Kanatlı göçmen depremzedeler: Kuş göç yolu güvenliği nasıl sağlanacak?

Haber: Melisa GÖNEN

*

Kentler çoğu zaman, doğadan arındırılmış, betonarme yapı alanlarının bulunduğu mekanlar olarak tasvir edilse de kent ekolojisi, doğal ve yapay alanların kentte iç içe bulunduğunu ve günümüz kentlerinde ortaklaşa yaşamın hala mümkün olduğunu gösteriyor. Depremin büyük yıkımlara neden olduğu 11 ilde, deprem sonrası faaliyetler ve alınan kararlar tüm canlı yaşamını ve bu canlıların yaşadığı habitatları etkiliyor. Deprem ekolojisi, yaşam alanlarının insan dışı canlılar için de güvenli hale getirilmesi adına neler yapılması gerektiğini konuşmayı ve bunu antropojenik bakış açısıyla değil; ekolojik ortaklığımızı dikkate alan bakış açısıyla değiştirilmesini önceliyor.

İlkbahar kuş göçünün yaklaştığına dikkat çeken uzmanlar, Türkiye’ye Hatay göç yolu üzerinden giriş yapacak kuşların güvenle kuzeye doğru göç ettiğinden emin olunmasını istiyor.  Deprem atıklarının, sulak alanlar gibi kuş göç yolları üzerine dökülmemesi gerektiğine dikkat çeken uzmanlara göre, göç yollarının güvenliğinin sağlanması için enkazlardan çıkan atıklar,  bilimsel yöntemlerle bertaraf edilmeli.

Peki, deprem bölgesinde göç yolları nasıl etkilendi, göç yollarını korumak için neler yapılmalı, göç eden türler hangileri?

Fotoğraf: Ali Atahan.

Fotoğraf: Ali Atahan.

Kuş gözlemcisi,  yaban hayat uzmanı Emin Yoğurtçuoğlu ve veteriner hekim Gökçe Coşkun deprem bölgesindeki kuş göç yollarının güvenliğinin sağlanması için neler yapılması gerektiğini Yeşil Gazete’ye anlattı.

‘Molozlar sulak alanlara dökülmemeli’

“Kuş göç güvenliğinin sağlanması için ne yapılmalı” sorusunu yanıtlayan veteriner hekim Gökçe Coşkun, “İlkbahar aylarına girdik. Kuşlar artık güney ülkelerinden gelerek kuzeye doğru hareket ediyor. İlkbahar göçünde kuşların ülkemize giriş yaptıkları en büyük ve önemli rota Hatay’da. Göç eden bu kuşlar, mola vermek için genelde daha önceki yıllarda  uğradıkları sulak alanları ve deniz kıyı şeritlerini tercih ediyorlar” diyor. Deprem ile bu alanlarda ciddi bir değişim olduğunu ve  bu alanlarda koruma çalışmalarını arttırmak gerektiğini belirten Coşkun,  “Oluşan molozların bu alanlara dökülmesi engellenmeli” diyor ve bölgede bulunan Milleyha Sulak Alanı’na dikkat çekiyor.

Deprem bölgesindeki Milleyha Sulak Alanı için geçmişten bu yana mücadele eden isimlerden Emin Yoğurtçuoğlu ise, alanın enkaz atıklarından korunması için günlerdir sahada olduğunu anlatıyor:

Fotoğraflar: Emin Yoğurtçuoğlu.

“Kuş göç yolunun güvenliğinin sağlanması için kuşların uğrayacakları alanlara moloz dökülmediğinden emin olmamız gerekiyor. Özellikle Hatay gibi ana göç rotası olan şehirlerde, enkazlar nereye yığılıyor, ona bakılmalı. Şu anda, Milleyha Sulak Alanı’nda ciddi bir enkaz yığılması var ve bu engelleyemediğimiz bir durum. Milleyha gibi, hayvanların göç rotası üzerinde bulunan birçok alan var. Hayvanlar göçü yıllardır sürdürüyor. Onların bu süreci devam edecek, bize düşen, bu alanların güvenliğinden emin olmak.”

‘Koruma çalışmalarını takip edip sahada aktif olacak uzmanlara ihtiyaç var’

Deprem sonrasında söz konusu sulak alanların güvenliği için yapılan açıklamaların yeterli olmadığını ve sahadaki takibi bırakacak koşulların sağlanmadığını belirten Yoğurtçuoğlu, uzmanların gözlemlerini devam ettirmesi gereğine ve deprem bölgesinde aktif saha korumacılığına ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekiyor:

“Yaban Hayatı Gelişme Sahası’nda kepçeler ve kamyonlar var, dağda kazı çalışmaları sürüyor. Buraya bir konteyner kent yapılması planlanıyor. Şehirlerin toparlanması için dışarıdan gelen birimlerin doğal alanların değeri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığını gözlemliyorum. Bu da bir çakışma ortamına neden oluyor. Bu nedenle alanında uzman isimleri sahada görmeye ihtiyacımız var.”

