Biyo-yakıt ekonomisinde *bitki*hayvan*insan* sıralaması *fakir insan*bitki*hayvan*zengin insan*araba* olarak şekilleniyor. Daha açık belirtmek gerekirse; en tepede arabaların olduğu bir beslenme zincirinden bahsediyoruz.
Matrix üçlemesinin bilim-kurgu klişelerine en çok yaklaştığı sahnes
Yeşil Gazetenin bu sayısında çevirisini yaptığım George Monbiot’un “The Pleasures of the Flesh” yazısının sonlarında bir yerinde kafama takıldı Nebuchadnezzar’ın daimi menüsü. Monbiot “Kavanozda et yetiştirmeyi başaramadığımız sürece…” şeklinde bir cümle kuruyor. Çok başarılı kaynak taraması yapan, yaptığı hesaplar kolay kolay çürütülemeyen bu araştırmacı yazarın bu cümlesi beni oldukça rahatsız etti. Herhalde Monbiot insanlığı nasıl doyururuz hesabına öyle kaptırmış olacak ki kurduğu cümlenin iticiliğini fark edememiş.
Yemek kültürü insanlık kadar eski, insanlık kadar çeşitli, bizi biz yapan bir parçamız. Yemeği fabrikasyon hale getirdikçe, yediklerimiz “gerçek” bir yemeğin replikalarına dönüştükçe geri dönüşü olmayan bir şekilde başka bir aleme doğru kayıyoruz. Yemek yemenin tekrar eden, zorunlu ve dolayısıyla kolayca kanıksanan bir süreç olması, yemek kültüründeki değişimleri çok hızlı ve geri dönüşü zor kılıyor.
Hint atasözünün dediği gibi midemdeki ateşi söndürsün yeter diyen, demek zorunda kalan insanlar için yemek kültürünün, kapsadığı sosyal geleneklerin ve altında yatan tarım kültürünün erozyona uğraması önemsiz olabilir. Ancak uzun vadede bu erozyonu yaratan endüstriyel gıda üretiminin en sert vurduğu kitleler doyurmayı vaadettiği bu fakir kitleler.
Tüm bunların biyo-yakıtlarla ne ilgisi olduğuna gelirsek… Biyo-yakıtların küresel gıda krizinin önemli nedenlerinden biri olduğu aşikar. Ancak bunun ötesinde biyo-yakıt tüketiminin, egsozlardan gelen mısır kokusunun, altında yatan anlam, binlerce yıldır gıdamızın temel direği olan tahılların (ki hele memleketimiz için apayrı bir önemi olmalı) insanı değil insana hizmet etmesi gereken makinaları besler oluşudur.
“Ne yersen o olursun.” (You are what you eat.) diyen sloganı biyo-yakıt ekonomisine göre aranje edersek “Neyi beslersen onun olursun.” demek mümkün. Zira besin zincirinde geleneksel olarak tahılların bir kısmı ile kendimizi geri kalanıyla da hayvanları besleriz. (Tabii bir de tahılla beslediğimiz hayvanlarla besleniriz.) Ancak biyo-yakıt ekonomisinde bu *bitki*hayvan*insan* sıralaması *fakir insan*bitki*hayvan*zengin insan*araba* olarak şekilleniyor. Daha açık belirtmek gerekirse; en tepede arabaların olduğu bir beslenme zincirinden bahsediyoruz.
Bu yeni besin zinciri insanların açlığı pahasına işliyor. Çözüm olarak da endüstriyel tarımı sunuyor. İnsanlar yeni düzenin harcanabilir tahılları ve inekleri olurken, arabalar da yeni düzenin insanları oluyor.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…