Kategoriler: Röportaj

Özgür Uçkan: “İnterneti sansür girişimi olan SOPA yasası geçerse, tüm dünya Çin’e benzeyecek”

Dr. Özgür Uçkan

İnternete küresel bir sansür mi geliyor? Önceki gün Wikipedia’nın bir günlüğüne kendisini kapatmasına ve başka web sitelerinin de katıldığı ciddi bir protesto hareketine sebep olan SOPA yasa tasarısı üzerine Türkiye’de konuyu en bilen isimlerden birine, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi ve Alternatif Bilişim Derneği üyesi Dr. Özgür Uçkan’la konuştuk. Uçkan bize konuyu bütün ayrıntılarıyla anlattı. Söz konusu yasa tasarısı geçerse, Tahrir’den Wall Street’i işgal hareketine kadar küresel isyan hareketlerinin örgütlendiği ve bilgiye ulaşmanın demokratikleşitiği internet mecrası tamamen devletlerin ve şirketlerin kontrolüne geçebileceği anlaşılıyor. Ama bu sansür çabasına karşı tepki de tezgahlayanlara geri adım attıracak kadar büyük ve örgütlü görünüyor. Yeşil Gazete olarak “internetime dokunma” diyerek, Özgür Uçkan’a kulak veriyoruz.

SOPA nedir? Bu SOPA’nın ucu kime dokunur?

SOPA, telif koruması adına yola çıkan, fakat haddini fazlasıyla aşan bir yasa tasarısı. İlgili bir yazımda yasa tasarısını şöyle açıklamıştım:

“SOPA’ya duyulan tepkinin başlıca nedenleri şunlar: ABD Anayasası’nın 1. maddesini ihlal ederek ifade özgürlüğüne kast etmek; kara listeler hazırlayarak, internet hizmet sağlayıcılarını sürece zorla dahil ederek internet sansürüne yol açmak; erişim hizmetlerini sekteye uğratmak; internet endüstrisine onulmaz zararlar vermek; özgür yazılım hareketini engellemek; kullanıcıların birer yayıncı haline geldiği web 2.0 yapısını sakatlamak; internet güvenliği konusunda ciddi zaaflar oluşturmak ve DPI gibi teknolojilerle mahremiyet ihlallerini kolaylaştırmak; korsanlığı önlemekte etkisiz kalmak; yasamanın demokratik şeffaflık ilkesini ihlal etmek; telif hakkı lobilerinin müphem çıkarlarını insan haklarının önüne koşarak yasamayı yozlaştırmak; ABD hukuksal yetkisini küreselleştirerek ülkelerin hukuksal bağımsızlığını tehdit etmek… Yeni paradigmaya uymadıkları için atıl hale gelen ve büyük kısmı haksız olan kazançlarının buharlaşmasını önlemek adına internetin sonunu getirebilecek bir adım atan telif hakkı lobileri, bu kez kendilerinden çok daha büyük bir ekonominin tekerine SOPA soktu. Nitekim SOPA kırıldı, şimdi tasarıyı sulandırıp yeniden şanslarını deneyecekler.” (Özgür Uçkan, “Yeni ekonominin tekerine SOPA sokmak”, BThaber, S:854 )

SOPA’nın ucunun kime dokunacağını da yine bir yazımda şöyle konumlamıştım:

“Yasa taslağı ABD Adalet Bakanlığı’nın ve telif hakkı sahiplerinin yasal yetkilerini neredeyse uçsuz bucaksız bir biçimde genişletiyor ve daha da vahimi, bu yetkileri uluslararası hukuk kurallarını çiğneyecek bir biçimde küreselleştiriyor. Böylece, sadece telif hakkını ihlal edeni değil; bu ihlali “kolaylaştıran” siteleri de engelleyebilecekleri bir mekanizma yaratılıyor: Yani sadece link vermek bile kapatılmak ve reklam ağlarından dışlanıp, Pay Pal gibi ödeme sistemlerindeki paralarınıza el konulması için yeterli. Üstelik bu taslak, sadece telif hakkı sahiplerinin değil; bu yayınlardan zarar gördüğünü iddia eden herhangi bir hizmet sağlayıcının da davaya dahil edilmesini mümkün kılıyor. Taslak, özellikle ABD dışındaki siteleri hedeflediği için ABD’nin hukuksal yetkisinin ölçüsüz biçimde genişletilmesi sonucunu doğuruyor ve bu özelliğiyle diğer ülkelerin hukuksal bağımsızlığına da bir tehdit oluşturuyor. (…)