Fotoğraf: Gökçe Coşkun.

Gökçe Coşkun ise deprem bölgesinde bulunan kentleri yeniden inşa ederken doğal yaşam alanlarının artırılması ve/veya var olanların korunması için izlenmesi gereken süreci, “ekolojik restorasyon” kavramıyla açıklıyor:

“Bir bölgede doğal yaşam alanları ya da yaban hayatı unsurlarına yer vererek ve  doğal dengeyi gözeterek planlama ve uygulama yapılmasına ‘ekolojik restorasyon’ diyoruz. Bu aslında tüm ülke genelinde şehirlerde benimsenmesi gereken bir bakış açısıdır. Koruma kullanma dengesini sağlamadığımız sürece yeni sorunlar ile karşı karşıya kalacağız. Deprem bölgesinde yeni yerleşim alanları ve mevcut alanların yeniden planlaması yapılırken bölgede fauna ve flora elemanları ile ekolojik sistemleri koruyacak tampon bölgelerin bırakılması gerekiyor.”

‘Taşıyıcı faktörler enkaz kirliliğinin etki alanını büyütüyor’

Deprem atıklarının neden olacağı kirliliğin su, rüzgar gibi çeşitli faktörlerle taşınarak etki alanını genişletebileceğini sahada karşılaştığı bir örnekle açıklayan Yoğurtçuoğlu da şunları anlatıyor: “Milleyha Sulak Alanı’nın havzasına enkaz yığılmaya devam ediyor. Gerekli mercilerle iletişime geçtik; enkazın oradan kaldırılacağını söylediler. Ancak enkazlardaki zararlı maddeler, bulundukları alanın yer altı sularına, toprağa karışabiliyor. Bu maddeler, rüzgarla hemen 500 metre ilerideki resmi sulak alan olan Milleyha’ya  ve civardaki meyve bahçelerine taşınıyor. Enkaz ile enkazın yığıldığı tabanın sızdırmaz bir madde ile kaplanacağı da söyleniyordu, ancak o da yok. Elimizde kalan son alanların güvenliğinden emin olmalıyız.”

‘Hatay’daki 380 türün 303’u Milleyha’da’

Fotoğraf: Gökçe Coşkun.

Deprem nedeniyle bölgede kaçak avcılığın azaldığını söyleyen Yoğurtçuoğlu, bölgeye göç eden kuşların avcılık tehdidiyle karşı karşıya kalma ihtimalinin düştüğünü belirtiyor. Hatay’ın kuş türü açısından zengin bir bölge olduğunu anlatan Yoğurtçuoğlu, “Şu ana kadar 380 tür gözlemlendi. Türkiye’de en çok kuş gözlemlenen şehirlerden biri. Leylekler, turnalar, pelikanlar, kartallar, şahinler…Bunlar insanların dikkatini çeken türler, ancak bölgede saptanan 380 türün 303 tanesi  Milleyha’da  gözlemlendi” diye konuşuyor.

Milleyha’nın sulak alan ilan edilmesinden sonraki süreçte gerekli koruma süreçlerinin de başlatılamadığını belirten Emin Yoğurtçuoğlu’na göre, neredeyse bütün sulak alanlar için benzer süreçler gözlemleniyor: “Kızılırmak Deltası bu konuda istisna sayılabilir. Ancak özellikle güney bölgelerinde Göksü Deltası, Samandağ’daki Milleyha deltası kişilerin inisiyatifine kalmış durumda. Balıkçı kooperatifleri Göksu Deltası’na zarar veriyor. Tatlısu özelliği gösteren Akgöl’e tuzlu su karıştığı için sazlık alanların yok olduğunu gözlemliyoruz. Bu sebeple yaz ördeklerinin 2012’de soyu tükendi. Yaz ördekleri için yaptığımız uyarılara rağmen, yaz ördeklerinin yaşam alanı üzerinde yapılan hayvancılık faaliyetleri nedeniyle türün devamını sağlayacak yumurtlama alanları ve yavrular zarar gördü. Türün son yumurtaları hayvancılık faaliyetleriyle yok oldu. Milleyha’ya otlatılmak üzere getirilen koyun başına ceza kesilmesine rağmen, bu sene de bölgede  kum zambakları üzerinde koyunculuk faaliyetlerinin devam ettiğini gördüm. Hatay valisi, doğal sit alanı mücadelesi başlattı. Başka bir kurum, bölgenin havzasına enkaz yığıyor.”

‘İlkbaharda bazı türlerin üreme kapasitesi düşebilir’

Depremin kış uykusunda olan ve kent içinde yaşamaya adapte olmuş hayvanların yaşam faaliyetlerinde yeni bir adaptasyon sürecinin yaşanıp yaşanmayacağı sorusuna yanıt veren Coşkun, bu konuda sahada yapılmış etkili bir çalışma bulunmadığı için uzmanların kesin bir şey söyleyemeyeceğini belirterek öngörülerini şöyle paylaşıyor:

Fotoğraf: Gökçe Coşkun.

