Ana Sayfa Blog Sayfa 1929

Dersim’de 15 gün boyunca her türlü etkinlik koronavirüs gerekçesiyle yasakladı

Tunceli Valiliği koronavirüs tedbirleri kapsamında kent genelindeki her türlü gösteri, toplantı, konferans, şenlik, konseri 15 gün süreyle yasakladığını duyurdu.

2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 19’uncu Maddesi ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/A ve 11/C maddelerine dayandırılan kararda istisnalar haricinde yasaklanan etkinlikler şöyle sıralandı:

Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü, miting, açık hava toplantısı, protesto eylemi, oturma eylemi, açlık grevi, stant açmak, imza kampanyası, konser, şenlik, el ilanı bildiri, broşür dağıtmak, afiş poster açmak, meşale yakma ve taşıma, konferans vb. tüm etkinlikler…

İstisnalar

Valilikten yapılan yazılı açıklamada yasağın 28 Eylül 2020 günü saat 23.59’a kadar süreceği belirtildi. Yasakların istisnaları ise şöyle belirlendi:

  • Valilik ve Kaymakamlık Makamının uygun göreceği etkinlikler
  • Kamu kurum ve kuruluşlarının düzenleyeceği, resmi bayram, resmi anma günleri, resmi tören ve kutlamalar ile bu kurumların gelenek ve göreneklere göre yapacakları programlar
  • Spor faaliyetleri ile bilimsel, ticari ve ekonomik amaçlarla yapılan etkinlik ve toplantılar
  • Asgari düzeyde katılım, maske kullanmak ve sosyal mesafe kurallarına riayet edilerek yapılacak basın açıklamaları.

Türkiye’de Koronavirüs: 63 kişi daha hayatını kaybetti, 1.716 yeni tanı

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’de koronavirüs nedeniyle son 24 saatte 63 kişinin daha hayatını kaybettiğini, 1716 yeni vaka tespit edildiğini açıkladı. Böylece toplam ölü sayısı 7 bin 119’a, vaka sayısı 292 bin 878’e yükseldi.
 
Bakan Koca’nın paylaşımı şöyle:
 

“Hastalığın bulaşma hızında tespit edilmiş bir yavaşlama yok. Bugün hastalığa yakalanan 1.716 yeni hastamız var. Kayıplarımızın sayısı 60’tan fazla. Tek tek mücadele edemeyiz ama birlikte galip gelebiliriz. BİRLİKte TEDBİRlere uyalım.”

Türkiye’de ilk koronavirüs vakası 11 Mart’ta tespit edildi. O günden bu yana alınan önlemler kademeli olarak hafifletildi. 1 Haziran’dan itibarense “kontrollü normalleşmeye” geçildi. Normalleşme tablosu şu şekilde: 
 

1 Haziran: 827 vaka, 23 ölüm (31.525 test)
2 Haziran: 786 vaka, 22 ölüm (32.325 test)
3 Haziran: 867 vaka, 24 ölüm (52.305 test)
4 Haziran: 988 vaka, 21 ölüm (54.234 test)
5 Haziran: 930 vaka, 18 ölüm (57.829 test)
6 Haziran: 878 vaka, 21 ölüm (35.846 test)
7 Haziran: 914 vaka, 23 ölüm (35.335 test)
8 Haziran: 989 vaka, 19 ölüm (39.361 test)
9 Haziran: 993 vaka, 18 ölüm (37.225 test)
10 Haziran: 922 vaka, 22 ölüm (36.521 test)
11 Haziran: 987 vaka, 17 ölüm (49.190 test)
12 Haziran: 1195 vaka, 15 ölüm (41.013 test)
13 Haziran: 1459 vaka, 14 ölüm (45.092 test)
14 Haziran: 1562 vaka, 15 ölüm (45.176 test)
15 Haziran: 1592 vaka, 18 ölüm (42.032 test)
16 Haziran: 1467 vaka, 17 ölüm (46.800 test)
17 Haziran: 1429 vaka, 19 ölüm (52.901 test)
18 Haziran: 1304 vaka, 21 ölüm (48.412 test)
19 Haziran: 1214 vaka, 23 ölüm (41.316 test)
20 Haziran: 1248 vaka, 22 ölüm (41.112 test)
21 Haziran: 1192 vaka,23 ölüm (40.496 test)
22 Haziran: 1212 vaka, 24 ölüm (41.413 test)
23 Haziran: 1268 vaka, 27 ölüm (42.982 test)
24 Haziran: 1492 vaka, 24 ölüm (53.486 test)
25 Haziran: 1458 vaka, 21 ölüm (52.303 test)
26 Haziran: 1396 vaka, 19 ölüm (51.198 test)
27 Haziran: 1372 vaka, 17 ölüm (45.213 test)
28 Haziran: 1356 vaka, 15 ölüm (48.309 test)
29 Haziran: 1374 vaka, 18 ölüm (51.014 test)
30 Haziran: 1293 vaka, 16 ölüm (50.492 test)

1 Temmuz: 1192 vaka, 19 ölüm (52.313 test)
2 Temmuz: 1186 vaka, 17 ölüm (49.714 test)
3 Temmuz: 1172 vaka, 19 ölüm (52.141 test)
4 Temmuz: 1154 vaka, 20 ölüm (48.248 test)
5 Temmuz: 1148 vaka, 19 ölüm (46.414 test)
6 Temmuz: 1086 vaka, 16 ölüm (52.193 test)
7 Temmuz: 1053 vaka, 19 ölüm (50.545 test)
8 Temmuz: 1041 vaka, 22 ölüm (49.302 test)
9 Temmuz: 1024 vaka, 18 ölüm (50.103 test)
10 Temmuz: 1003 vaka, 23 ölüm (48.787 test)
11 Temmuz: 1016 vaka, 21 ölüm (48.813 test)
12 Temmuz: 1012 vaka, 19 ölüm (45.232 test)
13 Temmuz: 1008 vaka, 19 ölüm (46.492 test)
14 Temmuz: 992 vaka, 20 ölüm (43.231 test)
15 Temmuz: 947 vaka, 17 ölüm (42.320 test)
16 Temmuz: 933 vaka, 21 ölüm (42.411 test)
17 Temmuz: 926 vaka, 18 ölüm (41.215 test)
18 Temmuz: 918 vaka, 17 ölüm (40.943 test)
19 Temmuz: 924 vaka, 16 ölüm (41.310 test)
20 Temmuz: 931 vaka, 17 ölüm (43.404 test)
21 Temmuz: 928 vaka, 18 ölüm (42.846 test)
22 Temmuz: 902 vaka, 19 ölüm (43.404 test)
23 Temmuz: 913 vaka, 18 ölüm (43.343 test)
24 Temmuz: 937 vaka, 17 ölüm (42.986 test)
25 Temmuz: 921vaka, 16 ölüm (43.312 test)
26 Temmuz: 927 vaka, 17 ölüm (40.016 test)
27 Temmuz: 919 vaka, 17 ölüm (45.283 test)
28 Temmuz: 963 vaka, 15 ölüm (47.412 test)
29 Temmuz: 942 vaka, 14 ölüm (45.712 test)
30 Temmuz: 967 vaka, 15 ölüm (43.236 test)
31 Temmuz: 982 vaka, 17 ölüm (46.492 test)

