğine de işaret ediliyor.

Bu geçişin adil ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirilmesinin zaruriyetine vurgu yapan Dan Smith, “Zorluklar çok büyük ve zaman çizelgesi dar” diyor: “Hükümetler, Ukrayna’nın işgali veya Covid-19 salgını gibi akut durumlarla uğraşırken bile, önlerinde uzanan derin zorlukları gözden kaçıramazlar.

Ayrıca bu kadar büyük boyuttaki bir ekonomik değişimde her zaman kazananlar ve kaybedenler olacaktır. Bu geçişten en çok etkilenecek olan kesimlerin çıkarları göz önünde bulundurulmak zorunda. Aksi takdirde yeni çatışma riskleri doğar.”