Korona salgını bittikten yıllar sonra bugünleri anarken zihnimizden gitmeyecek görüntülerden biri de her akşam televizyon haberlerinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın günlük vaka verilerini paylaşması olacak. Bazı günler canlı olarak ekranlara çıkan Bakan’ın kendine has üslubuyla yaptığı açıklamaları her akşam merakla ve endişe içinde izleyerek salgın tünelinin ucunda görünecek ışığı bekleyişimiz bu korona günlerinin en kalıcı izlerini bırakacak.
Sağlık Bakanının toplum nezdinde bir sempati yarattığına kuşku yok. Bunda basın toplantısı sonrasında gelen her türlü soruyu cevaplarken sakinliğini ve kibarlığını hiç bozmayışının rolü büyük. İktidar cephesindeki kibrin, tepeden bakışın ve nobranlığın standart oluşturduğu günlerde aslında çoktan beri görmeye alışık olmadığımız böylesi bir Bakan tavrının takdirlerimize neden olması başlı başına garip. Bakanın kimseye tepeden bakmadan, kimseyi azarlamadan, her soruyu sabırla cevaplamaya çalışması bir sağlık görevlisinin tansiyonumuzu ölçmesi, serum vermesi, yaralarımıza pansuman yapması kadar sıradan, zaten olması gereken davranışlar olduğunu unuttuğumuz için takdir ediyoruz Koca’yı.
Bakan açıklamalarıyla ölçülü bir şekilde bize uyarılarını sürdürürken Sağlık Bakanlığının ve 18 yıllık AKP iktidarının sağlık politikalarının ne denli başarılı olduğunu vurguluyor ve bu nedenle kendilerine medyun olmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Bizlerin de Bakan’a bakarak başarılarından dolayı ikna olmamız bekleniyor.
Peki, Türkiye’nin bu sınavı başarıyla geçtiğini söyleyebilir miyiz?
19’uncu yüzyılda yaşamış İngiliz siyasetçi Disreali’ye atfedilen sözü hatırlayarak bu sorunun cevabını aramaya başlayabiliriz. Disraeli daha post- truth (gerçek ötesi?) kavramının bilinmediği çağda üç tür yalan olduğunu söylermiş: Basit yalan, kuyruklu yalan ve istatistik. Bizler de elimizdeki istatistiklere bakarak gerçeğin değişik yönlerini görebilir/gösterebiliriz. Bakan sadece görece daha iyi olduğumuz yönlere dikkat çekerek Batı ülkelerine olan üstünlüğümüze vurgu yapıyor. Biz de yine istatistiki verilere başka açılardan bakarak sorgulama yapabiliriz.
Bu sorgulamayı yaparken ülkemizde vaka sayısının 100.000’i geçtiği günkü verilere göre önce korona salgınına dair gerçeklere, ardından da AKP’nin genel sağlık politikasına dair rakamlara bakabiliriz.
Salgının ülkemize bazı ülkelere göre nispeten geç girmiş olmasının sağladığı muazzam avantaja rağmen iktidarın futbol maçlarını, okulları ve camileri geç kapatmak gibi bazı tedbirleri gecikerek aldığı gerçeğini ve bir çok eleştirimizi bir yana bıraksak bile, mevcut manzaranın görünen yüzü ortada bir başarı olduğu kadar ciddi bir başarısızlık olduğunu da gösteriyor.
23 Nisan tarihi itibariyle 100 000 kişinin enfekte oluşuyla Çin ve İran’ı bile geçerek vaka sayısında dünyada yedinci durumdayız. Üstelik 2.491 insanımızı kaybettiğimiz gerçeği ortada. Bu sayılar “Başka türlü politikalar izlenseydi kayıplar daha az olmaz mıydı” sorusunu gündeme getiriyor.
Türkiye tanı testlerine gecikmeli başlamış olsa da fena bir performans sergilemiyor. Yine de milyonda /kişi başı 9.2 test oranıyla sadece bu süreçte en başarısız ülkeler arasında oldukları kuşku götürmeyen İngiltere ve Fransa’dan biraz daha iyi görünüyor.
Buna karşılık İtalya, İspanya, Almanya ve ABD gibi en çok vaka görülen ülkelerin ve Rusya, Belçika, İsviçre, Hollanda, Avusturya, Danimarka, Norveç gibi pek çok Avrupa ülkesinin bir hayli gerisinde.
