Kirkpatrick MacMillan’ın tasarladığı velosipet
Yeşil Gazete’de yayınlamaya başladığımız [Oğuz Gidiyor] yazı dizisinin ilk bölümünde, Göztepe-Tayland yolunda 2 yıl ve 16 bin kilometre boyunca beni yalnız ve yolda bırakmayan bisikletle yol arkadaşlığımdan bahsetmiş ve onun 200 yıl önce başlayan hikâyesine kısa bir giriş yapmıştım. Hikâyeye bu hafta kaldığı yerden devam ediyorum. İtiraf etmem gerekirse sizler için bu hikâyeye çalışmak, benim de yol arkadaşımı daha yakından tanımama neden oldu.
Drazyenin yaratıcısı Karl Drais onu başlangıçta bir koşu makinesi (laufmachine) olarak tasarlamıştı. Bu makine yaratıcısının adıyla ünlendi. Fransa’da da ilgi gören drazyeni Fransızlar, Latince velox (süratli) ve pes (ayak) kelimelerinden türetilen ‘vélocipède’ adıyla tanıdı.
Velosipet daha sonra insan gücüyle çalışan, bir veya daha fazla tekerleği olan araçlar için kullanılan genel bir terime dönüşecekti. Velosipet tanımı, drazyenin icadından neredeyse 40 sene sonra, kemik titretenin (bir bisiklet türü) tasarlanmasıyla yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Velosipet; günümüzde ünisiklet, bisiklet, trisiklet ve kuadrisikletin 1817-1880 yılları arasında üretilen öncülerini refere eder ve en bilineni de bisiklettir.
Drazyenin icadını takiben 1820’li ve 1850’li yıllar arasında benzer teknolojilerle geliştirilen, insan gücüyle çalışan ve dengede kalma gereksinimini ortadan kaldıran üç tekerlekli trisikletler ve dört tekerlekli kuadrisikletler üretildi.
Bu araçlarda farklı pedal mekanizmaları ve çekiş sistemleri kullanıldı, el pedalları bile denendi. Hangi model olursa olsun, fazla ağırlığın ve yüksek dönme direncinin önüne geçilemedi.
1850’lerde İngiltere’nin Dover şehrinde yaşayan marangoz Willard Sawyer’ın ürettiği kuadrisiklet modelleri oldukça popüler olmuş, pek çok ülkeye ihraç edilmişti. Sawyer’ın kuadrisikletlerinde sağ ve sol ön tekerlekler için ayrı birer pedal ayaklarla yönetiliyor, güç önce döner kranklara sonra da tekerleklere iletiliyordu. Sawyer’ın 1858’de Galler Prensi için ürettiği kuadrisiklet 13 km/s hızda gidebiliyordu.
İskoçya’da insan gücüyle hareket eden iki tekerlekli ilk aracın demirci Kirkpatrick MacMillan tarafından 1839’da üretildiğini düşünülüyor. MacMillan’ın ürettiği araç arkadan çekişliydi; orta kısmındaki pedallar millerle arka kranklara bağlanıyor ve çekişi sağlıyordu, tıpkı buharlı lokomotifte olduğu gibi.
Yandaşları, MacMillan isminin aynı zamanda resmi kayıtlara geçen ilk bisiklet kazasında da yer aldığını savunmuşlar. 1842 yılında bir Glasgow gazetesinde yer alan habere göre; Dumfriesshire’lı bir centilmenin sürdüğü, ustalıkla üretilmiş velosipet bir yayaya çarpmış ve onu devirmiş, kaza nedeniyle centilmene 5 İngiliz şilini ceza kesilmişti. Demir ustası MacMillan centilmene benzetilemeyeceği gibi, haberde velosipetin kaç tekerlekli olduğu da yer almamıştı. O dönemde bir centilmenin trisiklet veya kuadrisiklete biniyor olma ihtimali de oldukça fazlaydı. Bu durumda, haberde söz edilen şahıs büyük ihtimalle MacMillan değildi.
