Manşet

Ekoloji Birliği’nden ‘Millet İttifakı’na iklim ve çevre önerileri

40’ın üzerinde çevre örgütünün bir araya gelerek kurduğu Ekoloji Birliği, CHP ve İYİ Parti’nin ana bileşenlerini oluşturduğu Millet İttifakı‘nın 28 Şubat’ta açıklayacakları programlarında yer almasını istedikleri ekoloji ve iklim politikalarına yönelik talep önerilerini açıkladı.

Türkiye’nin büyük bir ekolojik yıkım yaşadığını, iklim krizinin etkilerinin her geçen gün ağırlaştığını belirten Birliğin enerji, madencilik, orman, su tarım, ekolojik eğitim, iklim krizi, hukuk ve mevzuat başlıklarında ilettikleri talepler şöyle:

Enerji

Türkiye’de enerjinin bir “sermaye birikim alanı” olarak düzenlendiğini, ancak temel bir ihtiyaç ve hizmet alanı olarak toplumsal kamuculuk anlayışıyla yeniden ele alınması gerektiğini belirten Ekoloji Birliği şu bilgileri verdi:

EÜAŞ 2020 Yılı faaliyet raporuna göre ülkemizin elektrik kurulu gücü 95.964 MW’dır. Hidrolik 30.983, Doğal Gaz 25.846, Linyit + Taş Kömürü 10.931, İthal Kömür 8.987, Rüzgar 8.740, Güneş 6.671, Jeotermal 1.613, Biyokütle 1.107 MW’dır.

2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre, Türkiye’nin elektrik kurulu gücünün 2021 yıl sonu itibarıyla 100 bin 607 MW’a, 2022 sonunda ise 102 bin 423 MW’a ulaşması beklenmektedir. Söz konusu rapora göre 2019 yılında birincil enerji kaynaklarında ithalatın oranı yüzde 69 seviyesindedir. 2019 yılında birincil enerji kaynakları arzında doğal gazın payı yüzde 25,7, petrolün payı yüzde 28,6, kömürün payı yüzde 29,1 ve yenilenebilir kaynakların payı yüzde 16,6’dır. ”

Verilerde görüldüğü üzere enerji üretiminin ithalata ve fosil yakıtlara dayalı olduğu ve Türkiye’yi dışa bağımlı kılarak iklim değişikliğini güçlendirdiği vurgulanarak, bu politikaların acilen terk edilmesi ve adil, demokratik, katılımcı, yerel, ekolojik bir enerji modeli kurulması istendi.

Türkiye’de enerji kurulu gücü fazlası olduğu kaydedilen açıklamada, hem kamuda hem de özel sektörde enerji verimliliği ve enerji tasarrufu politikalarının hızla uygulanması, kayıp kaçakların önlenmesi, mevcut üretim tesislerin ve enerji iletim ve dağıtım şebekelerinin teknolojilerinin yenilenerek bakım ve onarımlarının yapılması istendi. 

Birlik, enerji talebinin azaltılması için şu önlemlerin acilen alınmasını istedi:

