Yaşlanmaya başladığımı hissettiğim ilk anı hatırlıyorum. Öğretmenliğimin ilk yılıydı. Ailesiyle anlaşamamasından yakınan bir öğrencim, bir konuda fikrimi almak istemişti. Aramızda sadece 5 yaş olduğu için, kendisine hak vereceğimi düşünerek, derdini anlatı bana. Ben de kendimce fikrimi söyledim. Fikrimi beğenmeyen öğrencim; “Ay hocam! Aynı annem gibisiniz.” deyince, benim aklım başıma geldi. Sadece 5 yaş vardı aramızda. Nasıl oluyor bu? Yani benden 40 yaş büyük komşu amcayla sohbet ederken daha çok ortak yönümüz oluyor da benden 5 yaş küçük öğrencimle aramızda bu kadar büyük bir uçurum oluyor. Bunu uzun bir süre düşündüm; sonra fark ettim ki sokakta oynayan, bayramlarda büyüklerine bayramlaşmaya giden ve ortaokulda Çalıkuşu’nu okuyan son nesilim. Yani benden 40 yaş büyük komşu amca da bunları yapmıştı ama benden 5 yaş küçük öğrencimle yaşam tarzlarımız artık çok farklıydı. Ben mahallede büyürken o otoparklı, güvenlikli bir sitede büyümüştü. Ben mevsimlerin değişimini; sokağımızdaki bahçelerin filbahri, hanımeli, ıhlamur kokularından anlarken o, sitenin peyzaj mimarının insafına kalmış sera çiçeklerinden öğrenmeye çalışıyordu. Bunlar bir kenara bence en önemli fark şuydu; ben okuma alışkanlığımı, ailemden ve bir önceki anlayışın öğretmenlerinden edinirken o, bu alışkanlığı ‘Ayy bu çocuklar bu yaşta klasiklerden sıkılıyor. Onları yormayacak, bilmedikleri kelimelerden arındırılmış, kısa cümlelerden oluşan, sürükleyici ama içi boş seriler okutalım’ diyen anlayıştan edindi okuma alışkanlığını. Yani ortaokulda yerli ve yabancı klasiklerin hafifleriyle tanışan ve liseye geldiğinde daha ağırlarını da okuyup anlayabilecek bir dil seviyesine sahip olan nesil artık değişmişti. Düşünce dediğimiz kavramın, bildiğimiz sözcüklerle sınırlı olduğunu ben söylemiyorum. Chomsky söylüyor. Çok da doğru söylüyor. ‘Çocuklarımızı zorlamayalım’ diye, zihinlerinin en açık olduğu dönemde onları kötü çevirilerle ve basit kurgularla sınırlandırdık biz. Ama bunu biz mi yaptık yoksa tek dokunuşla önümüze dünyayı seren, değişmiş -değiştirilmiş- postmodern hayat mı yaptırdı, onu bilmiyorum.
Kabul etmek lazım, o kadar kısa sürede değiştik ki… Yediklerimiz, içtiklerimiz, giydiklerimiz, dinlediklerimiz… Ben bu konuda, örgün eğitimin çok büyük önem taşıdığına inanırım. Eğitim içinde değişim mutlaka olmalıdır ama bu değişimi belli bir seviyenin üstünde tutmak örgün eğitimin görevidir. Yani özetle; postmodernizm, topluma hız kazandırırken her şeyi hızla tüketen, dolayısıyla içi boş ürünleri kıymetli gösteren bir hal almış olabilir. Değişen nesli en yakından takip etme şansı olan okullar; bu koşullarda dahi; Reşat Nuri’yi, Sait Faik’i, Nazım’ı, Tolstoy’u, Shakespeare’i, Brecht’i ve nicelerini öğretmekle ve onların değerlerini iletmekle yükümlüdür. Aksi halde eğitim sistemi, bu değişime dışarıdan bakamayan ve onun hızına kapılıp giden nesiller yetiştirmenin ötesine geçemez.
Ayşegül Sağlam
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…