Yasa, karşıtları tarafından “bildiğimiz haliyle internetin ölümü” olarak adlandırılıyor. Bunun “Büyük Amerikan Ateş Seddi” olacağı dile getiriliyor Çin’e referansla. Ama her durumda, bu SOPA’nın ucunun hepimize dokunacağının farkında olmamız gerek. Bu girişim ABD hukukunun tüm dünyaya dayatılmasından başka bir şey değil. Çünkü alan adı sağlayıcının ABD hukukuna tabi bir yerleşimde bulunması yasanın uygulanması için yeterli. Bilindiği gibi bütün “com”, “org” ve “net uzantılı alan adları ABD’de yerleşik şirketler tarafından kayıt altına alınıyor. Yasa çıkarsa, internet sitenizin veya herhangi bir internet paylaşımınızın bu düzenleme çerçevesinde engellendiğini, hatta daha ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kaldığınızı görebilirsiniz. ” (Özgür Uçkan, “SOPA’nın ucu hepimize dokunacak!” – Gennaration, 9 Ocak 2012)

 

“Bir şekilde interneti kontrol etmek istiyorlar”

 

Türkiye’deki  internet sansürü uygulamaları ile ne tür bir ilişkisi var?

SOPA’nın oluşturduğu kara listelerle bir sansür girişimi olduğu açık. Son dönemde devletler internetin kendi iktidarlarına karşı bir tehdit olduğu algısını geliştirmiş durumdalar. Bunda Arap Baharı ile başlayıp, Avrupa’daki Öfkeliler Hareketi ile genişleyip, “Wall Street’i İşgal Et” (OWS) hareketiyle de küreye yayılan isyan hareketlerinin ve bu hareketlerde internet kullanımın büyük rolü var. Bir şekilde interneti kontrol etmek istiyorlar, ama bunu tam olarak da başaramıyorlar.

Bu durum Türkiye için de geçerli. Ama Türkiye gerçek bir demokrasi olmadığı ve sansür çok eski bir devlet refleksi olduğu için, iktidarlar bu konuda çok daha rahat davranıp hak ve özgürlükleri alenen çiğnemekten kaçınmıyor. ABD’de veya Avrupa ülkelerinde bu denetim ve düzenleme çabası daha “kitabına göre” yapılıyor. Ciddi tepki alınca da çark ediliyor. Londra isyanından sonra sosyal medyayı kontrol etmeye soyunan İngiltere Başbakanı David Cameron tepkiyi görünce tükürdüğünü yalamak zorunda kalmıştı. Nitekim SOPA da aynı kaderi yaşıyor. Tepkinin büyüklüğü Obama yönetiminin tasarıdan desteğini çekmesiyle sonuçlandı.Şimdi Lobiler yasayı sulandırıp tekrar deneyecek şanslarını.

Bizde ise, anayasaya açıkça aykırı 5651 internet sansür yasası gibi bir düzenleme iktidarıyla muhalefetiyle elbirliği içinde geçiriliyor. Tepkilere hiç bakılmıyor. BTK’nın hiç bir AB ülkesinde benzeri bulunmayan devlet eliyle merkezi internet filtresi /sansürü tepkiler sonucunda bir miktar sulandırılıyor (Bu uygulamaya karşı Türkiye’nin her yerinde on binlerce insan sokağa çıktı), ama özü aynen korunuyor. Bu da yetmedi, şimdi de internete basın kanunu uygulamaktan, sosyal medyayı sansürlemekten söz ediyorlar. Bu işler demokratik ülkelerde usulüne göre yapılıyor ve kullanabileceğiniz sivil mücadele mekanizmaları var. Burada ise tamamen antidemokratik bir baskıyla karşı karşıyayız. İnternet deyince bizim ligimiz 2007’den, yani 5651 çıktığından beri belli zaten: Çin, İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerle aynı yerdeyiz ve sansürün dibine vurmuş durumdayız!