  • Sanayi sektörü içinde elektrik talebinde önemli bir yeri olan ve aynı zamanda kirletici olan demir çelik sanayi ve çimento sanayiinde üretim halkın ihtiyacı gözetilerek gerçekleştirilmeli, gelişmiş ülkeler için ucuz iş gücü ve atık deposu olmaktan çıkartılmalı ve bu sektördeki elektrik üretimi acilen azaltılmalıdır.
  • Son yıllarda sayıları oldukça fazla artan ve klimaları, soğutucuları ve aydınlatma sistemleri ve uzun süren mesai saatleri ile oldukça fazla enerji tüketen AVM’ler için gerekli önlemler alınmalı, çalışma saatleri azaltılmalıdır.
  • Elektrikli ev aletlerinde ve aydınlatma sistemlerinde tasarruflu teknolojilerin kullanımı ve vatandaşın bu teknolojilere ulaşımı desteklenmelidir.
  • İnşaat sektöründe enerji verimliliğinin uygulanması ve binalarda yalıtım için uzun süredir bekletilen yasal düzenlemeler acilen yerine getirilmeli, yeni teknolojiler desteklenmelidir.  Kendine yeten binalar zorunlu hale getirilmelidir.
  • Enerjiyi yoğun kullanan mega projelerden acilen vazgeçilmelidir.
  • Yoğun enerji kullanan mega kentler ve yerleşimler yerine kırsala dönüş ve az enerji kullanan yerleşkeler teşvik edilmelidir. Kentler düşük enerji kullanımına göre yeniden tasarlanmalıdır.
  • Daha fazla kar elde etmek için üretimi aşırı arttırmak ve tüketimi özendirmek yerine, doğada varlıkların sınırlı olduğu bilinci ile, toplumun varsıl kesimleri için tasarruf ve küçülme politikası zorunlu hale getirilmelidir.
  • Bireysel ulaşım çözümleri kısıtlanarak ekonomik toplu taşıma altyapıları geliştirilmelidir. Fosil yakıt kullanımını arttıran yük ve yolcu taşımacılığında karayolu ulaşımı yerine demiryolu ve denizyolu ulaşımı için gerekli altyapılar acilen kurulmalıdır.

Elektrik enerjisi üretimi için öneriler
  • Elektrik toplam kurulu gücü halkın gerçek ihtiyacına göre bilimsel verilerle saptanmalı ve üretim gerçek talebe göre planlanmalıdır. Üretim fazlası engellenmelidir.  Enerji üretiminde belirli bir plan dahilinde öncelikle kömür olmak üzere doğal gaz, petrol gibi fosil yakıtlardan çıkılmalıdır.
  • Enerji üretimi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmalıdır. Ancak hiç bir enerji masum olmadığı ve yenilenebilir enerji üretiminde de metalik madenler ve soy metaller, nadir toprak elementleri kullanılmak zorunda olduğundan ve bu tür faaliyetler de ekosisteme mutlaka zarar vereceği için kaynak kullanımında, yer seçiminde mutlaka hassas olunmalı ve gerçekçi Çevresel Etki Değerlendirmeleri yapılmalıdır.
  • Enerji üretim alanları kısıtlanmalı, orman ve tarım alanlarının, meraların, su kaynaklarının, yaşam alanlarının zarar görmesi engellenmelidir. Fabrikaların, konutların, alışveriş merkezlerinin, otoparkların, pazar yerlerinin çatı ve cepheleri, otoyollar güneş sistemleri için yeterince değerlendirilmeli bu konuda uygun, ucuz teknolojilerin geliştirilmesi sağlanmalıdır. İmar mevzuatında özendirici gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Enerji üretimi kar hırsıyla gözü dönmüş tekelleşmiş özel şirketler yerine, kamu ve ihtiyaca göre şekillenmiş, piyasalaşmamış ve yerel yönetimlerce  desteklenen, vatandaşın kurduğu komünal enerji kooperatifleri eliyle gerçekleştirilmeli, bu nedenle enerji kooperatifleri önündeki her türlü mevzuat ve altyapı engeli kaldırılmalıdır.
  • Şirketlere ödenen teşvikler ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destek Mekanizmaları (YEKDEM) destekleri kaldırılarak bu kaynak “Vatandaşın Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri” ne verilmelidir.
  • Yerel üretim desteklenmelidir.

 Enerji demokrasisinin sağlanması için
  • Yoksul halkın zorunlu elektrik ve yakıt ihtiyacı kamu tarafından ücretsiz ve kesintisiz bir şekilde sağlanmalıdır. Vatandaşın enerji yoksulluğu çekmesi önlenmelidir.
  • Enerji tarifeleri vatandaşın geliri ve maaşları gözetilerek ödeyebileceği makul seviyede tutulmalı ve 2022 başında getirilen zamlar acilen geri alınmalıdır.
  • Fosil yakıtlardan çıkışta zarar görecek işçi ve emekçiler için yeni iş olanakları yaratılmalı ve mağdur olmaları engellenmelidir.
Enerji güvenliğinin sağlanması için
  • Dışa bağımlı politika terk edilmelidir. Uluslararası enerji anlaşmaları şirketlerin değil toplumun çıkarına göre düzenlenmelidir.
  • Zorunlu miktarda üretimin ve dağıtımın devamlılığının sağlanması için gerekli planlamalar ve denetimler yapılmalıdır.