Türkiye’nin korona sınavında başarılı olduğunu dile getirirken dikkat çektikleri husus vaka sayısına oranla ölüm oranlarının düşüklüğü. Eğer vaka sayısı neden bu kadar çok sorusunu sormazsak bu düşüklüğün bir anlamı olabilirdi. Biz herkese açık olan istatistiki verilere bakarak nüfusa oranla ölümlerin pek çok ülkeden kötü olduğunu görebiliriz.
Aşağıdaki tabloda bir çok bakımdan karşılaştırma yapmanın anlamlı olduğunu düşündüğümüz yakın coğrafyamızdaki bazı ülkelerdeki ölüm oranlarıyla Türkiye’deki ölüm oranlarını topladık. (Verilerin güvenilir olmayabileceği kuşkusuyla İran, Irak ve Suriye’yi bu tabloya dahil etmedik)
Tabloda görüleceği gibi Türkiye gerek toplam ölüm sayısında, gerek milyon kişi başına enfekte olma ve ölüm oranları ile yakın coğrafyamızdaki diğer ülkelere göre pek başarılı sayılmaz.
Aynı karşılaştırmayı Almanya, Yeni Zelanda, Avustralya, Güney Kore gibi ülkelerin verileriyle karşılaştırsaydık başarımızı ön plana çıkartırken biraz ölçülü davranırdık.
Vaka sayısına oranla ölüm sayısındaki görece düşüklüğü başarı olarak sunan iktidar sözcüleri bu başarının altında 18 yıllık AKP yönetiminin sağlık politikası olduğunu ısrarla dile getiriyorlar.
Adil ve sürdürülebilir bir sağlık politikası ne olmalıdır tartışmasına hiç girmeden herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bazı istatistiklere göz atarak AKP döneminin hiç de iddia edildiği gibi başarılı sayılamayacağını görebiliriz.
Yukarıdaki tabloda açıkça görüleceği gibi OECD ülkeleri arasında gayrı safi hasıla içinde sağlığa en az bütçe ayıran ülke Türkiye. Bütün bu harcamaların ne kadarının inşaat harcamaları olduğunu da ayrıca tartışmaya değer.
Bir diğer tabloya bakarak yıllar içinde AKP yönetiminin sağlık için ayırdığı bütçenin nasıl azaldığını da görebiliyoruz.
Bir başka tabloda ise yine OECD ülkeleri arasında kişi başına düşen hekim ve kişi başına düşen yatak sayılarına baktığımızda pek de iftihar edecek bir manzarayla karşılaşmıyoruz.
Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi kişi başına düşen hasta yatağı sayısı bakımından sadece dört ülkeden (Kanada, İngiltere, İsveç, Danimarka) daha iyi durumda sayılırız. Yine aynı tabloya göreyse bin kişi başına düşen hekim sayısıyla en kötü durumdayız. Bu da başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarımıza nasıl bir yük düştüğünü açıkça göstermektedir.
AKP’nin salgına hazırlıklı olduğu iddiasının temelsizliğini başka bir çok açıdan tartışmaya açmak mümkün. Salgın bir tehdit olmaktan çıkıp hayat normalleşmeye başladığı zaman tartışmaya ve başka bir sağlık politikasının mümkün olduğunu yüksek sesle söylemeye devam edebiliriz.
Şimdilik sadece son derece kabarık vaka sayısına rağmen düşük seyreden ölüm sayısıyla teselli bulabiliriz.
İstatistiki verilere bakarak bazılarının bir başarı olduğundan söz edebileceği gibi biz de büyük bir başarısızlık olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer bir başarıdan söz edeceksek aylardır büyük özveriyle çalışan sağlık çalışanlarına, bütün risklere rağmen rahat evlerimizde yaşamımızı sürdürmemiz için çalışmak zorunda olan emekçilere ve öncelikle salgının etkilerini en aza indirebilmek için bu bahar günlerinde evlere hapsettiğimiz 65 yaş üstü insanlarımıza borçluyuz.
Eğer bir başarısızlık varsa tamamen ülkeyi 18 seneden beri yöneten AKP iktidarı sorumludur.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…