Aslında SOPA benzeri bir yasa tasarısı Türkiye’de zaten var: Yeni Fikir ve Sanat Eserleri Kanun Tasarısı’nın internet ile ilgili maddeleri. Hatta bu maddeler SOPA’dan da beter. Çünkü Fransızların “three strikes-out” adı verilen, yasaya aykırı kullanımda kullanıcının internet erişimini kesme gibi ifade, iletişim ve haberleşme özgürlüğüne toptan aykırı cezalar içeren HADOPI yasasının bir çevirisi bu. Şimdi SOPA (ve PIPA – Protect IP Act) filan derken ondan da esinlenip kara listeler filan da koyarlar tasarıya!

ABD meclisine sunulan bu yasa teklifinin destekçileri kimler? Hangi gerekçeyle destek oluyorlar?

SOPA, geçen yıl Kongre’den geri dönen COICA’nın (Combating Online Infringement and Counterfeits Act – Çevrimiçi Telif Hakkı İhlalleri ve Taklitlerle Mücadele Yasası’nın) ısıtılıp yeniden piyasaya sürülmüş hali… Başta Hollywood olmak üzere telif hakkı lobileri tarafından desteklenen Temsilciler Meclisi üyesi Lamar Smith ve “12 arkadaşı” tarafından gündeme getirildi. Bu arada, telif hakkı lobisi mensubu şirketler ve buradan para kazanan danışmanlık şirketlerinin yanı sıra yasayı destekleyen (başta Microsoft ve BSA’sı -Business Software Alliance- olmak üzere) birçok teknoloji şirketi de var. Ama SOPA’yı destekleyen teknoloji şirketlerine karşı  kullanıcıların boykot kampanyaları bir çok şirkete geri adım arttırdı ve desteklerini çekmek zorunda kaldılar. (Şurada yasanın destekçilerinin tam bir listesine ulaşmak mümkün)

Yasanın destekçileri, bunu internette korsan paylaşımı tamamen önlemek adına yaptıklarını, böyle telif haklarından beslenen endüstrinin tekrar canlanacağını, bunun da ek istihdam sağlayacağını ileri sürüyorlar. Ama yasayı eleştiren birçok kişi, bu yasanın internete vereceği zararlar bir tarafa korsan paylaşımını engellemekte tamamen yetersiz kalacağını, çünkü telif hakkı ihlallerinin yüksek oranda gerçekleştiği internet alanlarının yasa uygulayıcılarını by-pass edecek önlemlere teknik olarak sahip olduklarını, telif hakkı kavramını aşırı biçimde genişleten yasanın bu hakkın uygulanmasını zora sokacağını ileri sürüyorlar. Telif haklarının önde gelen savunucularından The Heritage Foundation bile yasa tasarısından desteğini çekti ve bu tasarının ifade özgürlüğüne bir saldırı olduğunu açıkladı.

Yasanın telif hakkı temelli sektörlerin (“yaratıcı endüstrilerin”) durumunu düzelteceği iddiası ise tam bir aldatmaca. Zira bu endüstrilerin durumlarının bozulmasında birincil suçlu, yeni dönemin iş yapma paradigmalarına uymayarak eski haksız kazançlarının peşinde koşmaya devam ediyor ve sürekli olarak kaybediyorlar. Kendini yenileyemeyip atıl hale gelen, yeni duruma uygun iş modeli üretemeyen, eski haksız kazançlarına ağlayan bir “aracılar” lobisinden söz ediyoruz. Bu aracıların devri geçti. Yeni iş modelleri kuran oldukça güçlü yeni oyuncular bu aracıları alaşağı ediyor zaten. Telif hakkı lobilerinin asıl sorunu telif hakkı ihlali değil kendi atıl iş modelleri.