Madencilik

Türkiye’nin her karış toprağının maden şirketlerinin talanı altında olduğunu hatırlatan Ekoloji Birliği, şu bilgileri verdi:

“Ülkemizde madencilik faaliyetleri 1985 yılında yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu ile düzenlenmektedir.  Madencilik sektöründe özel sektörün rekabet gücünü artırabilmek için mevzuatta sık sık değişiklikler yapılmış, devletin müdahale ve denetim yetkileri hafifletilmiştir.  2001 yılından bu yana Maden Kanunu 21 kez değişikliğe uğramıştır. Her değişiklikle daha fazla doğa ve tarım alanı, su varlıkları ve kültür mirası madencilik faaliyetlerine açık hale gelmiştir.

2004 yılında 5177 sayılı Maden Kanunu’nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun kabulü, ülkenin her tarafını madencilik açısından dikensiz gül bahçesine çevirmiştir.

Madencilik faaliyeti yapılabilecek alanlar genişletilmiştir. Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, sit alanları, tarım alanları, su havzaları ve benzeri doğal ve kültürel zenginlikleri olan ve bu sebeple koruma altına alınmış alanlar madencilik faaliyetine açılmıştır. Ülkemizde doğayı, tarım alanlarını ve kültürel varlıkları madencilik faaliyetlerine karşı koruyan tek bir koruma statüsü kalmamıştır.”

Öneriler ise şöyle:

  • Madencilik ancak uygun yerlerde, bilimsel çevre etki değerlendirmesi yapılarak ve denetlenerek, ancak yerin altının üstünden daha değerli olması durumunda, vatandaşın gerçek ihtiyacına göre belirlenecek en az miktarlarda yapılmalıdır. İhracat amacıyla yer altı kaynaklarının hoyratça sömürülmesi ve rant aracı haline getirilme engellenmelidir.
  • Madenler sıkı bir şekilde bilim kurullarınca denetlenmeli ve Şebinkarahisar, Ayvalık, Kütahya vb. gibi yerlerde daha önce yaşanan atık barajı yıkılması gibi kazaların yaşanmasına engel olunmalı ve vukuu halinde de en ağır cezalar verilmeli ve rehabilitasyonunun yapılması sağlanmalıdır.

Tarım

AKP hükümetlerinin uyguladığı yanlış politikalar sonucu, üretici olan köylünun tüketici olmaya başladığına vurgu yapılan açıklamada,  üretim yerine çiftçiyi ‘’ithalatla terbiye etme’’nin tercih edildiği ve tarımın değersizleştirildiği kaydedildi:

“Ülke dışarıdan ot, saman, hayvan, Suriye’den çoban ithal eder hale getirildi. Organik tarıma verilen destek düşürüldü. Tohumculuk Kanunu ile köylünün tohum alım satımı ve kendi tohumunu ayırması yasaklandı. Atalık tohumlar yok edildi ve üretici hibrit tohumlara mahkum edildi.

Hayvancılıkta da üretici söz sahibi olmaktan çıkarıldı. Ülkemizde mera alanları hızla daraldı, meralar işgal edildi, amaç dışı kullanım arttı, ekolojik yıkım gerçekleştirildi.”

Tarım önerileri ise şu şekilde:

