Fotoğraf: AA
Dünyanın hiçbir kenti için 2020, hayırla anılacak bir yıl olmayacak. Türkiye kentleri için de öyle… Belki kazanımlar da var, ama kayıplar öylesine büyük ki, önce onlara değinmek gerek.
Dünyada ve Türkiye’deki ekonomik durum ve neo-liberal çöküşlerden ötürü, kentsel üretim/sanayi üretimi ve kentsel hizmetler krize doğru sürüklendi. İşsizlik artarak devam ederken, virüs salgını başladı ve bakalım, kentlere neler oldu?
Yine de, kentlerde yoğunlaşan bu olumsuzluklar, salgının etkisinin azalması ve aşı uygulamasının yaygınlaşmasıyla, iyi bir yönetim/ (katılımcı) yönetim planlaması ile düzeltilebilir. İklim değişikliği bakımından kendiliğinden ortaya çıkan olumlu sonuçlar, bilinçli seçimlerle sürdürülebilir hale getirilebilir. Ancak kentlerdeki kültürel gerilemeleri ve çöküşleri, nerdeyse bütün sanat alanlarında ortaya çıkan kayıpları ve sanatçıların yaşam soluğunun kesilmesini, henüz tartışmadık.
Acaba kentin maddi yaşamındaki, yani yoksulluğun artması, gelir düzeyleri arasındaki uçurumun büyümesi, işsizlik/ kapanan küçük ve orta ölçekli işyerleri ve giderek daha büyük borç batağına gömülmek, gelecekten de çalarak yaşamak zorunda olmak mı daha kötü, yoksa kentlerde o son derece sırçadan yapılmış ve büyük inceliklerle ve dikkatle örülmüş ve zor bir dengede var olabilen kentin kültürel ve sanatsal yaşamının nerdeyse balta darbeleriyle parçalanarak yok edilmesi mi, daha kalıcı bir kayıp?
Bu yanlış bir soru. Kentlerdeki milyonlarca insan, yeterli beslenemez hatta açlık sınırında yaşar ve ısınmaya/ enerjiye yetecek para bulamazken, tiyatrodan, sinemadan, müzikten filan bahsetmek, tam gamsız ve tuzu-kuru bir burjuva aymazlığı gibi duruyor. Kentli insanlar evlerine/ çocuklarına götürecek ekmek için, işini kaybetmemek için, hastaneye düşmemek için, canını dişine takmış yaşamaya çalışıyorken, “kentlerin 2020’de karşılaştığı en ciddi sorun nedir?” diye soramayız. Yanıt, apaçık: Kentsel yaşamın ekonomik ve toplumsal zorluklarla dolu, boğulmakta olan bir sürükleniş içinde olmasıdır.
Peki, kentlerdeki kültürün çökmesi, sanatsal üretimin durması, neden bunca yoksulluğun/ sefaletin yanında, önemsenmesi gereken bir durum olarak duruyor?
Kentte üretilen sanat, kentin en yaratıcı ve yenilikçi, ileriye yönelik arayışların en yoğun biçimde tartışıldığı alan olduğu ve onca baskı ve zulme karşı; özgürlüklerin, karşı çıkışların ve direnişlerin en fazla parladığı ve direngen bir dinamizmin ocağı olduğu, için önemlidir. Sanatlar ve sanatçılar, kentin hem yaşayan ruhunu, hem de geleceğe doğru bakarken en zor koşullarda bile geleceği hayal edebilmenin o hafifletici atmosferini yaratırlar durmadan… Eğer kültürel ve sanatsal çalışmalar yoksa, kentte özgürlükleri/ yaratıcılığı ve yeniyi tartışmak ve anlamak zorlaşır.
Gündelik yaşamının rutin döngüsü ve otoriter bir despotizmin boğucu havası çöker kentin üzerine. Kentin kültürünün oluşması zor ve bir çok olasılığın olumlu beraberliğine bağlı olarak geliştirilebilen bir durumdur. Kültürel ve sanatsal üretimlerinin yaratılması, sürekli olarak, çok sayıda ögenin dengesine ve bu dengedeki dinamizmin sürdürülebilmesindeki yaratıcı başarıya bağlıdır. En çok risk altında olanlar ve bunalım zamanlarında en çabuk kırılabilecek dengeler, doğal olarak, kültürel alanda yaşayabilme savaşımı içindedir.
Biriktirilebilmesi, bu birikimin tutuculaşmadan, statükoyla / sermayenin ya da ideolojinin egemenliğine boyun eğmeden birikebilmesi ve bu kentsel birikimlerin anlamlı bir biçimde çoğaltılabilmesi ve bir bellek oluşturması, mekanik bir durum değildir. Kütüphane, güzel sanatlar akademisi, müze ve sergi salonu/ tiyatro- performans salonları, müzikholler kurmakla olabilecek bir şey değildir. O ancak, toplumla-sanatçıların özgür ve içten, anlık iletişimi ve anlaşmalarıyla beslenirse, kentin bütün insanlarına yeni esinler verebilmeye devam ederse, anlamlı biçimde yaratılmış olur.
Bütün bu nedenlerle, kentlerdeki ekonomik ve toplumsal çöküşleri ve ortaya çıkan zorlukları birincil olarak ele almak gerekmekle birlikte, bu alanlardaki kötüleşmenin etkileri de düzelmesi de, hızlı olabilir. Oysa kültürel ve sanatsal yaşamdaki çöküşlerin onarılabilmesi ve kendisini yenileyerek kentin sahnesine yeniden çıkabilmesi, çok daha güçtür. Çok daha fazla sayıda, içtenlikli ve özgürlük dolu ögenin, kendiliğinden etkileşebilmesine bağlı bir olasılıktır. Bu tür kayıpların onarılması çok daha uzun zaman alır. Eğer bu gerçekleştirilemezse, kentlerin kültürü, kaba bir farstan öteye geçemez.
Bu durumda, 2020 kentlerindeki durum ile ilgili son maddeyi de yazabiliriz artık:
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…