1845 yılında Lesmahagow’lu Gavin Dalzell da, MacMillan’ın velosipetine çok benzeyen bir taşıt üretti. Taşıtı Dalzell’in icat ettiğine dair kanıt olmadığı gibi, kendisinin de böyle bir iddiası bulunmamış. Ama kumaşçı ve tuhafiyeci olan Dalzell’in, ürettiği bu taşıtla ürünlerini yaşadığı bölgenin kırsalına taşıdığına ve pazarladığına dair kanıtların olduğu da bir gerçek.
MacMillan velosipetinin bugün Glasgow Ulaştırma Müzesi’nde yer alan replikası, aynı zamanda dünya üzerinde fiziksel varlığını koruyan en eski bisiklet ünvanını da elinde tutuyor. Ayak pedalları, miller ve kranklarla çekiş sağlayan iki tekerlekli taşıdın belgelenmiş ilk üreticisi ise 1869 yılında Kilmarnock’lu Thomas McCall olmuştu. McCall, taşıtını Fransız üretimi önden çekişli Michaux tipi velosipetten esinlenerek tasarlamıştı.
Fransız üreticileri ‘velosipet’ ismini vermiş olsa da, pedallı gerçek bisikletin ilk türü için İngilizlerin yaygın olarak kullandığı isim ‘kemik titreten” olmuştu. Araca bu ismin verilme sebebi, demirle kaplanmış ahşap tekerlekleri ve dövme demirden yapılmış gövdesi nedeniyle sürüşün son derece rahatsız olmasıydı. Uzun, düz bir demirden yapılan ve seleyi destekleyen yay sayesinde, bozuk yollardan kaynaklanan şokların çoğu emiliyordu. Yine de sürüş oldukça rahatsızdı. Kemik titretenin bir de freni vardı; metal bir kolu yöneterek sürücü ahşap fren pedini arka tekerlek üzerine bastırabiliyordu. Ön tekerlek mili, yağlanmış bronz yataklarda dönüyordu. Bazı modellerde yatakların hemen üstünde küçük yağ depoları vardı. Yağ emdirilip depolara konan koyunyünü, sızıntı yaparak yatakları yağlıyor ve milin pürüzsüz dönmesini sağlıyordu. Kemik titreten önden çekişli, 1metre çapında tekerlekleri olan, oldukça ağır bir velosipetti. En hafif modelleri bile 14 kilo ağırlığındaydı. Kemik titretenin tasarımı Macmillan velosipetinden daha basitti; ön tekerlek göbeğine monte edilmiş döner kranklar ve pedallar bulunuyordu. Pedal çevirmek araçta çekiş gücü sağlamayı oldukça kolaylaştırsa da, dairesel dönüş hızının sınırlı kalması nedeniyle denge ve konfor problemleri yaşanıyordu. Bu daha sonra geniş ön tekerlekli(yaklaşık 1.5m)‘penny-farthing’ tasarımını doğuracaktı. Metal gövde kullanılması kemik titreteni hafifletmiş, daha şık ve zarif göstermiş, seri üretime imkân sağlamıştı. Bu modeli farklı üreticiler farklı fren mekanizmaları ile ürettiler.
Bu sırada velosipetle ilişkili buluş ve patent sayısı ABD’de tavan yapmış, pedallı velosipet Atlantik’in her iki tarafında da popüler olmuştu. 1868-69 yıllarında yaşanan velosipet çılgınlığı kırsal alanlarda da oldukça güçlüydü. Kanada’nın nispeten küçük bir şehri olan Halifax’ta bile beş tane velosipet pisti vardı ve şehrin ana meydanlarında binicilik okulları açılmıştı. Velosipet aynı zamanda sürücüler için pazarın yaratılmasında ve daha verimli yeni araçların geliştirilmesinde bir atlama taşı olmuştu.
Velosipetin rönesansı 1860 sonlarında Paris’te, Fransız bir metal işçisinin ön tekerleğe pedal monte etmesiyle başladı. Demirci Pierre Michaux, at arabası ve vagon parçaları üretmenin dışında, 1863’te ‘vélocipède à pédales’ yani pedallı bisikleti tasarlamış, küçük ölçekte üretmeye başlamıştı.