SOPA sayesinde gelişecek “yaratıcı endüstriler “in yeni istihdam imkanları sağlayacağı konusu da bir dezenformasyondan ibaret. SOPA’nın istihdam üzerinde hiç bir etkisinin olmayacağına dair Cato Enstitüsü tarafından yayınlanmış ayrıntılı bir rapor var. Buna göre, telif hakkı lobilerinin ihlaller yüzünden uğradıklarını iddia ettikleri kaybın miktarı bir yalandan ibaret (Onlar 58 Milyar dolar kaybettiklerini söylüyorlar, oysa telif hakkı ihlalleri yüzünden gerçek kayıpları 446 Milyon dolar. Çünkü kayıplarının büyük kısmı aslında kötü yönetimden, rekabetten vb. ileri geliyor. Kazanacakları bu kadar az bir gelirle kimse iş yaratacaklarını beklemesin. Telif hakkı lobisi mensubu şirketleri SOPA gibi düzenlemelerle asıl hedefledikleri şey, yeni ekonomiyi durdurup rekabeti önlemek ve eski haksız kazançlarına geri dönmek. Ama bu sefer kendilerinden kat ve kat büyük bir ekonomiyle uğraştıklarını şimdi acı bir şekilde tecrübe ediyorlar!

 

“Tüm dünya Çin’e benzeyecek”


ABD’deki bir kanunun tüm dünyayı bu şekilde etkilemesi bir ilk midir?

Aslında değil. Ona bakarsanız ABD anti-terör yasası Patriot Act da tüm dünyayı etkiledi. CIA tüm dünyadan adam kaçırıp Guantanamo’ya kapattı. Sayısız hukuk ihlali gerçekleşti. Böyle başka düzenlemeler de var. Ama etkilenenlerin sayısına bakarsak SOPA olayına bir ilk diyebiliriz. ABD’deki yasa yapıcılar tüm dünyayı kendi hukuksal yetki alanları gibi görme küstahlığını sık sık tekrarlıyorlar. Ama son küresel krizden sonra düştükleri durum borularını eskisi gibi öttürmelerini engelliyor. Ülkelerin hukuksal bağımsızlığı önemli bir konudur ve taviz verilemez. Bunu ABD’ye göstermenin zamanı geldi de geçiyor…

Eğer bu yasa kabul edilir ve uygulanmaya başlanırsa tüm dünya Çin’e mi benzeyecek?

Yasanın geçeceğini hiç sanmıyorum. En son Obama yönetimi de desteğini çekti. Senato Anayasa Komisyonu da yasayı kabul edilemez buldu. Yasa destekçilerinin büyük bir kısmını kaybetti. Ama diyelim ki geçti, evet, tüm dünya Çin’e benzeyecek. Ya da Türkiye’ye benzeyecek… İnternet sansürünün dibine vurmuş bu iki ülkeye benzeyecek dünya interneti. O yüzden yasa geçerse bu bildiğimiz haliyle internetin ölümü olacak: bir büyük ateş seddi ile kapatılmış bir dünya. Ama henüz buna kimsenin gücü yetmez. Kullanıcıları da yeni ekonominin aktörlerini de hafife almamak lazım.
Devletler ve halklar arasında bir savaş yaşanıyor ve savaş alanı internet.

İnternet: Yeni savaş alanı” başlıklı bir yazımda bu savaşı şöyle anlatmıştım:

“İnternetin şafağında dile getirilen öngörüler gerçekleşiyor: İnternet giderek bir savaş alanı haline geliyor. Dijital öncüler yerini dijital yerlilere bırakmaya, yani internet nüfusu fiziksel dünyayla örtüşmeye başladığından bu yana hükümetler, uluslararası kuruluşlar, kurumsal dünya ve internet vatandaşları, “netdaşlar” bu alanın egemenliği için kıyasıya bir mücadele içinde. Elektronik casusluktan sistem saldırılarına, gözetim tekniklerinden erişim engellemeye, sansür ve filtre çabalarından interneti ulusal sınırlar içerisine kapatma veya BM türü uluslararası bir otorite oluşturma sevdasına, devletler ve endüstriyel kompleks her yolu deniyor. Bunun karşısında da, ağın gayrimerkezi yapısından güç alan mahremiyet koruma, anonimleştirme, kriptolama, sanal veri limanları, derin ağ gibi “görünmez internet projeleri”, yani savunma hattı ve çok çeşitli karşı saldırı teknikleri netdaşların kullanımına açık.