1 Ağustos: 996 vaka, 19 ölüm (44.846 test)
2 Ağustos: 987 vaka, 18 ölüm (40.287 test)
3 Ağustos: 995 vaka, 19 ölüm (41.301 test)
4 Ağustos: 1083 vaka, 18 ölüm (46.249 test)
5 Ağustos: 1178 vaka, 19 ölüm (53.842 test)
6 Ağustos: 1153 vaka, 14 ölüm (54.494 test)
7 Ağustos: 1185 vaka, 15 ölüm (56.726 test)
8 Ağustos: 1172 vaka, 16 ölüm (63.842 test)
9 Ağustos: 1182 vaka, 15 ölüm (61.446 test)
10 Ağustos: 1193 vaka, 14 ölüm (62.219 test)
11 Ağustos: 1183 vaka, 15 ölüm (61.716 test)
12 Ağustos: 1212 vaka, 18 ölüm (66.892 test)
13 Ağustos: 1243 vaka, 21 ölüm (66.892 test)
14 Ağustos: 1226 vaka, 22 ölüm (70.192 test)
15 Ağustos: 1256 vaka, 21 ölüm (67.214 test)
16 Ağustos: 1192 vaka, 19 ölüm (65.956 test)
17 Ağustos: 1223 vaka, 22 ölüm (74.846 test)
18 Ağustos: 1263 vaka, 20 ölüm (82.318 test)
19 Ağustos: 1303 vaka, 23 ölüm (87.223 test)
20 Ağustos: 1412 vaka, 19 ölüm (92.301 test)
21 Ağustos: 1203 vaka, 22 ölüm (92.227 test)
22 Ağustos: 1309 vaka, 22 ölüm (93.007 test)
23 Ağustos: 1217 vaka, 19 ölüm (80.302 test)
24 Ağustos: 1443 vaka, 18 ölüm (95.943 test)
25 Ağustos: 1502 vaka, 24 ölüm (98.231 test)
26 Ağustos: 1313 vaka, 20 ölüm (100.109 test)
27 Ağustos: 1491 vaka, 26 ölüm (106.111 test)
28 Ağustos: 1517 vaka, 36 ölüm (107.814 test)
29 Ağustos: 1549 vaka, 39 ölüm (101.414test)
30 Ağustos: 1482 vaka, 42 ölüm (91.302 test)
31 Ağustos: 1587 vaka, 44 ölüm (110.102 test)

1 Eylül: 1572 vaka, 47 ölüm (109.443 test)
2 Eylül: 1596 vaka, 45 ölüm (107.927 test)
3 Eylül: 1642 vaka, 49 ölüm (110.225 test)
4 Eylül: 1612 vaka, 53 ölüm (117.113 test)
5 Eylül: 1673 vaka, 56 ölüm (99.497 test)
6 Eylül: 1578 vaka, 53 ölüm (96.842 test)
7 Eylül: 1703 vaka, 57 ölüm (103.925 test)
8 Eylül: 1761 vaka, 52 ölüm (110.565 test)
9 Eylül: 1673 vaka, 55 ölüm (111.193 test)
10 Eylül: 1512 vaka, 58 ölüm (107.702 test)
11 Eylül: 1671 vaka, 56 ölüm (112.213 test)
12 Eylül: 1509 vaka, 48 ölüm ( 98.326 test)
13 Eylül: 1527 vaka, 57 ölüm (96.097 test)
14 Eylül: 1716 vaka, 63 ölüm (112.563 test)

Etik ve estetiğin birlikteliğinden doğan bir kurtuluş yolu: Modada Yavaşlık

Ekonomik krizin pençesinde bir dünya, artan eşitsizlik, işçi cinayetleri, salgın hastalıklar, iklim ve ekoloji felaketleri, günden güne hızla kapana kısınan bir yaban hayatı ve dolayısıyla da insan hayatı.

Ve bütün bu sorunlardan beslenen, onları yeniden üreten ve bizi yokoluş yarışına sürükleyen bir moda sektörü…

Çevremizde olup bitenler yaşamlarımızdaki bir değişim ve dönüşüm ihtiyacının kaçınılmazlığını tekrar tekrar yüzümüze vuruyor. Tasarımcı ve akademisyen Şölen Kipöz ise editörlüğünü üstlendiği ve Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan yeni kitabı Modada Yavaşlık ile bize bu dönüşümün dolaplarımızdan başlayabileceğine işaret ediyor.

Yeni bir dünyaya doğru

Sürdürülebilir ve yavaş tasarım/moda külliyatına hakim, eleştirel ve analitik bakış açısına sahip on bir değerli uzmanın araştırma metinlerinin bir araya gelmesiyle oluşan kitapta yeni bir dünyanın kapıları aralanıyor.

Biz de Şölen Kipöz ile kitabın bize sunduğu dünyayı, yavaş moda üzerine güncel tartışmaları ve gelişmeleri, kendi yavaş moda deneyimini ve salgının moda sektöründeki etkisini konuştuk.

Daha önce de 2015 yılında Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan Sürdürülebilir Moda isimli bir kitaba imza atmıştınız. Yeni kitabınız önceki kitabınızdan farklı olarak bize nasıl bir tartışma sunuyor?

Sürdürülebilir Moda kitabını 2012 yılında açtığım Ahimsa: Giysilerin Öteki Yaşamı adlı sergimi çerçeveleyen kavramsal bir katalog olarak tasarlamıştım. Bu amaçla sergiyi gören farklı disiplinlerden gelen bazı akademisyen dostlarımdan sergiyi okuyarak sürdürülebilir ve etik tasarım/moda anlayışlarını kendi bakış açılarıyla değerlendiren bir metin yazmalarını rica ettim.

Bunun yanı sıra kitapta Ahimsa ve diğer sergilerimin kavramsal metinleri ve röportajların da yer aldığı, daha çok benim kişisel yolculuğum etrafında şekillenen ve sürdürülebilirliği daha çok tüketim bilinci ölçeğinde ele alan bir yayın oldu.