Varlıklı, uyanık ve girişimci Aimé ve René Olivier kardeşler aynı yıllarda Paris’te okuyorlardı. Bu yeni aracı çok beğendiler. 1865 yılında pedallı velosipet ile Paris’ten Avignon’a sekiz günde gittiler. Aracı seri üretmenin ve satmanın ne kadar kârlı olacağını fark ettiler. Olivier kardeşler, arkadaşları Georges de la Bouglise ve tasarımcı Pierre Michaux hep birlikte 1868’de ortaklık kurdular. Girişimin başarılı olması için Olivier kardeşler perde arkasında kalmayı ve isimlerini kullanmamayı tercih ettiler. Kurulan şirketin ismi Michaux et Cie yani ‘Michaux ve Ortakları’ oldu. Seri olarak velosipet üreten ilk şirketi kurmuş, ticari başarı ve popülarite kazanmışlardı.
Kemik titreten; 1868-69 yıllarında bir kez daha yaşanan bisiklet çılgınlığını ateşlemiş, pek çok üretici tarafından da üretilmişti. Gövde olarak artık ahşap değil, birbirine birleştirilen iki parça döküm demir kullanılıyordu. Michaux’un ürettiği ilk modeller, gövde farklılığı haricinde Lallement’in patent çizimindekiyle neredeyse aynıydı.
Memleketi Lyon’da Aimé Olivier, motor tamircisi Gabert’le beraber dövme demirden, diyagonal, tek parça ve çok daha dayanıklı yeni bir gövde geliştirdi. Bisiklet çılgınlığının başlamasıyla birlikte, pek çok demirci şirket kurmuş ve bu yeni gövde tasarımıyla üretim yapmıştı. Michaux müşterileri, velosipetlerindeki döküm demirden üretilmiş kıvrımlı gövdelerin kırılmaları nedeniyle şikayetlerde bulundular. Bir yandan velosipet pahalı bir araçtı, diğer yandan yeni gövde tasarımını rakipleri kullanmaya başlamışlardı bile. Olivier kardeşler, satmış oldukları velosipetlerin gövdelerini yeni diyagonal gövdelerle değiştirdiler. Bu sayede müşteri memnuniyetini koruyan Michaux ve Ortakları endüstrinin ilk yıllarındaki en baskın üretici olmaya devam edebildiler.
Dönemin ana ulaşım aracı olarak at arabaları kullanılsa da, Paris’in taşla döşeli caddelerinde bu velosipete binmek kolaydı. Araca Fransa’da halen ‘velosipet’, ABD’de ise ‘kemik titreten’ deniyordu. Zaman içinde çeşitli geliştirmeler yapılmış, bilyalı yataklar ve dolma kauçuk lastikler kullanılmıştı.
1870 yılında yaşanan Fransa-Prusya savaşı, Fransa’daki velosipet pazarını yok etti. Kemik titretenin ABD’de devam eden popülaritesi de 1870’de son buldu. Bunun mantıklı iki sebebi vardı; Avrupa yollarına kıyasla çok daha kötü olan Amerikan yol koşullarında velosipete binmenin oldukça zor olması ve Calvin Witty’nin, Lallement’in patentini satın almasının ardından üreticilerden talep ettiği telif ücretlerinin endüstriyi zedelemesiydi. Velosipet modasının hiç bir zaman geçmediği tek yer İngiltere oldu. Kemik titreten 1870’de yerini ‘sıradan’, ‘yüksek tekerli’ veya ‘penny-farthing’ isimleri verilen velosipete bırakacaktı. Kemik titretenlerin büyük çoğunluğu 1. Dünya Savaşı döneminde hurda metal olarak eritildi. Bu nedenle günümüze ulaşan orijinal araç sayısı çok az. Zaman zaman ortaya çıkanlar ise 6000 dolar gibi yüksek fiyatlarla alıcı buluyor. Kanada’nın başkenti Ottowa’daki Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde bu velosipetlerden birini görmek mümkün.
Bisikletin yol hikâyesi gelecek hafta 1870’li yıllarda ortaya çıkan yüksek tekerlekli bisikletle devam edecek.
Oğuz Tan
Bisiklet Gezgini
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…