Bu yazı birdirbir.org/ dan alınmıştır
Başarısız darbe girişiminden bu yana neredeyse bir ay geçti. Mümtaz medyamız ve kuyumcu terazili adliyemiz, bu girişim konusunda temel ve esaslı birçok noktayı hâlâ aydınlat(a)madı. Egemen medya, tekbirli ve idam cezası talepli, dönerli ayranlı, bedava taşımalı, yoklamalı, dolayısıyla organize kitlesel etkinlikleri demokrasi şöleni diye sunarken, haksız ve temelsiz gözaltı, tutuklama ve işten el çektirmeleri görmezden geliyor, hatta bu hukuksuzluğu meşru göstermeye çalışıyor. Bir de itirafçılar geçidi başladı ki, hem hukukî olarak hem de vicdanî olarak sorunlu. Darbe başarısız oldu diyorlar, ama başarılı olsaydı acaba bugün yapılanlardan farklı olarak ne yapılırdı?
Egemen medya iktidar tarafından övgülere boğulduktan sonra, yetmedi, Saray’da ağırlanıp bir kez daha takdir edildi, fotoğraflar çekildi ve o an ölümsüzleştirildi. O kareye giren gazeteciler, çocuklarına, torunlarına uzun uzun anlatır artık…
Oysa ki “büyük” medya yanıtlarını araması gereken soruların yanından bile geçmedi:
Soruları çoğaltmak mümkün.
Gazeteci, esas olarak, kamuoyunda yanıtsız kalmış sorulara yanıtlar arayan bir profesyonel olmalı. Yeni soruları ortaya çıkarmak da gazetecinin işi. Gazeteci, keza, kamuoyunda yaygınlaşmış, ama doğruluğu şüpheli bilgi ve görüşleri de inceleyip, araştırıp açıklığa kavuşturan kişi olmalı.
Gazeteci, üç gün önce hakaret ettiği yabancı bir lidere bugün gülücükler atmaz. Gazeteci, geçmişte öve öve bitiremediği bir cemaat liderini iki dakikada harcayamaz. Ama oluyor işte. Neden mi? Çünkü manevra yapan gazeteci değil ki… Patron dönünce o da dönmek zorunda. Gazeteci, bağımsız ve özgür olmayınca, gazeteci olamaz. Olsa olsa sözcü olur, temsilci olur, propagandacı olur, reklamcı olur…
Araya sıkıştırayım: Egemen medya bu soruların yanıtını arayamaz, arasa da bulamaz. Çünkü 15 Temmuz konusundaki birçok gerçek, mevcut iktidara dokunuyor.
Benim takıldığım bir başka nokta var:
Salt siyasî tartışmaların konusu değil. Medya, bir konuyu özel olarak ele alıp işliyorsa o konunun tersini, yani zıddını, farklı bakış açılarını da incelemeli.
Çok sayıda devlet adamı, siyasetçi ve bazı meslektaşlar, 15 Temmuz’dan sonra, özel olarak da cadı avının başlamasıyla birlikte, Gülen cemaati konusunda yanıldıklarını, aldatıldıklarını itiraf etti, yazdı, söyledi.
Aldatılanlar ve itirafçılar ekranlarda bu kadar boy gösteriyorsa, aldatılmayanları ve Gülen’e baştan beri karşı çıkanları da yurttaşın tanıması, bilmesi gerekir, değil mi? Belki böylelikle aldatılanların neden aldatılmış olduğu, itirafçıların da neden itirafçı oldukları daha iyi anlaşılabilir. Hiçbir şey, zıddı teşhir edilmeden/deşilmeden doğru dürüst anlaşılamaz.
Aldatılanlar listesine baktığımda, örnek olsun diye bile, bir tane hakiki laik, hakiki cumhuriyetçi, hakiki solcu yok! Üç sıfata da hakiki vurgusunu yapmak zorunda hissettim, çünkü memlekette aslında resmî bir dinin mensubu gibi davranıp kendini laik sanan, 29 Ekim, 10 Kasım ya da 30 Ağustos’larda heyecanlandığı için kendisini cumhuriyetçi sanan ve en nihayet sağcılardan hoşlanmadığı için, ama sağcı devlet gibi düşünmesine rağmen kendini solcu sanan yüz binlerce yurttaş var.