Elektronik Ufuklar Vakfı’nın kurucularından ve ağ toplumunun öncü teorisyenlerinden John Perry Barlow, 1996’da “Siber Mekanın Bağımsızlık Bildirgesi”ni yayınladığından beri, bu yeni evrenin bir çatışma alanı olacağını öngörüyordu. Bildirgenin ilk satırları zaten bir savaş ilanı gibiydi: “Endüstriyel dünyanın hükümetleri, siz etten ve çelikten yapılmış yorgun devler, ben Siber Mekan’dan, zihnin yeni evinden geliyorum. Gelecek adına, geçmişten gelen sizlerden bizi rahat bırakmanızı istiyorum. Aramıza hoş gelmediniz. Bir araya geldiğimiz bu yerde sizin hiçbir egemenliğiniz yok.”

Bu satırlar, çoğu akademisyen ve medya tarafından “hayalcilik” ve “siber ütopyacılık” olarak nitelenmişti. İnternetin giderek kurumsal bir yapıya bürünmesi, ardı ardına gelen baskıcı düzenlemeler de onları haklı çıkarır gibiydi. Ama birileri bu “hayalperestleri” ciddiye almıştı: “Derin kuruluş” RAND, 1997’de John Arquilla ve David Ronfeldt’in bir raporunu yayınladı: “Athena’nın Kampında” 2001’de ise aynı ikiliden bir başka rapor geldi: “Ağlar ve Ağ Savaşları: Terör, Suç ve Militanlığın Geleceği”.

Bu raporlar, ABD’nin, gerek diğer devletlere, gerekse her türlü muhalif inisiyatife karşı bir enformasyon savaşına hazırlandığını gösteriyordu. Nitekim Barlow, 2010 sonunda, Wikileaks yayınlarına karşı ilk saldırılar ve savunma hareketleri başladığında Twitter’dan şu mesajı geçmişti: “İlk ciddi enformasyon savaşı başladı. Savaş alanı Wikileaks, sizler de ordularsınız.” Hemen ardından Arap isyanları patlak verdi. Özelikle sosyal medya, P2P ve I2P, “Freenet”, “Tor/onionspace”, “HavenCo” gibi, internetin denetim dışı “karanlık” yüzü, her türden muhalif sivil hareketin ayrıcalıklı platformlarından biri haline geldi. Aslında, kripto anarşistler, “hactivist”ler, siber punklar vb. internetin başından beri oradaydılar zaten. Zapatistalar, Seattle DTÖ protestoları, Filipinler sanal mitingleri vb. yaşanmıştı. Ama bu hareketlerin kitlelerle buluşmaları için zaman geçmesi gerekti. Bu gelişmeler, devletler ve endüstriyel kompleksleri ürküttü elbette; ama öte yandan yıllardır da bugünlere hazırlanıyorlardı.

Cephanelikleri, sadece ifade özgürlüğü, mahremiyet ve bilgi edinme hakkı karşıtı düzenlemelerden, “bulut bilgiişlem”, telif hakkı lobileri gibi kurumsallaştırma, ticarileştirme ve merkezileştirme çalışmalarından ibaret değil: “Derin paket denetimi” (DPI), kuantum kripto kırma çalışmaları gibi yasadışı dinleme ve izleme teknolojilerinden Çin (Ateş) Seddi, zorunlu filtreleme, hizmet sağlayıcıları üzerinden merkezi denetime pek çok saldırgan girişim de var, başvurulan yöntemler arasında. Bir yandan da, ABD yönetiminin iki yıldır bilinçli bir şekilde yürüttüğü dezenformasyon faaliyetinde örneğini gördüğümüz gibi, hükümetler interneti ve bu arada dijital aktivizmi zaten denetim altında tuttukları, fonladıkları, kullandıkları yolunda verimli bir komplo teorisi zemini yaratıyorlar. Amaç, bu platformları kullanan muhalif hareketleri itibarsızlaştırmak.

Ama gerçek çok başka: Ürküyorlar; çünkü ipin ucunu çoktan ellerinden kaçırdılar ve çabaları, ister sözde hukuki ister teknolojik olsun, anında boşa çıkarılıyor. Buna, Ahmet Şık’ın basılmadan yok edilmek istenen kitabı “İmamın Ordusu” internetten okunma rekorları kırdığında, bu sivil itaatsizlik eyleminde de tanık olduk. Çıta giderek yükseliyor: Artık “Büyük Birader”in her adımı “küçük biraderler” tarafından izleniyor ve hiçbir şey gizli kalmıyor! Dezenformasyonla enformasyon, gösteri ile hakikat arasındaki bu savaşın cephesi ise sadece ağlar değil, zihinlerimiz.”

