” Emir veren kanun süren adam insan-ı kâmili bilmez, bilmez insanın kalbinden nelerin geçtiğini. Çünkü onun aklında hüküm vardır, hükmettiği yerdeki insanın kederi, çilesi yoktur.” Haydar Karataş, On İki Dağın Sırrı
Halk anlatıları toprağın derinliklerinde gizlenip kuşların kanadında taşınan bilgeliği, aşk uğruna çekilen eziyeti, insan-ı kâmile ulaşma çabasını, kimi zaman da egemenin zulmü karşısında direnişi anlatır. Anlatıların gizemi, dağların yücesinde gezinerek çağlayan olup akar yüreklerimize. Dile gelir taşlar, dile gelir kutsallar ve anlatır bizlere kadim halkların hakikat sırrını…
Sarkis Seropyan’ın Ermenice kaynaklardan derleyerek Türkçeye çevirdiği Aşig û Maşûg, aynı coğrafyada bir arada yaşayan halkların ortak değerlerini, kültürel etkileşimlerini hissetmemizi sağlayan önemli bir seçki. Eserde yer alan üç anlatıdan ikisi Kürt masalı olarak kaydedilmiş, üçüncü anlatı içinse Seropyan, Dersim kardeş masalı ifadesini kullanmış.
İlk anlatıda Siyamanto ve Xıçezare’nin sonu ölümle biten aşkı oldukça etkileyici. Masalı okurken olay örgüsünün sonraki dönemlerde yazılan birçok eserle ortak özellikler taşıdığını hatta Karin Karakaşlı’nın da sunuş yazısında belirttiği gibi, aynı masalın birçok varyantı olduğunu fark ettim. Örneğin Siyamanto’nun rüyasında Xıçezare’ye kendi yüzüğünü takması ve aynı rüyayı Xıçezare’nin de görmesi, Memê Alan destanındaki Mem ile Zin’in Botan Cizresi’nde perilerin etkisiyle birbirlerine sevdalanıp yüzüklerini değiştirdikleri cümleleri çağrıştırdı. Sevenlerin birbirlerine yüzüklerini vermesi ve yüzüğün aşkı, sadakati simgeleyişi Ahmêde Xani’nin Memê Alan destanından hareketle yazdığı, Mem û Zin adlı eserinde de ortak bir anlatı motifi olarak kullanılır. Ancak mesnevi biçiminde yazılan bu eserde farklı olarak beşeriden başlayıp ilahiye yönelen bir aşk anlatımı görürüz.
Xıçezare, sevdiğini birlikte kaçmak üzere sözleştikleri yerde uyurken bulunca onun cebine, sen sevda adamı değilsin, git çocuklarla aşık oyna manasına gelen bir çift altın aşık bırakıp gider. Büyük bir sevda dersi verilir böylece, aşkı her yüreğin taşıyamayacağının ilanıdır bu aynı zamanda. Masalda sembolik olarak kullanılan “aşık”, M. Said Ramazan el- Bûtî tarafından yazılan uzun hikâyede ise dört yüzü ayrı değerler taşıyan bir nesne ve kahramanımızın üvey annesi ve amcasına karşı duyduğu öfkeyi yatıştırma aracına dönüştürdüğü bir oyun olarak detaylı anlatılır. Lakin pes etmez Siyamanto, sevdiği uğruna her şeyi göze almıştır. Masalın çözüm bölümünde Siyamanto’nun öfkesine yenilip heşînboz geyiği vurmasıyla başlayan uğursuzluk ayırır iki sevgiliyi.
” Niye dinlemedin, sana dedim, gitme
Vahşi geyiğin peşinden gitme
Bırak onlar da seninle benim gibi yaşasınlar, gitme
Birbirini sevsinler aşk yaşasınlar, gitme…” diye ağıt yakan Xıçezare’nin sesiyle yankılanır dağlar ve sonunda Süphan Dağı mezar olur sevenlere.
“ Bir efsaneye göre orada, her bahar birbirine benzer iki çiçek biter. İki kelebek de gelip o iki gizemli çiçeğin üstünde kanat çırparak döner de döner… Bir diğer efsaneyse, onları Süphan Dağı’nın zirvesinde her akşam yeniden doğan iki yıldıza dönüştürür.”
Ah Siyamanto! Bilmez misin geyiğin kutsallığını, işitmedin mi hiç Dersim’de geyik avlayanların düşkün kabul edildiğini? Ah Siyamanto, neden işledin bu günahı?
İkinci anlatı “Lur da Lur”, ağanın kızını seven çoban Haso’nun hikâyesi; aşkın engel, sınır tanımayacağını anlatan bir duygu seli… Lur, marifeti, cesareti ve güzelliğiyle nam salan; iyilerin dostu, kötülerin amansız düşmanı Haso’nun kavalının adıymış. Öyle bir çalarmış ki Haso kavalını, her duyan bitmesini hiç istemezmiş bu yakıcı sesin.