Laikliğin, cumhuriyetçiliğin ve solculuğun “yenilenmiş 1789 versiyonunu” benimsemiş olanlar Gülen cemaatine hiçbir zaman yüz vermedi, onlara inanmadı, onlar tarafından da aldatılmadı. Çünkü azınlık da olsa bu kesim, ideolojik olarak Gülen ile AKP arasında büyük, önemli, tayin edici bir fark olmadığını biliyordu. Hele laiklik, cumhuriyet ve solculuk konularında Gülen ve Erdoğan dün de, bugün de aynı saftalar. Kürt meselesi, Ermeni sorunu, Kemalizm gibi tayin edici siyasî konularda da Gülen ve AKP hep hemfikir.
Laiklik, cumhuriyetçilik ve solculuk, insanı Gülen ya da AKP gibi mecralardan koruyan sağlam zırhlardır. Muhalefet de, insanı her daim canlı ve mücadeleci tuttuğu için vazgeçilmez bir yaklaşım…
Şimdi, üç temel kimliği/niteliği/siyasî-ideolojik tutumu biraz somutlaştıralım:
AKP ve Gülen’in vazettiği ve uyguladığı neoliberal politikalar, solculuk açısından, bu iki kesimle mücadele etmek için yeterli bir neden.
Türkiye’de kendini solcu sanıp devlete karşı Kürt haklarını savunan ne kadar insan ya da grup var? Ulusalcılık (bizim Celal’in deyimiyle ulusolculuk), milliyetçiliğin sol jargonla savunulması. Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil ya da Doğu Perinçek solcu olarak kabul ediliyorsa, bu solculuk majestelerinin solculuğudur, resmî solculuktur, devlet solculuğudur, yani devletçi ve milliyetçidir… Almayalım, kalsın!
Erdoğan’ın formüle ettiği “millî ve yerli” kavramı da, milliyetçiliğin, içe kapanmanın ifadesi, enternasyonalizme set çekmenin tezahürü.
Dünyada galiba Karl Popper ile başlayan, bizde de ‘80 sonrası sivil toplumculuk olarak tezahür eden sol görünümlü bir akım da var. 1980 sonrasında, İslâmcıların da mağdur olması bahanesiyle, Medine Vesikası gerekçesiyle, bazı solcu aydınların, Ecevit’in de… Dilipak’larla, Bulaç’larla işbirliğine başlamaları da pek hayırlı sonuçlar vermedi. Şerif Mardin hoca da Said-i Nursi’nin sivilliğinden filan dem vurmuştu sosyolojik tahlillerinde, değil mi?
Bir televizyon programı, bir gazete köşesi, okul gösterme bahanesiyle bir yurtdışı gezisi, her yıl Abant’ta kürsüye çıkma karşılığında ya da tamamen gafletten, ideolojik zaaftan aldatılmış kişiler olabilir. Bazıları da arkadaşlarımız.
İktidar sahiplerinin aldatılmışlığı ise pek inandırıcı görünmüyor. Onların o zaman Gülen’e ihtiyacı vardı. O kadroları kullandılar, koalisyon kurmuşlardı. Kasıtlı olarak, bile bile tonla yasadışı ve gayrımeşru işi birlikte yaptılar. O zamanlar iki taraf da samimi idi, gayet iyi anlaşıyorlardı. Kimse kimseyi aldatmadı.
Foucaultgiller yanılmadı. Laikliği, cumhuriyetçiliği, solculuğu ilke edinenler, muhalefetten vazgeçmedi. Hiçbir özel çıkarı savunmadı, hep kamu çıkarını ön planda tuttu. Dini kişisel alanda tuttu, dinin kamuya, devlete, kolektife, topluma sıçramasına rıza göstermedi, bu girişime alet olmadı, karşı çıktı.
Biz aldatılmadık. Siz de gerçekten laik ve cumhuriyetçi olsaydınız, aldatılmazdınız. Ya da aldatıldık demezdiniz. Solcu olmanız şart değildi. Zaten sizin solcu olmanız mümkün değil ki…
Bu yazı birdirbir.org/ dan alınmıştır
Ragıp Duran
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…