‘Yavaş modanın güncel bir fotoğrafı’

Modada Yavaşlık, daha nesnel ve daha akademik bir üslupla kapsayıcı bir içerik sunuyor. Amacım yavaş moda yazınını güncelleyen uluslar arası bir perspektif sunmaktı ve burada çalıştığım yazarların bir bölümünü kitaptan önce tanımıyordum. Sürdürülebilir ve yavaş moda alanındaki yayınları sebebiyle onlara teklif götürdüm ve içinde ben dahil 11 yazarın hazırladığı araştırma metinleriyle geniş bir bilgi birikimini ve yavaş moda kavramını güncel ve objektif bir bakış açısıyla sunan kaynak bir kitap oluştu.

Kitabın hazırlığının bittiği 2018 Eylül ayı itibariyle Türkiye’de o güne kadar sürdürülebilir, yavaş ve etik moda yapmaya kendini adamış tasarımcılara, markalara ve kolektiflere de yer vererek, bu coğrafyanın bu alanda bir fotoğrafını çekmek istedim. Modada Yavaşlık, daha kolektif bir niteliğe sahip ve öncekine göre sektördeki tasarımcılar tarafından daha büyük bir ilgi gördüğünü söylemem gerekiyor. Bunun bir nedeni sektörel üretim ve tasarım yöntemlerine yer vermesiyse, diğer nedeni bugün konuya yönelik profesyonel bir ilgi oluşması ve buna bağlı olarak oluşan bir bilgi açlığı.

‘Daha eleştirel bakış açısı kazandım’

Sizin bu süre içerisinde sürdürülebilir modaya olan yaklaşımınız değişti mi?

Bu süre içinde sürdürülebilirliğe bakışım gelişti ve daha kapsayıcı oldu diyebilirim. İlk kitapta teorik veya kavramsal olarak değindiğim pek çok şeyi –örneğin sürdürülebilirliğin ekonomik ve endüstriyel boyutunu- bu süre zarfında deneyimleme, projelere ve yayınlara dökme fırsatım oldu. Ayrıca konuya salt övgüyle değil daha objektif ve eleştirel bir bakış açısıyla bakmam gerektiğini fark ettim.

Moda ve yavaşlık terimleri, birbirlerinin karşıtı mı yoksa birlikte var olabilirler mi? Kitap bu soruya nasıl yanıt veriyor?

Bu çok güzel bir soru ve aslında on yıl önce bu konuya el atma isteğim de tam olarak kendime bu soruyu sorarak başladı. 2011 yılından beri Tasarımda Etik ve Sosyal Sorumluluk adında bir yüksek lisans dersi veriyorum, çalıştığım üniversitenin Tasarım Çalışmaları programında.

Bu dersin okumalarından biri olarak keşfettiğim bir makale “Moda+Yavaşlık; Bir Oksimoron mu yoksa gelecek için bir umut mu?” (2008) tartışmasını yavaş modanın ilkeleri ve dünyadaki örnekleri üzerinden açıyordu. Parsons Tasarım Okulu Profesörlerinden Hazel Clark tarafından kaleme alınan bu makale beni çok etkilemiş, sadece uzun zamandır modanın beni rahatsız eden kirli yüzünü tariflememi sağlamakla kalmamış aynı zamanda bu duruma karşı bireysel olarak neler yapabileceğimizi görmemi sağlamıştı.

‘Etik ve estetiğin birlikteliği’

Böylece, neden başka türlü bir moda anlayışı, tasarım üretim ve tüketim biçimi olamıyor diye, giysilerin kullanıcısı, üreticisi ve tasarımcısı olduğum bir süreçte ileri dönüşüm metoduyla tasarım denemelerine başladım. Bunun sonucunda kendi küçük atölyemde bunun mümkün olabileceğini gösteren ve süreci sonuç kadar büyük bir açıklıkla paylaştığım Ahimsa sergisi çıktı.

Buradan çıkardığım sonuç; modanın yavaşlıkla bir arada olabilmesinin etik ve estetiğin bir arada olabilmesinden geçtiği oldu. Bu kitabı hazırlarken Hazel Clark’a bir mesaj gönderdim ve yazının ikinci versiyonunu 10 yıl sonra benim kitabıma yazmak ister mi diye sordum. Kitapta yaşadığı kent New York’taki tasarım hikayeleri üzerinden bu kez daha yavaş bir modanın ana hatlarını çizdi.

‘Sürdürülebilirlik için bir yol sunuyor’

Yavaş moda nedir?  

Yavaş moda sürdürülebilirlik için bir yol ve bir güzergah oluşturuyor. Kitapta ele aldığımız içeriğiyle yavaş moda; niceliğe değil, niteliği önceleyen, duygusal ilişki kurabileceğimiz uzun vadeli, çevreye ve insana duyarlı tasarımlar vaat eden, bu tasarımların döngüye sokulmasındaki üretim tasarım ve tüketim süreçleri arasında sosyal adaleti ve şeffaflığı hedefleyen, küresele karşı yerel ve dağınık ekonomileri güçlendiren, büyüme yerine küçülme ekonomisini, doğrusal yerine döngüsel sistemi, dayanışma kültürünü hedefleyen bir sistem.

Ancak bunların hepsinin bir arada olması bir marka yada tasarımcı açısından büyük mucize olurdu. O yüzden kitap okurlara; farklı yollardan yavaş modanın kapısını açabileceğimiz veya kendi yavaş moda anlayışımızı koşullarımıza göre inşa edebileceğimizi gösteriyor.

Doğaya verdiğimiz zararın etkilerini gerek iklim krizi gerek salgın hastalıklar olarak daha çok görmeye başladıkça ‘sürdürülebilirlik’ kavramı da insanlar tarafından daha çok kullanılmaya başladı.  İrem Yanpar Coşdan tarafından yazılan makalede kimi markaların da bu ilgiyi bir pazar olarak görerek ‘doğa dostu’ yanılsaması yarattıklarından bahsediliyor. 

Peki tüketiciler bunu nasıl ayırt edebilir? Tüketicilikten türeticiliğe nasıl geçilir?  

Sürdürülebilirlikle modanın ilişkilendirilmesi birkaç yıl öncesine kadar idealist bir azınlığın kaygısıydı. İlk kırılma 2013 te Bangladeş’te Rana Plaza iş merkezinde yaşanan felaket oldu. Çalışma koşullarına uygun olmayan bir binada çalışmaya zorlanan 1100 işçi hayatını kaybetti ve pek çoğu sakat kaldı. Bu trajediyi ortaya çıkaran Andrew Morgan’ın belgeseli True Cost ve “Giysilerimi kim yaptı” kampanyasıyla Fashion Revolution aktivist hareketi moda endüstrisindeki sosyal adaletsizliğe dikkat çekti.

