Ne ana akım bir Hollywood filmi gibi gösterişli, ne Avrupa sinemasının iyi örneklerinden biri gibi gerçekçi şu son zamanlarda sıkça çekilen kamu spotları. İçlerinde birkaç dişe dokunur örnek bulmak mümkün olsa bile, 70’lerin ve 80’lerin Türk filmlerinin duygusal dokunuşlarından da uzak, 2000’lerin reklamlarının hız ve neşesinden de.
Ne var peki? Amatör oyunculuklar var mesela, sadece amatör olsa iyi, kötü oyunculuklar var. Basit çekimler. Ve bir donukluk, donmuşluk hissi veren ekran renkleri var ve didaktik metinler.
Evet, belki de en önemlisi bu. Fazlasıyla didaktik metinler var bu kamu spotlarında.
Bir belgeselin bile gerçekleri anlatması yetmiyor günümüzde, aynı zamanda çekim kalitesiyle bir gerçeklik duygusu vermesini de bekliyoruz. Yeni nesil teknolojiler renkleri canlandırmakla kalmıyor, üç boyutlu görüntüleri evlerimize taşıyor bir süredir üstelik.
Ama sanki bütün bunlara inat bir tuhaf şu bizim kamu spotları.
Sadece konunun heyecan verici olmamasından değil, biliyorum bunu. En sıradan konular bile daha iyi anlatılabilir çünkü. Reklamlar bunun en iyi örneklerini veriyor; mesela bankacılık yahut sigorta işleri çok mu zevkli uğraşlar!
Beceriksizlikten olduğunu da sanmıyorum bu cansızlığın.
Şu meşhur “aptala anlatır gibi anlatma” meselesinden ileri geliyor kısmen.
Belki iyice aptallaşalım diye böyle çekiliyor kamu spotları veya zaten besbelli aptal olduğumuza inanılıyor da ondan.
Yahut başka umutsuz ve kötücül bir fikir var ardında, yapanların ve sipariş verenlerin bile farkında olmadığı.
Kamu spotu gibi hayatlar yakıştırıyorlar bize ve kendilerine.
Donuk.
Renksiz.
Sıkıcı ve didaktik yani.
Oysa kamu spotu gibi hayatlar istemiyoruz biz!
Bir özelliği daha var kamu spotlarının. Hayatın güzelliğini mi anlatacak ölümden başlıyor. Sağlıktan mı söz edecek, önce bir hasta ediyor bizi. Tasarruf mu diyecek, fakirlikten alıyor hikâyeyi.
Neden?
Çünkü iktidar korku üzerinden kuruyor kamuyla ilişkisini. Üstelik eski bir alışkanlık bu, asla yeni değil. Ölümü gösterip sıtmaya ikna etmek istiyor bizi sanki. Çünkü bildiği bu, çünkü gönlü fakir iktidarın. Çünkü korkuyor hayattan. Bu yüzden de iyiyi çok iyiyle anlatmak yerine bir uca savrulup hikâyeyi kötüden başlatıyor, kötüden kuruyor senaryolarını.
Bizden iyi bir şey mi istiyor kendince, bir gösteriyim diyor yapmazsan başına ne gelir, neler gelir. Yani aslında, mamasını yemeyen çocuğa “annenin bak polis amca gelir sonra,” demesi gibi bize de öyle diyor iktidar, bak ölüm gelir, yoksulluk gelir, hastalık gelir.
Eh, bir de yoktur tabii iktidarın haz deneyimi. İnsanın haz deneyimi de pek azdır bu yüzden. Haz deneyimlerimiz ölümden devşirmedir çoğunlukla. Sevgiyi de sevgisizlik üzerinden tanımlarız zaten çoklukla. Çünkü iktidar, iktidar olacağım diye diye “insanı hayata âşık ama esasen mala düşman edecek” hazzı denetlemeye ayırır tüm enerjisini. Hayatı denetlemek çabası da gittikçe koparır onu hayattan, sevgiden, yeşilden, kuştan ve börtü böcekten.
Dolayısıyla kurudur talep ettiği senaryo. Çünkü baba, ders vermeye soyunmuştur.
Renkleri söker hayattan. Sesleri düşürür, monotonlaştırır. Mesajlarıysa bir aptala söylüyormuş gibi, çıplak ve kabadır.
Kim kafasını çevirir, kim bakar, kim ister kamu spotu gibi bir yaşam?
Korkuyu öne çıkaranlar, hazları rafa, hatta derin dondurucuya kaldıranlar ister.
Oysa ölüme dikkat mi çekeceksin, hayatı öv!
Hastalıktan sakının mı diyeceksin, koştur bizleri çimlerde!
Sevgiden mi söz edeceksin, Allah aşkına öpüştür gençleri, seviştir yaşlı çiftleri. Yaşlı çiftler sevişmez mi? Sadece emekliye mi ayrılır? Sadece ak saçlarında torunlarının elleri mi dolaşır?
Hadi oradan!
Hem unutma “özgür bir insan ölüm üzerine düşünmez, çünkü onun bilgeliği yaşam üzerine bir meditasyondur,” diyordu Spinoza.
Çünkü hayatın zevklerine bırakmıştır kendilerini. Özgürüz biz, öyle düşün, inan buna.
Ama biliyorum tüm iktidarlar korkar hazdan. Geçmiştekiler ve şimdikiler, hepsi. Hayattan korkar, hayatın zevklerinden. Çünkü hayat sevgisi, her türlü korkuyu yener, bir insanın diğerine el vermesi hepimizi birbirimize bağlar, engelleri yıkar ve yeryüzünü cennet kılar.
İktidarın sınırlara, özel mülklere, büyük duvarlara, yasal hapishanelere, yüzünüze vuracağı ayıplara, gizli kayıtlara ihtiyacı vardır oysa.
Oysa aşk çıplak uyur, çıplak gezer korkusuzca.
Haz kendini bırakınca büyür, iktidar ancak zor kullanınca, denetleyince.
Ve iktidar kendi istediği hayatı kurmak için çalışır, kamu spotları da zayıf içerikleri, solmuş renkleriyle döner durur ekranlarda.
İktidarın yaşama biçimidir bu, yani bir başka deyişle hazzı öldürme biçimi.
Onur Orhan – egoistokur.com
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…