İletişim her zaman toplumsal hareketlerin asli bir parçasıdır. Bu hep böyle oldu. Telgraf olmadan Ekim Devrimi’ni yapmak biraz zor olurdu. Ama internetin, özellikle de sosyal medyanın farklı boyutları da var: İnternet bir çoktan çoka etkileşim alanı. Bu da onu sadece bir iletişim platformu olmanın ötesine taşıyor. İnternet, sadece iletişim amacıyla değil, örgütlenme amacıyla da kullanılıyor. Herhangi bir eylem, internet sayesinde öngörülemez bir biçimde herhangi bir yerde geniş kitlelerin katılımıyla gerçekleştirilebiliyor. İktidarların son zamanlarda sosyal medyayı kontrol etmekte bu kadar hırslı davranmaları da Arap Baharı’ndan, küresel işgal hareketlerinden, Öfkeliler Hareketi’nden ders çıkardıklarını gösteriyor. Ama zor, bu sefer işleri çok zor…

Bu yasayı durdurmak için neler yapılıyor?

Yasayı durdurmak için çok şey yapıldı. Google, Facebook, Twitter, AOL, eBay gibi şirketlerden internet konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarına kadar geniş bir kesime yayılan çok güçlü bir cephe oluştu ve bu cephe sonunda internet kullanıcılarının büyük bir kısmını da içine aldı. Şirketler sayfa sayfa ilanlar yayınladı. Sivil toplum kuruluşları yasa tasarısının iç yüzünü açıklayan kolay anlaşılır, infografiklerle donanmış yayınlar yaptı. İnsanlar sosyal medyada yasaya tepkilerini paylaştılar, #SOPA küresel trend haline geldi. ABD vatandaşları meclisteki temsilcilerine mektuplar yazdı. Hukukçular bir lobi oluşturup Senato’ya raporlar sundu. ACLU, EFF gibi sivil toplum kuruluşları, yasanın çıkması halinde Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açacaklarını açıkladı. En sonunda, 18 Ocak’ta yasaya karşı küresel bir grev yapıldı ve on binlerce site kendilerini karattılar (kampanya ile ilgili olarak; Türkiye’de de). Başta Obama yönetimi olmak üzere politikacılar da bu kadar yoğun bir kamuoyu tepkisine duyarsız kalamadı ve yasadan desteklerini çektiler.

 

“Direnişi sürekli kılmak ve genişletmek gerekiyor”

 

Bireysel internet kullanıcıları SOPA’yi engellemek için ne yapmalı?

İnternet kullanıcılarının yapabileceği en iyi şey, İnternet Tutulması gibi protesto kampanyalarına katılmak; web 2.0’ın onlara sağladığı yayıncılık imkanlarını iyi kullanıp bu tip olumsuz düzenlemeler hakkında kamuoyu tepkisi yaratacak yayınlarda bulunmak; sosyal medyayı iyi kullanarak en fazla kişiye ulaşmak ve en geniş görünümü sağlamak; ama özellikle de örgütlenmek, internetin etkileşim araçlarını kullanarak mevcut sivil toplum inisiyatiflerine etkin olarak katılmak ve internetlerine sahip çıkmak. Çünkü hak edilmeyen hak, hak değildir, sahip çıkmazsanız özgürlüğünüze sahip olamazsınız…

Halklar artık internet kullanıcısı ve internete sahip çıkmaları gerekiyor. İnternet yapısı gereği sınır aşan, gayri merkezi, etkileşimli ve dağıtık bir ortam ve böyle de kalması gerekiyor. İnternet erişimi hem Birleşmiş Milletler hem de Avrupa Komisyonu tarafından temel bir insan hakkı olarak tanınmış durumda ve bu hakkı kullanmak için ona sahip çıkmamız gerek. İnternet kullanıcı haklarının belirlenmesi için, biz Alternatif Bilişim Derneği olarak bir girişim başlattık. Bu sayfadaki metin kullanıcıların katkılarıyla geliştiriliyor. Bu çalışmaya destek vermeye çağırıyorum Türkiyeli internet kullanıcılarını.