Clean Clothes da son derece etkili kampanyalar yürüterek tüketicilerin çalışanlarına adil koşullar sağlamayan firmaları boykot etmelerini sağladı. 2018 sonrası Greta Thunberg’in de etkisiyle başlayan yoğun iklim aktivizmi bu kez moda endüstrisinin yarattığı çevresel sorunlara odaklanılmasına yol açtı. Türkiye gibi pek çok tedarikçi ülkenin temiz üretim yapmaya karar vermesi de bu tarihten sonra oldu. Karbon ayak izi, fosil yakıtların salınımı, doğal su kaynaklarının tüketimi ve kirliliği, üretimde gezegen ve insan sağlığını tehdit eden toksik kimyasallar ve ağır metaller , biyoçözünür olmayan üretim ve tüketim atıkları gibi çevresel konular endüstrinin sorunları haline geldi.

Nitekim 2019’da yapılan G7 zirvesinde Fransız lüks moda devi Kering’in başını çektiği moda anlaşması sektörün öncü aktörlerini moda endüstrisinin okyanuslar, iklim ve biyoçeşitlilik üzerindeki çevresel etkilerini 2050 yılına kadar nötrleme kararı için imza atmaya çağırdı.

‘Sürdürülebilirlik bir opsiyon değil’

Öyle görünüyor ki ayakta kalmak isteyen markalar açısından sürdürülebilirlik artık bir opsiyon değil, benimsenmesi ve uygulanması gereken bir ilke, bir vizyon. Fakat bu uzun bir yol ve artık tüketicilerin bunu yapmadıklarında kendilerini tercih etmeyeceklerini anlayan markalar kısa yoldan “greenwashing” yani “yeşil aklama” yapıyorlar.

Sürdürülebilir hikayesi olan bir koleksiyon hazırlıyor ve reklam harcamalarını bu konuya aktarıyorlar. Tüketicilerin bu markaların şeffaflığını, ürünlerin arkasındaki süreçleri ürünün yaşam döngüsünü anlamaya çalışarak sorgulamalarını öneririm .

Mümkün olduğunca yerel ve yakın tedarik zincirine güvenmeleri gerekiyor. Örneğin Türkiye’de yaşayan birinin Vietnam yada Bangladeş’te üretilen bir giysiyi satın alması tedarik zincirindeki küresel dolaşımın yarattığı çevresel etkiyi ve muhtemel iş gücü sömürüsünü kabullenmesi anlamına gelir. Satın alınan giysinin niteliği bir yana bu ürünle uzun vadeli bir ilişki kurup kuramayacaklarını ve aldıkları giysinin onlara gerçekten yeni bir deneyim vaat edip etmediğini düşünmeleri gerekiyor.

Türetken olabilmeleri ise sisteme dahil olduklarını ve söz sahibi olduklarını hissetmekten geçiyor. Tüketici olarak giysilerin uzun ömürlü, çevreye duyarlı ve adil ticaretle üretilmelerinin yanı sıra, dönüştürülebilme özelliğine oy vermeleri ve kullanıcı olarak onlara iyi bakarak, tamir ederek, takas ederek, dönüştürerek mümkün olduğunca yaşam döngüsünü uzatmalarından geçiyor.

Bireysel bir soru sormak istiyorum. Sizin yavaş moda konseptiyle tanışmanız ve hayatınıza dahil etmeniz nasıl oldu? Nasıl bir arayışın sonucunda gerçekleşti? Hayatınızda neleri etkilediğini düşünüyorsunuz?

2009 yılında moda tasarım stüdyosu dersinde öğrencilerime “Yavaş moda” temalı bir proje vermiştim. Ana akım moda sistemini her zaman sorguladım ve buna alternatif olarak ortaya çıkan kavramsal moda tasarımı hakkında derinleşebilmek için sosyal bilimlerin farklı alanlarından beslenen disiplinler arası moda teorisi alanında uzmanlaştım.

‘Kuşaklararası bilgeliği keşfettim’

Buna paralel olarak etik bir sorgulamaya başladığım için sanırım iz sürerek yavaş moda kavramını keşfettim . Yavaş yemek akımı da o yıllarda çoktan etkisini göstermeye başlamıştı. Bundan birkaç yıl sonra yukarıda da bahsettiğim gibi Hazel Clark’ın makalesinin etkisiyle hazırlamak istediğim serginin bir yavaş moda paradigması olmasını amaçladım. Bu arayış benim hayatımda yepyeni bir sayfa açtı. Kendi hayatıma, aileme, ailemdeki kadınlara daha farklı bakmamı kuşaklararası bilgeliği keşfetmemi sağladı.

Dolabımda onlarca yıldır sakladığım dokunamadığım pek çok kıyafete cesaretle dokunmamı, böylece bende küçük yaşlardan beri biriken tüm becerilerimin ortaya çıkmasını sağladı. Üstelik bunun bu kadar çok insana dokunup bir ileri dönüşüm kültürü başlatacağını düşünmeden ve hedeflemeden sadece kendi yolculuğumu gerçekleştirmek istiyordum.

Belki kitaplarım daha çok insana ulaşıyor ama her yaptığım tasarımla ben o süreçten başka bir Şölen olarak çıkıyorum. Sıradan ama sorumlu bir tüketici olma halinin yada amatörce tasarım yapmanın –çünkü bu işten para kazanmıyorum- akademisyen kimliğimle eğitim vizyonumla, yazdığım makale ve yayınladığım kitaplarla bütünleşmesini önemsiyorum.

Kitabınızın son bölümlerinde sizin, Sedef Acar’ın ve Yüksel Şahin’in oluşturduğu sergiler ile birçok yavaş moda markası da örnek olarak sunuluyor.  

Yavaş modanın inşasında tasarımcıya düşen rol ne? Tasarımcının kararları nasıl etkili olur?

Koleksiyon YOU MADE IT’den ‘Alfabe’

Bu da tabi uzun bir zamandır üzerinde düşündüğüm ve cevabını bulmaya çalıştığım bir soru. Sadece bir tasarımcı değil bir eğitimci ve akademisyen olarak da bu soru bütün kariyerimi meşgul ediyor diyebilirim.Tasarım eğitimine yeni bir vizyon kazandırmam da bu şekilde oldu ve gelişen koşullardan dolayı artık geleceğin sürdürülebilirlik felsefesine yön verecek olan tasarımcılar yetiştirebiliyoruz .

Konunun sektörel anlamda öncelik kazanması ve popüler olmasıyla öğrenci açısından da istenen ve keyif alınan bir hedef haline geldi sorumlu ve etik tasarım.  Sürdürülebilir Moda kitabında da bu kitapta da tasarımcıya oldukça önemli bir rol biçtiğimi düşünüyorum.

