Bal Ülkesi filminin yapımcıları, Balkanlar’ı iyi bilen Tamara Kotevska ve Ljubo Stefanov. Belgesel, uluslararası film ve belgesel kategorilerinde Oscar dahil pek çok ödüle aday gösterildi. Belgeselin hikayesi, Avrupa Birliği’nin Makedonya’da ekolojik olarak biricik olarak belirlediği yerlerden birinde geçiyor.
Yönetmenler ekolojik duyarlılığı artırma kaygısıyla bir doğa belgeseli çekmek için araştırma yaparken 50 yaşlarında, altı çocuğuyla doğada tek başına yaşayan Hatice Muratova ile tesadüfen tanışırlar. Olayın doğal gelişmesi de belgesele ayrı bir tat katmış. Yapımcılar öyküyü kurgulamadan önce Hatice’nin yaşamını iki yıl izlemişler. Yaz ve kış onunla, o hırçın doğa parçasının da özelliklerini yaşamışlar. Hatice’nin bakmak zorunda olduğu yaşlı annesine, çocuklarına ve hayvanlarına davranışlarını izlemişler.
Avrupa’nın son yaban arıcılarından olan Hatice, önceki nesillerden öğrendiği arıcılığı o kadar zevkle yapıyor ki; adeta arılarla harmoni içinde yaşıyor. Onlarla konuşuyor. Ve şarkılar söylüyor. Elektriksiz ve zor bir coğrafyada yaşamını sürdürmeye çalışmasına rağmen oldukça mutlu görünüyor. Kaya kovuklarında olan doğal petekleri hasat ederken arılara yeterli besin bırakmayı önemsiyor. Hatice’nin arıcılık pratiği ‘yarısı bana yarısı sana (arıya)’ etiğiyle süregidiyor… Bu durum ekosistemin bütünlüğü açısından önemli! Biraz bizim Anadolu kültüründe var olan ekim sırasında dile getirilen ‘kurda-kuşa-aşa’ söylemini çağrıştırıyor. Ekosistemin parçası olan kurt ve kuş doyduktan sonra kalanı bizim olsun dileği, aç gözlülükle ve endüstriyel tarımla ne kadar uyuşuyor, bir düşünelim.
Hatice örneğinden ilerlersek arıların oğul verme* döneminde türküler söyleyip ve onlarla konuşarak sakinleştirmesi arıları yatıştırıyor. Benzeri gelenek başka kadim kültürlerde de var. Örneğin Afrika’da oğul dönemi ve bal hasadı gibi anlarda davul çalınıyor. Hatice’nin komşusu Hüseyin ise pazar için daha çok bal üretme peşinde… Bal hasadı sırasında arılar Hatice’yi sokmazken, Hüseyin bir dizi arı sokması sonucu kaosla yüz yüze geliyor. Oysa Hatice’nin duman çıkaran körüğü dışında hiçbir balcılık aleti ve edevatı da yok.
Seattle’de kent arıcılığı yaptığımdan biliyorum; bal hasadı aşaması zordur. Arılar birkaç gün hatta bir hafta kendi ballarının peşine düşerler. Çünkü onu kışlık yaşamları için depolamışlardır. Birileri gelip onu ‘çalarsa’ korumaya çalışırlar ve saldırganlaşırlar. Hatta kışa doğru bir kenarda biriktirdikleri propolisle kovanların su alabilecek yerlerini sıvamaya hazırlandıklarından, bazı araştırmacılar özellikle propolisin alınmasının arıları daha da öfkelendirebileceğini belirtirler. Geçimlik ekonomi, biriktirmeye satmaya yönelik değil de yalnızca ihtiyaca yönelik üretime dayanır. Hatice de yalnızca zorunlu ihtiyaçları için kilometrelerce ötedeki pazara bohçasını omzuna alarak dağ tepe aşarak gider.
Ülkemizde köylü pazarı denilen yerlerde bir iki kilo fasulyesini, birkaç yumurtasını satmak için gelen kadınlara sıkça rastlarız. Peki kadınlar neden geçimlik ekonomiye yatkındır? Konuya özcülük açısından bakmadığımı hemen belirteyim. Bir başka deyişle kadınlar derleyici rollerinden dolayı doğaya daha yakın ola gelmişlerdir. Bu doğru. Ancak her kadının yaklaşımın da aynı olmayabileceğini vurgulamalıyız. Pratik yapmadan gözlemlemeden genetiğinde olan bir öğrenilmiş alışkanlığın her an canlanabileceği umudunu da taşımak ne kadar doğru? Hatice örneğinde olduğu gibi bir öğretinin sindirilegelmesi ve kuşaktan kuşağa geçerek kültürel bir birikim oluşturması önem taşıyor. Çünkü Hatice kuşaktan kuşağa geçen yaban arılarıyla uğraşıyı sürdüren ailesinden son kişi imiş.
Şu bir gerçek ki; toprağı, tohumu, şifalı otları vb tanıyan kadınlar onların yetiştiği ortamı korumayı erkeklerden daha fazla sahipleniyorlar. Bu duruma 1970’lerde ekofeminizmin ortaya çıkmasına taban olan Kuzey Hindistan’daki ormansızlaştırmaya karşı geliştirilen Chipco hareketinden, Japonya’daki toplum destekli tarım yöntemini ortaya atan ve hatta nükleersiz bir dünya isteyen annelere kadar dünyanın bir çok yerinde sayısız örnekler verebiliriz.
Bal Ülkesi belgeselindeki Hatice insan merkezli yaşam (antropsen) çağında insanın doğadaki diğer canlıları da düşünerek yaşayabileceğine ve parazit olmaktan kurtulabileceğine iyi bir örnek. İnsan için ekolojik ayak izi bırakmadan yaşamak mümkündür. Dünyada pazar ekonomisi yerine durma ve küçülmenin (degrowth) konuşulduğu son yıllarda, yetinme ve geçimlik ekonominin daha çok gündeme gelmesi gerekiyor. Kadının özel ve kamusal alanda özgürleşmesinin sağlıklı gıda politikalarının yanında gıda üretim sürecinin demokratikleşmesine de bağlı olduğunu hatırlatarak, Dünya Çiftçi Kadınlar Günü’nün önümüzdeki yıllarda daha amacına uygun olarak kutlanmasını dilerim.
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…