“Deprem, kış uykusunda olan özellikle sürüngen ve böcekler gibi canlılar üzerinde bir etki yapmış olabilir. Ancak toprak altında uykuda olan yaban hayvanlarının deprem etkisi ve deprem sonrası insan faaliyetlerinin artması ile uyanmış olma ihtimali var. Karşılaştıkları soğuk hava nedeniyle bundan etkilenmiş olabilirler. Onun dışında şehir içerisinde yaşamını sürdüren kent kuşları direkt olarak etkilenmiş veya yer değiştirmiş olabilir. Kumru, güvercin, serçeler ve kışın şehirlerde gördüğümüz kara kızılkuyruk, kızılgerdan gibi kuş türleri şehir dışına göç etmiş olma ihtimali var. Eğer bu kuş türleri depremden direkt etkilenmedilerse bir şekilde yaşamlarını devam ettirebilirler. Ancak önümüzdeki ilkbaharda bu türlerin üreme kapasiteleri düşüşe geçebilir. Fakat uzun vadede popülasyonlarının etkileneceğini düşünmüyorum. “

Deprem bölgesindeki doğal yaşam alanlarının inşaat  atıkları ya da yapılaşma gibi tehlikelere açılması durumunda canlı yaşamının nasıl etkileneceğini değerlendiren veteriner hekim,  yaban hayvanlarının depremle ortaya çıkan kirlilikten etkilenmemesi için yapılması gerekenleri de açıklıyor.

OHAL kararı ile orman ve meraların inşaata açılmasıyla dikkate alınması gereken durumların ortaya çıktığını söyleyen Gökçe Coşkun,  yeni yerleşim yerleri için fay hatlarından kaçınılırken doğal alanlara zarar verilmemesi konusunda uyarıyor.

Fotoğraf: Emin Yoğurtçuoğlu.

‘Deprem bölgesinde disiplinler arası çalışılmalı’

Bölgede yaban hayatı açısından önemli olan ekosistemlerin bozulmasının geri dönülemez ekolojik sorunlara neden olacağını ve yeni yerleşim yerleri seçilirken disiplinler arası yaklaşımların  uygulanması gerektiğini belirten Coşkun, “Zamanında ekolojik bakış açısı göz ardı edildiği için günümüzde birçok sorunla karşı karşıya kaldığımız bir yer var” diyerek Amik Gölü için  alınan yanlış kararları hatırlatıyor.

‘Amik Gölü ibret olmalı’

“İmar planları zemin mekaniğinin yanında ekolojik  bakış açısı da dikkate alınarak yapılmalı” diyen Coşkun, “Depremin en şiddetli biçimde hissedildiği illerden biri olan Hatay’da bulunan Amik Gölü ve çevresindeki bataklıkların kurutularak inşaata açılması nedeniyle alanda su baskınları başta olmak üzere çeşitli sorunlar ortaya çıktı.  Bu karar nedeniyle bazı canlı türlerinin ülke içinde nesli tükendi,  bazılarının ise nesli tehlike altına girdi. Ülkemizde sadece Amik Gölü’nde yaşamını sürdüren Yılanboyun kuşu ne yazık ki artık ülkemizde yaşamıyor” diye konuşuyor.

Fotoğraf: Burhan Ateş.

Coşkun, yapılaşmanın sadece doğal yaşam alanlarını yok etmediğini aynı zamanda canlılar üzerinde stres kaynağı oluşturarak zorunlu göçe veya üreme kapasitelerinin düşmesine neden olduğunu belirterek, “Deprem bölgelerinde yeni inşa edilecek yerleşim yerlerinin,  bölgenin iklimi, jeolojisi ve ekolojisine uygun olarak planlanması hem yaban hayatı için hem de insanlar için yaşanılabilir alanların oluşması açısından çok önemli” diyor.

Deprem nedeniyle 11 ilde yıkılan ve yıkılmak zorunda olan binalardan çıkan molozun 100 milyon tona ulaşacağı ve bunun Erciyes Dağı büyüklüğüne tekabül edeceği  tahmin ediliyor. Uzmanlara göre,  deprem sebebiyle ortaya çıkan atıklar doğada çözünmeden su ve gıda kaynaklarına karışarak yaban hayatı ve insan sağlığı için büyük problemler oluşturabilir.  Bu moloz yığınları içerisinde birçok canlı sağlığına olumsuz etki edebilecek toksik maddeler de bulunuyor.  Deprem atıkları endişe verici çünkü, bu atıkların neden olabileceği sorunlar kısa vadede görülemiyor.

Gökçe Coşkun,  oluşan moloz ve diğer atıkların ayrıştırılması ve doğadan uzaklaştırılmasında detaylı bir organizasyonun şart olduğunu belirterek, sulak alanların güvenliği konusunda uyarıda bulunuyor. Ortaklaşa yaşama dikkat çeken Coşkun’a göre, “İnsan veya yaban hayatı fark etmeksizin hepimizin aynı alanlarda yaşadığını ve aynı havayı soluduğumuzu unutmamamız gerekiyor.”