Sveti Jovan Kilisesi
Etrafı suyla çevrili olmamasına rağmen, 2 milyon nüfuslu Makedonya aslında küçücük bir ada. Bir tarafı Arnavutluk ve Yunanistan, diğer tarafı da Bulgaristan ve Sırbistan’la çevrili. Hepsi de bu minicik ülkeye düşman gözüyle bakıyor; biri varlığını kabul etmiyor, diğeri üstünlük taslıyor, hepsi de iç işlerine burnunu sokmaya çalışıyor. Tüm bu tuhaf durumlara rağmen Makedonya mutlu bir ülke; buranın incisi Ohri de dünyanın en mutlu şehirlerinden,
Öncelikle buraya vize yok, istediğiniz zaman alın pasaportunuzu uçuverin. Otobüsle de gidebiliyorsunuz, hem İstanbul’dan 11 saat sürüyor hem de bayağı hesaplı, gidiş dönüş sadece 50 Euro; ama Yunanistan’dan geçeceğiniz için vizeye ihtiyacınız oluyor. Bazen sınırda problem de çıkartabiliyorlar, yol uzuyor. Önerim, uçakla gidecekseniz önce Üsküp’e uçun, orada bir gün geçirdikten sonra otobüs ya da arabayla 3-3,5 saatlik bir yolculukla Ohri’ye geçin.
Orta Çağ’dan kalma kalesi, sayısız antik kiliseleri, Osmanlı evleri, Arnavut kaldırımlı sokakları ile UNESCO’nun dünya mirası listesinde olan Ohri, bir rivayete göre tanrının cenneti yaparken elinden yeryüzüne düşürdüğü parçadan oluşmuş. Bu her ne kadar rivayet olsa da buradayken insan kendini gerçekten de cennette hissediyor! Bana göre Ohri’yi bu kadar güzel yapan şeyler arasında önce insanları geliyor. Adres sorduğunuzda işini gücünü bırakarak neredeyse elinizden tutup sizi gideceğiniz yere kadar götürecek insanlar yaşıyor burada. Sanırım gittiğim yerlerde mimariden çok insanları önemsiyorum artık. Bakir kalmış doğası, tertemiz havası, baş döndürücü mimarisi ile buranın enerjisi hakikaten çok yüksek ve huzurlu; şehir sanki bu enerjiyi daha çok gölden alıyormuş gibi geliyor bana.
Dibinde sakladığı en ufak taşları bile görebildiğiniz cam gibi kocaman bir göl düşünün, üstünde kuğular yüzen ve etrafı sazlıklarla çevrili. Rüzgârda son derece estetik bir şekilde salınan bu sazlıklar göle bambaşka bir hava katıyor. Gölün bu kadar temiz ve berrak olmasının sebebini yine bir rivayetle açıklıyorlar. Anlattıklarına göre yeryüzünü yaratan tanrı bir gün ağlamış, gözyaşları ise Ohri Gölü’nü oluşturmuş. Gerçekten de Ohri hayatımda gördüğüm suyu en berrak göllerden.
Doğru mu bilmiyorum; bir yerde Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde buradaki kiliseler için ‘yılın her gününe bir kilise düşer’ dediğini okumuştum. Günümüze pek azının ulaşabilmesine rağmen gerçekten de geçtiğiniz her sokakta, döndüğünüz hemen her köşede antik kiliseler, şapeller, manastırlar görüyorsunuz. Bazıları ise sadece 10-15 kişi alacak kadar küçücük! Ortodokslar için burası çok kutsal bir yer sayıldığı için buraya ‘Slavların Kudüs’ü de denirmiş. Bana göre kiliselerin en güzelleri Ayasofya, Sveti Jovan, St. Klement kiliseleri ile tekneyle 1,5 saat uzaklıktaki St. Naum manastırı.
Özellikle Oscar adaylığı bulunan ‘Yağmurdan Önce’ filminin çekildiği St. Naum’a gitmezseniz hayatınızın en büyük fırsatlarından birini kaçırırsınız. Burası doğası ve Kara Drin gölüyle, tavus kuşlarının cirit attığı gerçek bir cennet. Tam anlamıyla masal kitaplarından fırlamış bir yer diyebilirim. Her an karşınıza bir orman perisi ya da bir ‘hobbit’ çıkacakmış gibi hissediyorsunuz. Burada bulunan, yeraltı ve dağlardan gelen kaynak sularıyla beslenen Kara Drim Gölü’nün suyu yaz kış aynı derece; o kadar soğuk ki elinizi suyun altında 10 saniye tutamıyorsunuz. Suyu o kadar berrak ki, resmen yeraltı kaynaklarının çıktıkları yerleri görebiliyorsunuz. Buraya Ohri’den her gün tekneler kalkıyor ve gidiş dönüş sadece 6 Euro.
Şehirdeki Kaneo bölgesinde bulunan Sveti Jovan Kilisesi’ne ise gidiş bile inanılmaz keyifli. Dik kayalıklar yüzünden gölün üzerine inşa edilmiş uzun ve daracık tahta bir yol, sizi hayal bile edemeyeceğiniz bir sahile çıkarıyor. Kilise başlı başına mimarisiyle çok etkileyici ama buradaki manzarayı görünce, Orta Çağ keşişlerinin kilise yapmak için neden burayı seçtiklerini çok iyi anlıyorsunuz. İster buradaki kafelerden birinde harika bir manzara eşliğinde Skopsko’nuzu yudumlayarak istirahat edin, ister yan yana sıralanmış plajlardan birinde güneşlenin; ama her iki halde de kendinizi mutlaka gölün buz gibi sularına bırakın!
Buraya ‘Makedonya’nın incisi’ denmesinin iki sebebi var; biri güzelliği, diğeri de gerçekten de incisinin meşhur olması. Hammaddesi sedef olan inci, gölden çıkartılan midye kabuğundaki bir maddenin yine gölde bulunan bir balığın pullarından yapılan bir sıvıyla işlenmesinden elde ediliyor. Sevdikleriniz için şahane bir hediye olacağı gibi fiyatları da kesinlikle fahiş değil!
Zaten Makedonya ucuz bir ülke; ama neye göre, kime göre tartışılır tabii! 3 Euro’ya çok lezzetli bir akşam yemeği yiyebiliyorsunuz mesela. Buranın alabalığı ve köfteleri çok ünlü ama bana sorarsanız asıl pizzaları muhteşem. Bugüne kadar en güzel pizzayı İtalya dışında bir New York’ta bir de burada yedim.
Olmazsa olmazlar
Seran Vreskala
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…