  • Orta ve uzun vadeli, stratejileri belirlenmiş ulusal bir tarım politikasıyla üretimin planlanması, havza modelinin gerçek anlamda uygulanması, ekilmeyen tarım arazilerinin ekilerek üretimin arttırılması önceliklendirilmelidir.
  • Tarımsal üretim örgütlerine pazarlama konusunda da destekler sağlanmalı, yerel yönetimlerle iş birliği yapılarak şirket zincir marketleri yerine tanzim satış zincir marketlerin önü açılmalıdır.
  • Agroekoloji, insan sağlığı için olduğu kadar çevreyi, toprağı koruyan bir sistemidir. Agroekolojik uygulamalar hastalık riskini azalttığı, toprağı koruduğu, su kaynaklarını heba etmediği, kırsal nüfusu ve yerel çiftçiliği koruduğu, GDO’lara izin vermediği için, hayvan refahı sağladığı için desteklenmeli ve teşvik edilmelidir.
  • Tarımın temel sorunlarına bilimsel, ekolojik çözümler getirilmeli, yoksul halkın gıda ihtiyacını garanti altına alacak çözümler üretilmeli, tarım üretim ve pazarlama kooperatifleri desteklenmelidir.

Orman

Orman kaybını sadece bir alan kaybı olarak değil bir ekosistem kaybı olarak da değerlendirilmesi gerektiği vurgulanan açıklamada, ormanların korunması, geliştirilmesi ve alanlarının genişletilmesine ilişkin Anayasal görevin 6831 sayılı Orman Kanunu gereği OGM’ye verildiği hatırlatıldı. 1986’dan sonra devlet ormanlarındaki ormancılık faaliyetlerinin özel sektöre de açıldığı belirtildi:

“Dikili kesim denilen özel sektöre yaptırılan odun üretimi hızla arttı. Odun üretimi bu nedenle rekor kırdı. Orman Kanunu’nda yapılan çok sayıda değişiklikle ormanlar enerji ve maden projelerine ve turizm projelerine açıldı ve çok miktarda ormanımız söz konusu projeler nedeniyle kaybedildi. Günümüzde ormancılık dışı amaçlarla kullanılan fakat orman ekosistemi olma özelliğini yitirmiş alan miktarı 700 bin hektarı geçmiştir. 2004 yılında yapılan mevzuat değişiklikleri ile de ormanlık alanlarda madenciliğin acımasızca yapılmasının önü açılmıştır. Yalnız Kirazlı Altın Madeni projesinde 347 bin ağaç kesilerek bir orman ekosistemi yok edilmiştir.

Orman ekosistemlerinin korunması için talep edilenler de şu şekilde:

  • Orman ekosistemlerinin korunması için özellikle milli parklar, korunan alanlar, önemli ekosistemler kesinlikle madencilik ve enerji faaliyetlerine kapatılmalıdır.
  • Ormancılık faaliyetleri ormandan gelir elde etmekten çok koruma, bakım, geliştirme noktasında arttırılmalıdır.
  • Orman varlığının arttırılması için “Geleceğe Nefes” gibi gerçekçi ve bilimsel olmayan projeler yerine, bozkır, mera ekosistemleri de gözetilerek, uygun alanların ağaçlandırılması yapılmalıdır. Ağaçlandırma çalışmalarında orman biyoçeşitliliğine, yörenin özelliklerine uygun bilimsel projeler hazırlanmalı ve monokültür ormancılıktan kaçınılmalıdır.
  • Ormanların yangınlardan korunması ve hızlı müdahale için orman ekologları ile birlikte hazırlanacak projeler hayata geçirilmeli, gerekli ve yeterli donanıma sahip orman yangın filosu oluşturulmalıdır.
  • Orman köyleri ile ormanı koruyacak ancak köylülerin de ormandan zarar vermeden yararlanabilecekleri ortak projeler üretilmeli ve köylülerin gelir azlığı nedeniyle köylerinden ayrılmalarının önüne geçilmelidir.
  • Orman alanlarında yapılan rekreasyon çalışmaları devlet tarafından yönetilmeli; bu alanların rant aracı haline çevrilmesinin önüne geçilerek toplumsal yarar için kullanımına olanak verilmelidir.
  • Orman niteliği kaybettirilmiş olan alanların 2B vb. karalarla orman dışına çıkartılarak imara ve diğer rant projelerine tahsisi engellenmeli ve ormana yeniden kazanımı sağlanmalıdır.
  • Ormanlık alanlarda yapılan madencilik sonucu ortaya çıkan eski maden alanları ekolojik yöntemlerle rehabilite edilerek yeniden ormana kazandırılmalıdır.