Modada Yavaşlık kitabında bu açıdan farklı tasarım örnekleri ve metodlarına yer veriliyor. Gerek akademik ve kavramsal bir bakış açısından, gerek sanatsal ve zanaatsal açıdan ve gerekse bir iş modeli ve sosyal etkisi açısından tasarımın nasıl bir rolü olabileceğine iyi örnekler üzerinden değiniliyor. Yavaş moda tasarım üretim ve tüketim üçgenindeki akışı şeffaf ve döngüsel olarak birbirine bağlamak ve bu süreçte tasarımcının olanak ve sınırları çerçevesinde aldığı kararlar ile şekilleniyor.

Tasarımcının piyasa ekonomisinin bir hizmetkarı olduğu, tüketimi teşvik eden, ürün yöneticisi gibi çalışarak içeriksiz ürünler ve niceliğe yönelik koleksiyonlar hazırladığı bir dönem yaşadık son 20 yılda. Ancak artık yeni bir uyanış olduğunu söyleyebiliriz; hem tasarımcıların bilinçlenmesi ve donanım kazanması açısından, hem üretim koşulları ve beklentilerin değişmesi açısından hem de tüketicilerin etik sorgulamalarla sorumlu seçimler yapma eğilimleri nedeniyle.

Yavaş moda yalnızca kıyafetlerimizi nasıl seçeceğimiz, nasıl üreteceğimiz ile mi ilgili? Bize başka hangi dünyanın kapılarını aralıyor? Nasıl bir ekonomik model vadediyor?

Moda endüstrisinin yarattığı çevresel etkiler ve adil olmayan ticaret koşulları küresel ölçekte işleyen tedarik zincirinin doğrusal ve büyüme odaklı bir gelişme anlayışı üzerine inşa edilmesinden kaynaklanıyor. Küresel moda sadece şeffaf olmayan ve izlenemeyen bir zincir yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomideki arz-talep dengesini alt üst ederek ve gereğinden fazla giysiyi piyasaya sürerek sadece giysileri değersizleştirmiyor, aynı zamanda hızlı modanın döngüsüne ayak uydurabilmek için olabildiğince ucuza mal ederek giysilere yönelik talebi artırmaya çalışıyor. Bunun bedelini kirletilen gezegen ve sömürülen iş gücü ödüyor.

‘Giysilerin beşte biri satılmadan atık haline geliyor’

Her yıl üretilen 150 milyara yakın giysinin yaklaşık  yüzde 20’si satılamadan atık haline geliyor. Üstelik doğrusal üretim hattında hiçbir hatanın tamiri mümkün olmadığından üretim bandında defolu ürünler, kullanılmayan  malzeme ve kaynaklar da atık olarak dışarı çıkıyor.

Yaygın ekonomi modelinde güvenilir bir ölçüt olarak kullanılan ‘gayrisafi milli hasıla’ da bozuk bir kalkınma modeline işaret ediyor, çünkü bu ölçüt fayda sağlamayan pek çok üretilmiş mal ve hizmeti de meta olarak kabul ederken bu üretimlere yapılan harcamaların ekolojik tahribat üzerindeki etkisini ölçmüyor, yani sürdürülebilir bir büyüme modeli açısından güvenilir bir ölçüt olamıyor.

Yavaş ve sürdürülebilir bir tedarik zincirinin kapalı devre çalışması yani süreçteki tüm kullanılan ve aktarılan kaynakların dışarı salınmadan döngü içerisinde verimli kullanılabilmesi , kendi kendini yenileyen gerektiğinde ardışık döngüler yaratabilen bir kaynak oluşturması hedefleniyor. Bunun geri-dönüşüm ekonomisinden farkı çöpe atılan ve dönüştürülecek hiçbir atık yaratmaması. Üretimde izlenebilecek başka bir yol ise küresel ekonomi yerine yerel ve dağınık ekonomi modeline, büyüme ekonomisi yerine küçülme ekonomisine yönelmek.

Bunun gerçekleşmesinde tüketim modellerinin de yeniden inşa edilmesi önemli ; Gandhi’nin ‘kendine yeterlilik’ ilkesi ve Amerikalı aktivist ve naturalist Henry David Thoreau’nun önerdiği ‘mülkiyetsizlik’ ilkesi bu konuda yol gösterici olabilir. Döngüselliği destekleyen işbirlikçi ve dayanışmacı ekonomi modeli yaygın moda sisteminin dayattığı üret-kullan-at modeli yerine, ikinci el, yeniden satış, ileri dönüşüm, takas ve kiralama gibi tüketim biçimlerini gündeme getirebilir. Böylece döngüye daha az sayıda giysi sokarak düşündüğümüzden daha fazla insanın giyinme ihtiyacını karşılayan daha yavaş bir moda sistemi yaratabiliriz.

‘150 milyara yakın giysinin yaklaşık  yüzde 20’si satılamadan atık haline geliyor.’

Kendimden yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Çok kıyafeti olan veya modayı yakından takip eden birisi değilim. Ancak buna rağmen normalde bir sene giydiğim kıyafet ertesi yıl gözüme kötü görünmeye başlar. Bu sene koronavirüs sebebiyle evde geçirdiğim günlerin ardından yazlıklarımı çıkardığımda şunu fark ettim ki dolabımdaki kıyafetlerim hala gözüme güzel geliyor.

Sizce koronavirüs salgını modanın hızını nasıl etkiledi? Siz salgın ve moda arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?

Moda o kadar güçlü ve etkili iletişim mekanizmalarına sahip ki ne kadar bilinçli olursak olalım hiçbirimiz onun rüzgarıyla savrulmaya direnemiyoruz. İktisadi mantığı sürekli değişimi gerektirdiğinden yapay eskitme metodunu kullanıyor pazarlama becerisiyle. Dolayısıyla siz dolabınızda yeni olan giysinin pek çok muadili varken, yenisiyle karşılaştığınızda elinizdekilerin yeterince iyi olmadığını düşünüyorsunuz. Bunu yapabilmesinin tek nedeni ihtiyaçlar değil arzulara yönelik çalışması.

Etik ve sürdürülebilirlikle ilgili kaygılar modanın bu arzu nesnesi yaratması ve sürekli tüketimi teşvik etmesi halini sorgulamaya başlamamıza neden oldu. Korona virüsüyle evlere kapanan, sosyal mesafeli, izole ve dijitalleşen yaşamlarımız bizi önceliklerimiz konusunda düşünmeye çağırdı. Bizim için bir yıl öncesinde hayalini kurduğumuz bir arzu nesnesinin şu anki ihtiyaçlarımıza cevap vermediğini gördük. Mart ayından bu yana özene bezene seçtiğimiz deri ayakkabılarımızdan ve çantalarımızdan hiçbirini kullanamadık örneğin.

