Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin yürüteceği iklim politikasına hukuki zemini oluşturacak İklim Kanun taslağının yeni yasama yılının başlaması ile birlikte TBMM gündemine geleceğini ve yıl bitmeden yasanın yürürlüğe girmesinin hedeflendiğini açıkladı.
Taslağının hazırlık sürecine dahil edilmediklerini belirten iklim ve ekoloji alanında çalışan sivil toplum örgütleri, ancak bilim temelli, katılımcı ve kapsayıcı bir iklim kanununun iklimi, doğayı ve canlıları koruyabileceğini belirtti.
Türkiye iklim değişikliğinin etkilerini her gün seller, kuraklık ve yangınlarla deneyimliyor. Bir yandan da en önemli ticari ortağı Avrupa Birliği’nin iklim değişikliğiyle mücadeleyi merkeze alan yeşil ekonomik dönüşüme yönelik düzenlemelerine uyum sağlamaya çalışıyor. Ülkemizin sera gazı emisyonlarını azaltmak ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak için etkili politikalara ihtiyacı var. Bunun yolu da uzman görüşleri ile hazırlanmış bir İklim Kanunu’ndan geçiyor.
Sivil toplum örgütleri hazırladıkları ortak açıklamada, ilk kez yürürlüğe girecek hayati önemdeki İklim Kanunu’nun taslak yazım sürecine dahil edilmedikleri için birçok eksiklik içerdiğine dikkat çekerek Meclis görüşmelerinde aşağıda yer alan eksikliklerin giderilmesini talep etti.
Örgütlerin yasa taslağının kamuoyuna yansıyan son haline dair görüşlerine ilişkin detaylar şöyle:
Türkiye’nin, 2021 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan 2053 yılına yönelik bir net sıfır hedefi bulunuyor. 2053 net sıfır vizyonu ile uyumlu bir dönüşümün hukuki garantisi, ancak bu tarihin İklim Kanunu’nda yer alması halinde olabilir.
Uzun vadeli hedeflere ulaşmak ancak anlamlı ara hedeflerin ortaya konulmasıyla mümkün olabilir. Türkiye’nin, 2053’te net sıfır hedefine ulaşabilmesi için, 2020 yılına kıyasla 2030’a kadar en az yüzde 35 mutlak emisyon azaltımı hedeflemesi gerekiyor. Emisyon azaltım hedefinin bu doğrultuda güncellenmesi ve hedefe ulaşmak için somut adımların atılması halinde, bunun Türkiye ekonomisi üzerinde olumlu etkileri olacağı açık.
Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. İçinde bulunduğumuz dönemde de yaşadığımız kuraklık, yağışlarda azalma, sel, fırtına gibi olayların şiddeti ve sıklığının daha da artacağı öngörülüyor. Bu nedenle, tarım, balıkçılık, ormancılık gibi iklim etkilerine karşı en kırılgan alanlar başta olmak üzere tüm ekonomik sektörlerin, sağlık politikaları ve sağlık hizmet altyapısı ile çalışma hayatının, sosyal hizmetlerin ve kentsel altyapıların iklim değişikliğinin etkilerine uyum önlemleri ile güçlendirilmesi gerekiyor.
Kanun’da, iklim hedeflerinin belirlenmesi, hedeflere ulaşıp ulaşılmadığının izlenmesi, raporlanması ve denetlenmesi süreçleri detaylı olarak tasarlanmalı. Bu süreçlerde, “kapsayıcılık”, “bağımsızlık”, “bilim temellilik”, “uygulamada eşgüdüm”, “izleme ve denetimde şeffaflık” ile “hesap verebilirliği” garanti altına alacak kurumsal yapılar/mekanizmalar oluşturulmalı.
İklim değişikliği ile mücadele, karbon yoğun, kirli sektörlerin terkedilmesini ya da dönüştürülmesini gerektiriyor. Net sıfır hedefiyle uyumlu bir enerji dönüşümü için kömürlü termik santrallerin kapatılması ve kömür madenciliğinin terk edilmesi kaçınılmaz. Bu süreçte fosil yakıtlara dayalı bir enerji sisteminin doğurduğu toplumsal mağduriyetlere (hava kirliliği sonucu erken ölümler, tarım arazilerinin yok olması, doğal alan kaybı, mülksüzleşme vb.) plansız bir çıkışla birlikte yeni mağduriyetlerin eklenmemesi için adil geçiş mekanizmalarının kurulması şart.
İklim değişikliğinin etkilerine karşı en kırılgan kesim olan başta kadınlar, çocuklar, engelliler, yoksullar olmak üzere tüm kişi ve gruplara, iklim değişikliğine karşı direnç kazandırılmalı ve bu etkilere karşı gerekli uyum kabiliyetinin sağlanmasını kanun garanti altına almalı. Türkiye olarak, iklim adaletini gerçek kılan, kimseyi geride bırakmayan, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten, gelecek nesillerin haklarını dikkate alan ve yapısal eşitsizlikleri gidermeye odaklı bir iklim kanununa ihtiyacımız var.
Emisyon Ticaret Sistemi, ancak iddialı bir emisyon azaltım hedefi olduğunda ve sektörler için caydırıcı bir karbon fiyatı öngördüğünde işlevli olabilir. Ancak Türkiye’nin iddialı bir emisyon hedefi yok. Ayrıca taslakta yer alan ETS sistemi, bazı sektörlere emisyon izinlerinin ücretsiz verilmesi riski taşıyor. Bu da tıpkı Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi’nin ilk yıllarında olduğu gibi birçok sektöre ücretsiz emisyon izni verip karbon fiyatlarını düşürebilir.
STÖ’lerin çağrısında, taslakta öngörülen gönüllü karbon piyasalarından edinilecek denkleştirme araçlarının (basit bir ifadeyle tesislerin veya işletmelerin sorumlu oldukları emisyonları ağaçlandırma vb. uygulamalar sonucu engellediği veya azalttığını belgeleyerek telafi etmesi) da ETS’ye dahil edilmesinin emisyon azaltımına yönelik bir piyasanın oluşumunu daha da zorlaştırdığına dikkat çekildi. Buna göre, AB’deki piyasaya göre düşük bir karbon fiyatı, Yeşil Mutabakat kapsamında kurulan sınırda karbon düzenlemesinden kaynaklanan maliyetlerin faturasının kamu kaynaklarından ödenmesine neden olacak.
Ayrıca bu mekanizma iyi tasarlanmazsa şirketlerin kendilerine dağıtılacak bedelsiz kirletme hakları üzerinden haksız kazanç elde etme riski yüksek. Bu da ülke kaynaklarının sosyal adalete uygun bir şekilde dağıtılmasını engelleyecek.
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…