Su

Yıllık kişi başına düşen su tüketiminin 1400 metreküp olduğu Türkiye’nin su fakiri olma yolunda ilerlediği vurgulanan açıklamada “Türkiye’de suyun %70’ i tarımda, %16’sı konut ve yaşam alanlarında, %11’i sanayide kullanılıyor. Tarımsal sulamanın %75’i vahşi sulamayla yapılıyor. Olması gereken damla sulama yalnızca %5. Yağmurlama sulama oranı ise %20 seviyelerinde” denildi.

Endüstriyel üretimin su kaynakları üzerindeki tüketim baskısını artırdığına dikkat çekilerek, üretim sonrasında oluşan atık suyun, hiçbir arıtma yapılmadan alıcı ortama deşarj edildiği, bunun da zaten kısıtlı olan yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesine yol  açtığı kaydedildi.

Ekoloji Birliği, suyun temel bir insan hakkı olarak değil de, ekonomik bir mal olarak algılanmasının suyun metalaştırılması sürecini hızlandırdığını ifade ederek şu önerileri yaptı:

  • Sanayide su kullanımı, su kaynaklarının mevcut durumuyla uyumlu olarak gerçekleştirilmelidir. İnsan faaliyetlerinin ekolojik sisteme zarar vermemesi için kullanım alanlarının ve kaynakların potansiyellerinin göz önünde bulundurularak bütünleşik bir planlama yapılması gerekmektedir.
  • Üretim sürecinin hem fazla su kullanarak, hem de atık suyu kontrolsüz deşarj ederek ortaya çıkarmış olduğu iki yönlü tahribat su kaynaklarının gözetilmesi, devletin yasa ve yönetmelikler aracığıyla denetim yapması ve çevrenin korunmasına ilişkin politikaların geliştirilmesi ile önlenebilir.
  • Türkiye’nin su politikası ithal enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtulma, tarımsal üretimi arttırma ve gıda güvenliğini sağlama, kentsel, kırsal alanlardaki artan su ihtiyacını karşılama, ülke içindeki bölgesel, ekonomik ve sosyal dengesizlikleri giderme, halkın hayat standardını yükseltme hedefleriyle eşgüdümlü olarak gerçekleştirilmelidir.
  • Su yaşamdır.  Kamusaldır. Suyun ticarileşmesi kabul edilemez ve neo-liberal küresel politikaların ve özel şirketlerin insafına terk edilemez.
  • Su politikaların geliştirilmesinde ve gerekli yasal-yönetsel yapının oluşturulmasında, ilgili tüm ulusal kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin katkı ve katılımı sağlanmalıdır.
  • Ülkemizde suya ilişkin yeterli yasal düzenleme bulunmaktadır. Ancak ülkemiz de ileri derecede, ekosistemin yararını koruyacak nitelikte bir “su yasası” hazırlanması ve uygulanma zorunluluğu ile su varlığının korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Alınacak önlemlerin, kamusal işbirliği içerinde merkezi yönetim, yerel yönetimler, meslek odaları, bilim insanları, yörede yaşayan paydaşların katılımıyla yapılması, sulak alan yönetimi için stratejik planlamaların oluşturulması gerekmektedir.
  • Çevresel Etki Değerlendirme Raporları bugün artık gerçek durumu yansıtmaktan uzak hale gelmiştir. Bilimsel olmayan verilere dayanarak hazırlanan ÇED raporları birer formaliteye dönüşmüştür. “Bütünlüklü Bir Etki Değerlendirme Raporlarının” düzenlenmesi gerekmektedir.
  • Bilimin, çağın gerçeklerine, doğrularına uygun politikalar izlemelidir.

Ekolojik eğitim

Birliğin açıklamasında eğitim sisteminin her kademesinde ekoloji eğitimine yer verilmesi ve doğa koruma bilincinin geliştirilmesinin hedeflenmesi istendi:

  • Üniversitelerin ekoloji konusunda bilimsel araştırma yapabilmeleri için gereken ödeneklerin ayrılması zorunlu hale getirilmelidir.
  • Bilim insanlarının enerji ve maden projeleri ve diğer kirlilik kaynakları ile ilgili araştırma yapmaları desteklenmelidir.