Alman sosyolog Rene Koning “Arka odalar için moda yoktur, moda göstermek ve gösterilmek için vardır” demişti. Bu açıdan bu dönem modanın tam olarak baskılandığı ve geri plana itildiği bir dönem oldu tüketiciler için. Yaşanılan endişe ve hayati kaygılar bize dolabımızdaki kıyafetlerin eskimesinden daha önemli sorunlar olduğunu hatırlattı.

‘Moda bir iyileşme sürecine girecek’

Moda sektöründeki ekonomik daralmayla birlikte kötümser ve “almak istemiyorum” tüketici tavrı zorunlu bir yavaşlamayı getirdi. Güçlü markalar için bu yavaşlayarak sürdürülebilir bir yeniden yapılanmayı doğururken, pek çok tasarımcı sezonsuz koleksiyonlar üretmekten, ellerinde kalan stokları yeniden pazarlamaktan ve ileri dönüşümle döngüsel bir tasarım sistemi yaratmaktan söz etmeye başladı.

Aslında salgın modayı yavaşlatmadı, daha çok “pause” tuşuna basarak durdurdu diyebiliriz , ve, bu bittiğinde belki pek çok firma “play”e basamayacak ve tedarik zincirinin diğer ucundaki işçiler belki açlıkla mücadele etmek zorunda kalacaklar .

Moda bir iyileşme sürecine girecek; bu süreçte hedefi sadece sürdürülebilir bir moda sistemi yaratmak değil , hayatı sürdürülebilir kılan bir moda sistemi yaratmak olacak. Bu anlamda salgın modanın karakterini ve personasını insanlığın ve gezegenin de iyileşmesi yönünde değiştirdi diye düşünüyorum.

Kolektif bir çabanın ürünü

Şölen Kipöz’ün editörlüğünü yaptığı “Modada Yavaşlık” adlı kitaba farklı ülke ve kültürlerden 11 yazar araştırma yazıları ile katkı koyarken aynı zamanda Türkiye’de yavaş modanın gelişimine öncülük eden tasarımcı , marka ve sivil oluşumlara da yer veriliyor.

Yazarlar arasında Alastair Fuad-Luke, İrem Yanpar Coşdan, Hazel Clark,Alex Esculapio, Duygu Atalay,  Erica de Greef, Şölen Kipöz ,Alice Payne, Yüksel Şahin ve Sanem Odabaşı,  Nesrin Türkmen ve Otto Von Busch yer alıyor.

Kitapta, Sedef Acar, Gönül Paksoy, Selçuk Gürışık , Öykü Özgencil, Nazlı Çetiner Serinkaya, Edipcan Yıldız, Özge Horasan, Hatice Gökçe ve Gülin Ölçer‘den oluşan tasarımcıların çalışmaları sunuluyor.

Örnek olarak ise Circuit İstanbul, Giysi Takası, ,Temiz Giysi Kampanyası, Sürdürülebilir Moda Platformu oluşumlarına yer veriliyor. Kitabın yayına hazırlanma sürecinde emeği geçen isimler ise şu şekilde:

İngilizce metinleri Türkçeye kazandıran Şakir Özüdoğru, illüstrasyonları hazırlayan Kardelen Aysel, yayınevi editörleri Aytaç Timur ve Akif Pamuk, grafik tasarımda İrem Derya ve kapak tasarımını gerçekleştiren Carlotta Nataro.

TTB’den yurt genelinde eylem çağrısı: Yönetemiyorsunuz! Ölüyor, Tükeniyoruz!

Türk Tabipleri Birliği (TTB) koronavirüs salgınında artan vaka sayısına dikkat çekmek ve yaşamını yitiren meslektaşlarını anmak için tüm sağlık çalışanlarını 14-18 Eylül tarihlerinde yapılacak eylemlere katılmaya çağırdı.

TTB, yazılı açıklamasında “Suçu vatandaşa, yükü hekimlere ve sağlık çalışanlarına yıkanların tarihsel sorumluluğunu her gün ama her gün hatırlatmaya devam edeceğiz” dedi.

Hayatını kaybedenler için siyah kurdele

Hafta boyunca her gün yapılacak etkinliklerde hekimlerin ve sağlık çalışanların koronavirüs salgınındaki durumunu, taleplerini, beklentilerini ve salgındaki vahim tabloyu yansıtan güncel sosyal medya kampanyaları düzenleneceği belirtildi.

Eylem kapsamında sağlık kurumlarında ve tüm yaşam alanlarında, siyah kurdele takılarak salgın nedeniyle hayatını kaybedenler anılacak. Siyah kurdele içerikli afişler hastane odalarına, eczanelere, binaların dış cephelerine, oda pencerelerine ve “hayatın her mekanına” asılacak.

Bir dakikalık saygı duruşu

Açıklamada eylemlerin kapsamı şu şekilde ifade edildi:

15 Eylül Salı günü bütün illerde Tabip Odası Yönetim Kurullarının bulundukları şehrin büyüklüğüne göre ayrı ana güzergahlar belirleyerek, “maske-siperlik-tulum ya da tam beyaz” donanımla ve ellerinde #YönetemiyorsunuzTükeniyoruz yazılı tek bir “büyük dövizle” her şehir (17.30-20.00) kendi arasında belirleyeceği bir saatte belirlenen hat boyunca tek kişilik bir yürüyüş gerçekleştirecek, bitiş noktasında fizik mesafeye dikkat edilerek toplu karşılama yapılacak ve orada açıklama yapılacak, yapılabilen illerde bu etkinlik Cuma gününe kadar devam ettirilecek,

17 Eylül Perşembe günü saat 12.30’da hastaneler ve bütün sağlık kurumlarında yitirdiğimiz hekimler ve sağlık çalışanlarının anısına, diğer işyerleri ve her yerde bugüne kadar resmi olarak Covid-19 vefatı kabul edilen ve resmi Covid-19 kayıtlarında görülmese de bu dönemde “bulaşıcı hastalıktan” vefat eden onbinlerce yurttaşımızın anısına bir dakikalık saygı duruşları için bütün diğer kurumlara ve kamuoyuna çağrı yapılacak.

Dışarda yemek bulaş oranını arttırıyor

ABD merkezli bir araştırmaya göre, dışarıda yemek Covid-19’a yakalanma riskini arttırıyor. Federal hükümete bağlı Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’nce (CDC) yapılan araştırmada, Covid-19 tanısı almış kişilerin,  hastalanmadan önceki 14 gün içinde bir restoranda yemek yemiş olma oranının, diğerlerine göre iki misli yüksek olduğu görüldü.

