Yemyeşil ovaların ve zeytin ağaçlarının arasından Soma’ya ulaşan dar yolu son 2,5 ayda ikinci kez geçiyorum. İlki devletin “kaza”, Soma’nın katliam olarak gördüğü faciadan bir gün sonra, 14 Mayıs’taydı. Karşılaşacağım acının büyüklüğü karşısında ürktüğümü hatırlıyorum. Bu kez kulaklarımda Mayıs’ta farklı farklı ağızlardan duyduğum o ses var: Bizi unutmayın. Soma’ya 301 kişinin öldüğü katliamın üzerinden 2 aydan fazla zaman geçmişken yine gelmemize neden olan da o ses belki. Korktukları başlarına gelmiş mi anlamaya çalışmak için buradayız.
İlk gelişimizde ziyaret ettiğimiz köylerden biri İzmir’in ilçesi Kınık’a bağlı Elmadere köyüydü. Mayıs ayında köyün girişinde karşılaştığımız Tahir Kılınç “acıların babası oldum ben a kızım” diye anlatmıştı durumunu. Bu küçük köyden 11 madenci öldü. Tahir Amca faciada bir oğlunu, iki damadını, iki yeğenini kaybetmiş. Kendi oğlunun cesedini bulmak için 100 cenazeye tek tek bakmak zorunda kaldığını anlatmıştı geçen görüşmemizde. Ateş yüreğine, evine düşse de acısını yaşayamayanlardan. Çünkü geride bakmakla sorumlu olduğu 7 çocuk kalmış. Bizi yolcu ederken “el ayak çekilince anlayacağız acımızın büyüklüğünü” demişti. Bu kez yine evinin önündeki verandaya buyur ediyorlar bizi. Köşedeki odun ateşinde çay hep kaynıyor. “Son iki ayı nasıl geçirdiniz, nasılsınız?” diye sorunca içini döküyor Tahir Amca, “daha toparlanamadık, üzgünlük, yorgunluk beynimizde, taşıyoruz yani, yapacak da bir şey yok” diyor. Bundan sonrası sessizlik. İzmir’in Temmuz’unda öğle sıcağına ocağın sıcağı ve çaresizliğin ağırlığı ekleniyor. Çocuklar ise bu havanın tamamen dışında. Koşturup yaramazlığa devam ediyorlar. En küçük torun kâh kiremit yığınının tepesinde kâh ocağın yanında, düştü düşecek. Elindeki oyuncakla oyalanıyor kendini bekleyen geleceğin belirsizliğinden habersiz. Tahir Kılınç’ın kızı köydeki çocukların çoğunun babalarının ölümünü kabullendiğini ama kendi oğlunun bunu duymak istemediğini anlatıyor. Psikologlar “kabullenmesi gerek, anlatın” demiş ama küçücük bir çocuğa bunu kim nasıl anlatacak?
Bir yönüyle el ayak pek çekilmemiş aslında köyden. Faciadan iki gün sonra şahit olduğumuz ziyaretçi akını iki ay sonra da devam ediyordu. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, tatile gelip giderken yolu düşenler Soma ve çevresini ziyaret ediyor. Halkın madenci aileleriyle gösterdiği dayanışma kayda değer. Çocukların hediye gelen son model bisikletleri, yeni oyuncakları var. Ama Kılınç’ın deyimiyle devlet pek çalmamış kapılarını. “Sadece ölenlerin eşleri sigortaya bağlandı, başka bir şey yok daha. Vaatler var vaatler var da, daha gerçekleşen bir şey olmadı” diyor.
Tek umudu kendisi ölünce – ki 61 yaşında olduğunu en fazla 10 yıl sonra yolun sonunun geleceğini söylüyor – çocuklarının birbirine ve geride kalan torunlarına sahip çıkması. Elmadere Alevi köyü. Soma’ya gelmeden önce Alevilerin daha tepkili olduğunu, Sünni köylerinde ise halkın basına konuşmak istemediğini duymuştuk. Elmadere’den çıkıp Kınık’ın bir başka köyüne, ormanlar içindeki Köseler’e varıyoruz. Köyün camiinin önünde namazdan çıkan kalabalığa denk gelip onlarla köy bakkalının önündeki iki üç masalı kahveye geçiyoruz. 100 haneli köyde 14 madenci ölmüş. Yüzünde yılların derin çizgilerini taşıyan Hikmet Kahraman oğlunu kaybetmiş. Oğlunun banka borçlarını ödemek için madencilik yaptığını anlatıyor. “Sizin nesil nasıl geçindi tarımdan da şimdikiler geçinemiyor” diye sorduğumuzda “biz pantolonumuzu yama yapar yıllarca giyerdik, şimdikiler her şeyi görüp istiyor” diye sitem ediyor. Kahvenin hemen yanındaki evde Türk bayrağı asılı. Ölen madencilerin aileleri kendilerine “şehit ailesi” diyor, kapılarda bayraklar var. Kapıyı çalıyoruz, kilimler ve minderlerle kaplı küçük serin avluya buyur ediyorlar bizi. 24 yaşındaki Tayyibe Çakır hem eşini hem babasını kaybetmiş. Boynunda eşi Sadık’ın adının yazdığı bir kolye var. Her Pazar olduğu gibi köye vardığımız Pazar günü de mezarlık ziyaretine gitmişlerdi. 3 yaşındaki kızı Ecrin babasının yanında kumlarla oynadığını anlatıyor. Hafta boyunca olan biteni anlatıyormuş babasına mezarının başında. ‘Kaza’dan hemen sonra geldiğimde de yeni yeni konuşmaya başlayan çocukların ağzından “babam öldü” lafını duymuş, ölümün anlamını bilmediklerini düşünmüştüm. Şimdi yokluğu biraz daha kavramış gibiler. Ama gün içinde olan bitenleri babalarının fotoğraflarına anlatıyorlar. Ölen babaları geride kalan çocuklar için artık fotoğraflarda yaşıyor.