Çevre mevzuatı ve hukuk

Açıklamada, Çevre Kanunu ve ÇED Yönetmeliği’nin sayısız kere değiştirilerek, bir formalite haline geldiğine, şirketlerin ve inşaat sektörünün denetimsiz faaliyetlerinin önünün açıldığı kaydedildi:

  • Bilimsel değerlendirme, saydamlık, şeffaflık, katılımcılık ilkeleri hayata geçirilmelidir. Bunun için öncelikle ÇED raporları düzenleyen bilim insanları kurullarının proje sahibi şirketten bağımsızlığı sağlanmalıdır.
  • ÇED raporları için gereken harç ve masraflar bir kamu fonunda toplanmalıdır. Bu fonun yönetimi de dahil olmak üzere ÇED raporlarının düzenlenmesi süreçlerini gözetleyecek ve denetleyecek sivil toplum örgütleri temsilcilerinin de içinde yer alacağı bir kurul oluşturulmalıdır. ÇED raporunu düzenleyecek bilim insanlarının seçimi de bu kurul tarafından yapılmalıdır.
  • Çevre Kanunu ve ÇED Yönetmeliği yeniden ele alınarak hukukçular, bilim insanları ve ekoloji örgütlerin görüş ve önerileri doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Halkın karar alma süreçlerine katılımı sağlanmalıdır. Asıl karar verici mercii, ÇED toplantılarında halkın  aldığı tavır olmalıdır.
  • “ÇED Olumlu” kararlarının iptali durumunda şirketlerin yeniden rapor hazırlamalarının önünü açan 2009/7 sayılı genelge çok acilen yürürlükten kaldırılmalıdır.
  • Çevre davalarının kamu davası sayılması, harç ve masraflarının tamamının adli yardımdan sağlanması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Çevre davalarında sürelerin uzun tutulması ve geriye dönük davalar açılabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Sağlıklı çevrede yaşama hakkı aynı zamanda gelecek kuşakların yaşama hakkının sağlanması sorumluluğudur. Bu nedenle dava açma hakkını sınırlandıran yargısal uygulamalar son verecek yasal düzenleme yapılmalıdır.

İklim krizine karşı mücadele için acil önlemler

İklim krizinin özellikle de dezavantajlı grupları olumsuz etkilendiğine dikkat çekilen Ekoloji Birliği açıklamasında, Türkiye’nin tüm paydaşlarla birlikte bilim insanlarının önerileri doğrultusunda iklim değişikliği eylem planını acilen hazırlaması ve uygulaması talep edildi:

  • IPCC önerileri doğrultusunda, 1,5 derece ısınma hedefine uygun karbon salımını azaltmak için 2030’a kadar kademeli olarak kömürden çıkılmalıdır. Bu süreçte mağdur olacak çalışanlar ve aileleri için özel önlem paketleri hazırlanmalıdır.
  • 2050’de karbon nötr hale gelebilmek için tüm sektörlerde karbon salımlarını düzenleyecek önlemleri alınmalıdır.
  • Bu süreçte iklim krizinden etkilenen yoksul halk için destekleme mekanizmaları kurulmalı ve gerekli kaynak yaratılmalıdır. Kaynağı ise kirletenden ve krize neden olan şirketlerden alınmalıdır.
  • İklim krizinden etkilenen tarım sektöründe tarımsal üretimin devamının sağlanması için gerekli önlemler acilen alınmalıdır.
  • İklim değişikliğine yol açan enerji, madencilik, inşaat, ticaret gibi  sektörlerdeki faaliyetler toplumsal ve kamusal ihtiyaç dahilinde en az seviyeye indirilmelidir.
  • Ulaşımda hızlıca toplu taşımaya geçilmelidir.
  • Çalışma saatleri düşürülmelidir.
  • Enerji verimliliği ve enerji tasarrufu konusunda çok somut adımlar atılmalıdır.

 

Paylaş
Yazar:
Yeşil Gazete