Kategoriler: Köşe Yazıları

İngiltere’de sel, Türkiye’de kuraklık ve yerel seçimler

İngiltere’nin başkenti Londra’dan bir fotoğraf. Fotoğrafın anlam kazanması için öncelikle biraz Londra’da son günlerde ne olduğunu anlatmak lazım. Londra sular altında… Şehrin ortasından geçen Thames Nehri yağışlar sebebiyle taştı. Fakat yaşananların etkisi bu kadarla sınırlı değil. Gelen bilgilere göre toprağın suya doyması sebebiyle bazı semtler ve hatta İngiltere genelinde bazı kentler Mayıs ayına kadar su altında kalabilir.

Londra sadece İngiltere’nin başkenti değil. Teknolojinin, finansın ve birazcık geriye gidersek Sanayi Devrimi’nin de başkenti ve yağmur orası için en doğal hava olayı belki de. Kentler ona göre hazırlanmış. Fakat onca alışık olmaya rağmen yaşanan olay tüm bu insanlığın önem verdiği “şeylerin” başkentinin yağmur tarafından yaşanılmaz hale gelmesine sebep olabiliyor. Londra ve İngiltere’nin diğer kentleri yağmura göre hazırlanmış olmasına karşın yaşananlar o kadar “uç” olaylar ki; üç ay suları tahliye edemeyecekler.

Şimdi fotoğrafa dönersek; şehrin içinde bir grup insan. Ayaklarının bastığı, normalde kara olması gereken yerler su altında. Sel suları üzerinde çocuklar şişme botlarla oynuyorlar. Arkada da bir pankart: Peki şimdi iklim değişikliğinden konuşabilir miyiz? İklim değişikliğinin sebebi olan kentlerin başında gelen ve finansın, teknolojinin ve sanayileşmenin başkentinin iklim değişikliğinin tetiklediği bir doğa olayına teslim olması, bazı Londralılara bu soruyu sordurmuş. Sorudan ve fotoğraftan anlaşılıyor ki soru geç kalınmış bir soru ve yanıtı da acil.

Bu aciliyetle Türkiye’ye dönersek; Türkiye’de dert başka. İklim değişikliğinin, “orayı” etkileyip de “burayı” etkilememesi diye bir şey söz konusu değil. Farklı uç olaylarla burada da son hızla ilerliyor değişiklik. Evet, Türkiye’de botlarla, sandallarla şehrin ortasında dolaşıp “Haydi iklim değişikliğinden bahsedelim!” deme şansımız yok. Çünkü Türkiye’de yağmur yağmıyor. Yağmur yağmadığı gibi havalar mevsim normallerinden 10 derece kadar yüksek seyrediyor. Böylece elde avuçta olan suyun buharlaşması da daha hızlı oluyor. Yani biz bir fotoğraf çektirmek istesek boşalmış bir barajın önünde ya da sular çekildiği için ortaya çıkan yıllar önce batmış bir sandalın önünde çektirebiliriz bu fotoğrafı. İklim değişikliği sel olarak İngiltere’yi, kuraklık olarak Türkiye’yi vuruyor ve iki tarafa da zarar veriyor.

Peki Türkiye’de bu fotoğrafa bakıp iklim değişikliğini konusunda konuşmaya başlamak ve bunu olabildiğince yaygın yapmak gerekmiyor mu? Gerekiyor. Çünkü kuraklık her yönden bizi etkileyecek bir “felaket” olarak bekliyor. Konuşmamız lazım. Buna fırsatımız da var ama konuşmuyoruz. Fırsat yerel seçimler. Musluklardan akmayan sular, ilk dalgada yerel yönetimleri vuracak çünkü. Peki biz kuraklık ile ilgili ya da susuzluğa, az suya hazırlanmış kentler hakkında bir şeyler duyabiliyor muyuz adaylardan ya da partilerden? Duyamıyoruz! Kentlerin, ilçelerin su planlaması üzerine çalışan adaylar var mı? Yok! Fakat olmalı. Ağaç kesip, yol yapıp, yanına yöresine çim ekip onları da sürekli sulamaya dayalı bir “yeşil” anlayışı ile devam edeceksek örneğin; hemen konuşmaya başlamalıyız, çünkü çok yanlış yoldayız!

İklim değişikliği ve bize yaşatacakları günümüzün ve yakın geleceğimizin en büyük problemlemi. Belki de çözülmesi gereken tüm sorunları bir kenara itecek kadar zor ve acil anlar bizi bekliyor olabilir. Türkiye ise bu konuda kılını kıpırdatmıyor. Merkezi yönetimi de kıpırdatmıyor, yerel yönetimi de kıpırdatmıyor. Avrupa’da kentler arka arkaya merkezi ve yerel düzeyde karbon salımlarının düşürülmesi hakkında hedef belirliyorlar. Türkiye ise merkezi düzeyde “dalga geçiyor.” Yerel düzeyde ise böyle bir olgu yokmuş gibi davranıyor. Bazı konuları sormak ve yanıtlar arayıp, çözümler üretmek için 30 Mart bir fırsat. Akmayan muslukların çözümü üzerine düşünmeyen adaylarla bu fırsat kaçıyor.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

Paylaş
Yazar:
Koray Doğan Urbarlı