İnterneti “zapturapt” altına almak isteyen bu türden girişimlere karşı kalıcı ve sürekli bir direniş örgütlemek gerekli gibi gözüküyor ne dersiniz?

Katılıyorum. Direnişi sürekli kılmak ve etkisi ile kapsamını azami genişletmek gerekiyor. Aslında Arap Baharı, Öfkeliler Hareketi, OWS ve küresel işgal hareketleri bu bakımdan ip uçları sunuyor. Dijital aktivizmin sokakla buluşması gerekiyor. Çünkü iletişim örgütlenmektir. İnternete sokağa çıkar gibi girmeli, sokağa da internetle küresel bir sokağa açılıyormuşçasına çıkmalıyız. Protesto, direniş bir hak ve bu hakkı kullanmazsak her geçen gün hak ve özgürlüklerimizin bir parçasını daha kaybedeceğiz. İnternet bize küresel bir direnişin parçası haline gelme imkanı sunuyor; bu imkanı kullanalım. Devletlere, hükümetlere çiğnedikleri hak ve özgürlüklerin sahipsiz olmadığını gösterelim.

İnternette bir özgürlük savaşı sürüyor. Devletlerin hoşuna gitmiyor internet, onu tehdit olarak görüyorlar, haksız da değiller. Çünkü bilginin özgür dolaşımı kirli sırlarını, bizim arkamızdan çevirdikleri dolapları ve gayri meşru ilişkilerini gözler önüne seriyor. O yüzden sansür, baskı, gözetleme, her türlü imkanı kullanıyorlar. Ama işleri zor bu kez. Çünkü Büyük Birader’in teknolojileri artık bizlerin de erişiminde. İnternet sayesinde her birimiz birer Küçük Birader haline gelip Büyük Birader’in çıplaklığını herkese gösterebiliriz.

“Bu oyunda artık sadece devletler ve çokuluslu şirketler oynamıyor. Yeni ve davetsiz oyuncular oyuna girdi. Wikileaks’in temsil ettiği, kurumsal ve endüstriyel medya düzenini bozarak bilginin dolaşımı önündeki engelleri yıkarak, onların yanından dolaşarak iktidar odaklarının kirli sırlarını ifşa eden yeni bilgi oyuncuları da var oyunda. Daha da önemlisi, halk, yeniden oyunda. Arap Baharı, çok uzun zamandır görülmemiş bir biçimde, halkların, tarih sahnesine artık beklenmedik ve özellikle de davet edilmemiş bir şekilde yeni bir oyuncu olarak çıktığı an olarak da anılacak.

Bu yeni güçlerin, kuşkusuz, internet başta olmak üzere ağ teknolojileriyle doğrudan ilgisi var. İnsanlar artık yeni güçlerle sahip: Çok hızlı bir şekilde bir araya gelip dağılabilme; gayrimerkezi bir örgütlenmeyle öngörülemez davranışlarda bulunabilme; iç ve dış iletişimi önlenemez bir şekilde sürdürebilme; yerel eylemlerine küresel iletişim kanallarını kullanarak destek yaratabilme; küresel iletişim yetenekleriyle dünya kamuoyunu etkileyebilme ve iktidarlar üzerinde görülmemiş bir baskı yaratabilme; her şeyden önemlisi, baskının koşulu olan görünmezlik duvarlarını yıkarak ülkeleri dünyaya şeffaflaştırabilme…” (Özgür Uçkan & Cemil Ertem, Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz, Etkileşim, 2011, sf. 18)

Bilgi güçtür, bu gücü paylaşırsak daha da güçlü oluruz… Elimizdeki son özgürlük alanını, son kamusal alanı, son örgütlenme ve mücadele alanını da kaybedersek, küresel bir polis devletine adım atarız ve her şey için çok geç olur.
Bu sürekli ve küresel direniş örgütlenmesi nasıl olacak bilmiyorum. Ama geçen yıl yaşananlar bize bir önizleme gösterdi. Önümüzdeki mevsim bahar mı kış mı olacak, bu hepimize bağlı…

Röportaj: Savaş Çömlek – Yeşil Gazete

Paylaş
Yazar:
Savaş Çömlek