Araştırmada, ABD’deki 11 sağlık merkezinde 1 Temmuz-29 Temmuz arasında toplanan veriler incelendi. 154 pozitif hasta, 160 kontrol hastasının verilerinin incelendiği çalışmada, negatif ve pozitif kişilerin salgın sürecindeki davranış şekilleri karşılaştırıldı.

Negatif ve pozitiflerin dışarda yeme oranında belirgin fark

Kalabalık yerlerde maske taktığını, alışverişe çıktığını veya spor salonu ve kuaför gibi yerlere gittiğini söyleyenlerin oranları pozitif ve negatiflerde benzer çıktı. Araştırmaya katılan pozitiflerin yüzde 71’i, negatiflerin de yüzde 74’ü maske taktığını söyledi. Son 14 günde spor salonu, kuaför veya ibadethaneye gittiğini söyleyenlerin oranı birbirine yakın çıktı, ancak pozitif ve negatif kişilerin restorana gidip yemek yeme oranlarında belirgin bir ayrışma görüldü.

Araştırmada, “SARS-CoV-2 pozitif olan yetişkinlerin bir restoranda yemek yemiş olma oranı, negatif çıkanlara kıyasla iki kat daha fazla” denildi. Araştırmacılar, Covid-19 riskinin restoranda artmasını, yemek yemek için başkalarının bulunduğu bir ortamda maskelerin çıkarılmasına bağladı.

İran, uranyum zenginleştirme ve saklama kapasitesini artırdı

ABD’nin nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklamasının ardından anlaşma gereği aktivitesini kısıtladığı santrallerdeki faaliyetlerini artıran İran, son olarak Fordow uranyum zenginleştirme santralindeki 1044 santrifüjün aktif olduğunu duyurdu.

İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, İran parlamentosunun haber ajansı ICANA’ya yaptığı açıklamada “Fordow’da şu an 1044 santrifüj, zenginleştirme çalışması yapıyor” dedi.

BBC Türkçe’nin aktardığına göre Salihi, “1044 makinenin zenginleştirme yapmayacağına dair nükleer anlaşmaya bağlıydık, ancak anlaşmanın iptal edilmesiyle birlikte ihtiyaç oldukça bunu yapacağız ve zenginleştirilmiş materyali de saklayacağız” ifadelerini kullandı. 

Faaliyet Kasım 2019’da başladı

Tahran yönetimi, Fordow’daki uranyum zenginleştirme programının yeniden başladığını Kasım 2019’da duyurmuştu.

Kutsal mekanların bulunduğu Kum şehri yakınlarındaki yer altı santrali Fordow’daki zenginleştirme faaliyetlerinin durması, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın şartlarından biriydi. ABD, anlaşmadan Mayıs 2018’de çekilmiş ve İran’a tek taraflı yaptırımları yeniden uygulamaya koymuştu.

Fordow santralinin uydu görüntüsü

Anlaşmanın tarafı olan diğer P5+1 ülkeleri (Almanya, Fransa, İngiltere, Çin, Rusya) ise İran’ın anlaşma şartlarından çekilmemesi için müzakereler yürütmüştü.

Anlaşmaya uyma çağrısı

Kasım ayındaki açıklamanın ardından İngiltere, Fransa, Almanya ve Avrupa Birliği; Fordow’daki aktivitelerin yeniden başlamasının 2015’te imzalanan anlaşmanın ihlâli anlamına geleceğini açıkladı ve Tahran’dan anlaşmaya uymasını istedi.

Tahran ise yaptırımların sona ermesi ve anlaşmanın getireceği ekonomik beklentilerin gerçekleşmesi halinde anlaşmaya yeniden uyacağını söylüyor.

Çivril’de yaşayan çiftçiler: Ürünleri satamıyoruz, eşten dosttan borç alıyoruz

CHP Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Denizli’nin ilçesi Çivril’de üreticilerin sıkıntılarını ve pandemi nedeniyle yaşadıkları zorlukları dinledi.

Çivril’in Gürpınar, Karalar, Emirhisar ve Haydan mahallelerinde köylüleri ziyaret eden Karaca, tarlalara ve kahvehanelere giderek vatandaşların şikayetlerini not aldı.

‘Borçlar faizleriyle birlikte bekliyor’

Karaca’ya konuşan Çivrilli bir çiftçi, 20 dönüm yerden on ölçek nohut alabildiğini söyledi ve ürünlerini satamadığından yakındı:

12 bin liraya aldığımız hayvanları yedi sekiz bine satacağız da aldığımız borçları ödeyeceğiz… Borçlar faiziyle birlikte bekliyor. Bankadan kredi çekiyoruz, eşten dosttan borç alıyoruz, elektrik faturalarını ödeyemiyoruz. Bizim yapacak bir şeyimiz yok, gidecek yerimiz yok…

Çiftçiye mazot desteği verseler, maliyetler düşse çiftçi üretebilir.

‘Seçimi kazandılar, sözleri unuttular’

AKP’li vekillere telefonla ulaşmaya çalıştıklarını söyleyen bir köylü, köyün susuzluk çektiğini, nohutun tohumunun kilosunu beş liraya aldıklarını ve şimdi iki liraya dahi satamadıklarını söyledi. Gübre mazot ve sulama için elektrik masrafı da yaptıklarından yakınan köylü, vekillerin seçim vaadlerini yerine getirmediğini ifade etti:

Çivril Belediyesi yerel seçimden üç dört gün önce mahallemize taşları yığdı. Seçim biteli 1,5 yıl oldu. Kazanınca taşları döşemesini unuttu. Söz verilen yerlere hala asfalt dökülmediğini sizler aracılığıyla duyurmak istiyoruz.

Gürpınar’da ayçekirdeği tarlalarını ziyaret eden Karaca’ya ithal çekirdek nedeniyle yaşadıkları sıkıntıları anlatan kadınlar ise “Yurtdışından çekirdek ithal edeceklerine yerli üreticiyi desteklemeliler, bizler emeğimizin karşılığını almalıyız” dedi.

Komedi Yaban Hayatı Fotoğrafçılığı yarışmasının 2020 finalistleri açıklandı

2020 Komedi Yaban Hayatı Fotoğrafçılığı Ödülleri‘nin finalistleri açıklandı. Jüri tarafından yapılan açıklamada “Bu yılki başvuru sayısı ve içerikler bizi şaşkına çevirdi. Daha önce hiç bu kadar çok ve bu kadar kaliteli başvurumuz olmamıştı. Şimdi jüri saatler süren eleme, puanlama ve seçme süreci sonucunda karar verecek” denildi.