İki ay önce köylerde tüm cenaze evlerinden kadınların ağıtları yükseliyordu. Erkeklerin duygularını belli etmemesinin yüceltildiği bir toplumun içinden yetişen onlarca genç ve yaşlı erkeğin ağladığına tanıklık etmiştim. Şimdi artık ağıtlar dinmiş. Ama nasılsınız diye sorar sormaz gözyaşları dökülüyor yine. İnsan acılarını deştiği için vicdan azabı duyuyor ama Tayyibe “zaten her gün böyleyiz, ağlamaktan yaş kalmadı gözlerde” diyor. Basında bahsedilen “konuşmama” hali yok bu köyde. Aksine her evde çaylar ikram ediliyor, kapılarının çalınmasından, dertlerinin dinlenmesinden mutluluk duyuyorlar. Yaşlı teyzeler bizi sarılarak karşılıyor, dualarla yolcu ediyor. En temel beklenti hediye falan değil, içlerini dökmek ve acıyı paylaşmak. Ne kadar paylaşılırsa. Evlerde televizyon açılmıyor, müzik ve eğlence yok. Köylerdeki genel kasveti kelimelere dökmek zor ama evlere girer girmez yüzünüze çarpıyor. Biz sohbet ederken Ecrin babasının ve dedesinin çerçevelenmiş fotoğraflarını getiriyor bize göstermek için. Her evde süslü çerçevelerden var artık. Düğün, nişan, askerlik fotoğrafları sandıklardan çıkarılmış, büyütülüp evlerin en görünen yerlerine asılmış. Girdiğimiz pek çok evde de özellikle anneler ölen çocuklarının tüm eski fotoğraflarından oluşan albümleri gösterdi bize. Ölenlerin gencecik olduğunu bilmek başka, o umutla bakan gözlerin artık olmadığını bilmek başka türlü vuruyor insanı. Toprağın altına 301 madenciyle nice hayaller, umutlar gömülmüş. Tayyibe Çakır katliamdan sonra annesinin yanına yerleşmiş. Anne Arife Kaynak 47 yaşında. O yaşta hem katliamda ölen kocasının acısıyla baş etmek, hem de eşini kaybeden kızına destek olmak zorunda. İki kadın omuz omuza verip hayata tutunmaya çalışıyor. Tek destekçileri Arife Hanım’ın 21 yaşındaki oğlu Ramazan. O da madenci. 18 yaşını doldurur doldurmaz faciada ölen babasının teşvikiyle girmiş maden işine. Babasının vardiyası biterken onunki başlarmış; maden girişinde karşılaşıp şakalaşırlar babası “haydi haydi uyuma çabuk çabuk yürü” dermiş. “Bir daha asla girmem madene, yakınından bile geçmemeye çalışıyorum, babamı hatırlatıyor” diyor. Annesi de zaten “asla salmam, bir tek oğlum kaldı” diye lafa giriyor. Ramazan askere gidip gelince başka bir iş bakacak. Tüm ailenin umudu madenci ailelerinden bir kişiye devletin iş sağlayacağı sözü.
Ramazan’a gelecek hayallerini soruyoruz, evlilik planı olduğunu, ev ve araba almak istediğini anlatıyor ama ekliyor “şimdi hepsi suya düştü, ben babamla hayal ettim her şeyi.” Şimdi kendini “darmadağın” hissediyormuş. Hem eşini hem babasını kaybeden ablası Tayyibe de daha toparlanamadıklarını söylüyor. Öldükleri an ve o acı aklından çıkmıyor. Unutulmuş hissediyorlar mı sorusuna yanıtı Elmadere’den Tahir Amca ile aynı. “Gelen giden vatandaş çok var Allah razı olsun. Devlet de bir maaş bağladı, bir kere aldık, inşallah kesilmez böyle devam eder ama hiç sanmıyorum.” Asıl kızdığı kocası ve babası ölmeden önceki ihmaller. Her üçü de bize madenin faciadan önce ısındığını ve madencilerin bu durumu üstlerine söyleyemediklerini örneklerle anlatıyor. Madencilerin iş dönüşü çamaşırlarının terden sırılsıklam olduğunu, madene yolladıkları yemeklerin sıcaktan bozulduğunu, güvenlikçiye durumu söylediklerinde “çalışılır burada, devam” dediğini söylüyorlar. Tayyibe “devlet zamanında, onlar ölmeden sahip çıkacaktı, şimdi maaşları artırıp çalışma saatlerini kısaltacaklarmış, bu kadar kişinin ölmesi mi gerekiyordu? Kaç kişi kaldı arkalarında? Kaç anne kaldı?” diye soruyor. Soma ve çevresinde ölen madencilerden geriye 432 çocuk kaldı.
Haber : Işıl Sarıyüce / Fotoğraf: Enis Durak
Yarın: Madenler daha güvenli hale gelecek mi?
*Bu yazı dizisi Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı kapsamında hazırlanmıştır
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…