Her yıl düzenlenen yarışmanın kazananları 22 Ekim tarihinde açıklanacak ve ödüller büyük bir olasılıkla çevrimiçi düzenlenen bir tören ile sahiplerini bulacak. Yarışmanın finalistleri ise şu şekilde:

Sürpriz gülümsemeler (Surprise smiles)

Fotoğraf: Asaf Sereth (Kenya)

Yarış (The race)

Fotoğraf: Yevhen Samuchenko (Hindistan)

Güneşi selamlama sınıfı (Sun salutation class)

Fotoğraf: Sue Hollis (Galapagos Adaları)

Çok sıcak (So hot)

Fotoğraf: Wei Ping Peng (Japonya)

Maymun işi (Monkey business)

Fotoğraf: Megan Lorenz (Malezya)

Neredeyse kalkma zamanı (Almost time to get up)

Fotoğraf: Charlie Davidson (ABD)
Fotoğraf: Luis Burgue (Arjantin)

Ağıt (Lamentation)

Fotoğraf: Jacques Poulard (Norveç)

Gülmek (Having a laugh)

Fotoğraf: Jacques Poulard (İskoçya)

Saklambaç (Hide and seek)

Fotoğraf: Tim Hearn (İngiltere)

 

Gülen yüz (Smiley)

FotoğraF: Arthur Telle Thiemann (Kanarya Adaları)

Cidden, biraz paylaşır mısın? (Seriously, would you share some?)

Fotoğraf: Krisztina Scheeff (İskoçya)

Alaycı kuş (It’s a mocking bird)

Fotoğraf: Sally Lloyd-Jone (İskoçya)

Sosyal mesafe lütfen (Social distance, please)

Fotoğraf: Petr Sochman Sri Lanka)

Kirazlı’dan sonra şimdi de Halilağa: Kazdağları yine hedefte

Alamos Gold‘un Kirazlı Altın Madeni Projesi nedeniyle kazılarak “altı üstüne getirilen” Kazdağları, şimdi de Bayramiç’te faaliyete geçirilmek istenen Halilağa Bakır Madeni‘nin projesiyle karşı karşıya.

15.09.2020 tarihinde yapılması planlanan Çevresel Etki ve Değerlendirme (ÇED) Halkı Bilgilendirme Toplantısı öncesinde proje hakkında açıklama yapan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Kazdağları için tehlikenin devam ettiğini vurguladı.

Ataç, Halilağa projesi maden alanının, anıt ağaç niteliğinde asırlık ağaçları ve dünyada sadece Kazdağları’nda yaşayan Kazdağı göknarlarını içinde barındıran ormanlarla birlikte nadir bitki türleri ve canlı çeşitliliğini yutacağını belirtti.

‘Sorumluluk hissediyoruz’

Projenin Kazdağları ormanları ve birinci sınıf tarım toprakları üzerinde yer aldığını ve uygulanması halinde en az üç köyü yutacağının tahmin edildiğini belirten Ataç, projenin uzun zamandır şiddetli kuraklıklarla mücadele eden bölgede, Kazdğları’nın sularına da ortak olacağını ifade etti.

Ataç ayrıca Nisan 2019’da yayımlamış oldukları “Kazdağları Yöresi’nde Madencilik Raporu”na da dikkat çekti:

Raporumuz, Halilağa Maden Projesi’nin de yer aldığı Çanakkale’de; Çan ilçesinin yüzde 75’inin, Bayramiç’in yüzde 62’sinin, Ezine’nin yüzde 53’ünün, Lapseki’nin yüzde 47’sinin ve Yenice’nin ise yüzde 44’ünün madenlere ruhsatlı olduğunu ortaya koyuyor.

Ruhsatların her geçen gün hayata geçmek için başvurulara dönüştüğüne hep birlikte tanıklık ediyoruz.

Büyük bir endişeyle “Çanakkale’yi nasıl bir kader bekliyor?” sorusunu yetkililere sorma sorumluluğu hissediyoruz.

Halkın tepkisi nedeniyle başlamamıştı

Bölgenin büyük maden projelerinden biri olan “Halilağa Bakır Madeni Projesi” 2019 yılında büyük bir tepkiyle karşılanan Kirazlı Altın Madeni ve onun diğer ayağı olan Ağı Dağı Altın Madeni projelerinin ortasında yer alıyor. Üç projenin hayata geçmesi, Kazdağları’nda 19 bin futbol sahası (13 bin 500 hektar alan) büyüklüğünde bir maden alanının oluşmasına yol açacak. Projeler; bölgenin su varlıkları, toprağı ve tarımsal üretimi ile birlikte Kazdağları’nda binlerce yıllık bir kültürü de tehdit ediyor.

Kamuoyuna bakır madeni projesi olarak sunulsa da, aynı ruhsat alanı için 2012 yılında “Halilağa Altın Madeni Projesi” ismiyle ÇED süreci yürütülmüş ve ÇED olumlu kararı alınmış; ancak yöre halkının tepkisi nedeniyle, proje bugüne kadar hayata geçememişti.

’10 kişiden dokuzu sokağa çıkma yasağı istiyor’

Ipsos araştırma şirketi koronavirüs salgını tedbirleri kapsamında halkın sokağa çıkma yasağına nasıl baktığına ilişkin bir anket hazırladı.

Anket sonuçlarına göre vatandaşların yüzde 87’si sokağa çıkma yasağı uygulamasını destekliyor. Desteklerin büyük bölümü uygulamanın il bazında değil tüm Türkiye’de uygulanması gerektiği kanısında. Sokağa çıkma yasağına karşı çıkanlar ise sadece yüzde 5 ile sınırlı.

Yüzde 50 toplu taşıma kullanıyor

Ipsos’un Milliyet gazeteci için derlediği araştırmada insanların salgın sürecindeki ulaşım tercihlerine dair de sorular yöneltildi. Buna göre toplu taşıma araçlarından en az birini çok sık veya bazen kullananların oranı yüzde 51 seviyesinde, diğer bir ifadeyle her 2 kişiden birisi toplu taşıma kullanıcısı.

Vatandaşların yüzde 43’ü kendisini toplu taşımada hiç rahat hissetmediğini, yüzde 34’ü ise pek rahat hissetmediğini söyledi. Toplu taşımaların kalabalık olması gibi nedenlerden ötürü virüs bulaşma ihtimalinin yüksek olması vatandaşları tedirgin ediyor.

Yüz yüze eğitim

Araştırmada ebeveynlere yüz yüze eğitim olması durumunda çocuklarını okula gönderme eğilimleri de soruldu.

Okul çağındaki her bir çocuk için alınan 10 cevaptan altısı ‘Gönderirim’, ikisi ‘Göndermem’, diğer ikisi ise ‘Okula gönderip göndermeyeceği konusunda kararsızım’ şeklinde oldu.