Ağa, kızını vermemek için Haso’ya, Ferhat ile Şirin hikâyesini çağrıştıran bir hileye başvurur ve Haso’nun gözünden bile sakındığı koyunlarının telef olmasına neden olur. Sonunda geç de olsa hileyi anlayan Haso, bu ihaneti gururuna yediremez ve kendisini kuleden aşağı bırakır. Aynı anda sevdiği Zalhe de durumu fark etmiş, Haso’yu seyrettiği balkondan aşağı atlayarak o da bırakmıştır kendisini ölümün kucağına. Sonra bir çığlık kopar ve susar her şey, susar Lur…
“Lo, lo, lo, Karasu’nun çobanı, dağ taş inleten civan, canavarın kalbini yumuşatan, ağaç çiçek coşturan çoban, nasıl da inandın ağaya aptal gibi? Niye tırmandın kulenin tepesine? Keşke su olaydın ananın karnında Haso! Gelmez olaydın ağalarla dolu bu dünyaya…”
Seçkide yer alan ilk iki anlatı daha çok halk hikâyesi özelliği taşıyor. Çünkü her ikisinde de masalların döşeme bölümündeki kalıplaşmış ifadeler (tekerleme) kullanılmamış. Ayrıca iki anlatının çözüm bölümünde de benzer şekilde sevenlerin ölmesi ve anlatı boyunca olağanüstü durumların azlığı masaldan ziyade aşk temalı halk hikâyelerinin ortak özelliğidir.
Gelelim üçüncü anlatıya, “Kendi içinde bir alemin Dersim’in masalı” Kral Lusig ve Sedev Hoving
Bu masalda; Kemah, Mercan Boğazı, Hozat, Pertag, Çarsancak ülkesi, Munzur, Mazgirt, Ağsu Köprüsü gibi çok sayıda yer ismi kullanılmış. Böylece Dersim, masalın içinde bir kahraman gibi seslenmiş bizlere.
Dersim, doğaya ve ışığa niyaz edenlerin ülkesi
Dersim, buruk gülümsemelerin faili
Dersim, yaram derindedir, diyen anaların dalgın bakan gözleri
Dersim, bulup bulup her defasında yitirmenin yanık türküsü…
Masal mekânlarında dolaşırken kısa bir süre önce izlediğim Zer filmindeki topal martı masalını hatırladım ve de masalların bir yere ait hissetme noktasında da ne kadar çarpıcı olduğunu. Hatırladım çocukken dinlediğim Pepuk masalındaki insanlık dramını, Alık ile Fatık’ı dinlerken üvey anneye nasıl da kızdığımı…
Babaannesinin söylediği türkünün izinde Dersim’e gelen Jan, yöre insanının sıcak ve esprili tavırları eşliğinde Dersim’in tüm güzelliğini ve görkemini görsel bir şölene dönüştüren yolculuklara çıkıyor. Filmin ilk sahnelerinde babaannesinden masal da anlatmasını isteyen Jan, Dersim’e geldiğinde masallarla da buluşuyor. Ve öğreniyor işte, acıların bir var olup bir yok olmadığını. Öğreniyor, geçmişin bir gölge misali aradan çok uzun zaman geçse bile belleklere nasıl da kazıldığını. Öğreniyor insanların belki de kendilerini sağaltmak için masallara sığındığını. Jan’ı kendi gerçekliğiyle baş başa bırakıp ben yine masalıma dönüyorum. Kulağımda Mikail Aslan’ın Petag albümünden ezgiler devam ediyorum masal içindeki arayışıma.
Lusig : Küçük ışık, Hoving : Küçük çoban
Dersim’de, Munzur efsanesinden de anlaşılacağı gibi çobanlara büyük saygı duyuluyor. Çoban arkaik bir simge, gizil güçlerin taşıyıcısı, yolcu, yol gösteren. Ancak bu masaldaki çoban bir kadın. Ve öyle bir kadın ki anaerkil diyebileceğimiz dönemlerin temsilcisi gibi. Hayvanlarla dost, haksızlığa karşı duran, mazlumu kendisiyle eşitlemeye çalışan tavrıyla gönüllerde taht kuran, alışılmışın çok dışında bir masal kahramanı.
Ayrıca Pertev Naili Boratav’ın haklı olarak vurguladığı, masallarda aristokrat sınıfı yücelten unsurların olduğu bilgisi de bu masal için geçerli sayılmaz.
“Baba, dedi, “Köylüler süt, yoğurt götürmeye geldiğinde, kabı arkalarında tutuyor, istemeye utanıyorlar. Bu büyük günah. yaptığın hayır da Tanrı nezdinde boşa gidiyor. Bu yüzden sütler kesiliyor, ekşiyor.”
“Evladım,” dedi Pot. “Sürünün sahibi sensin, nasıl istersen öyle yap.”Ve bakın Sedev ne yaptı. Yedi haneye yedi yüz koyun verdi. Hane başına yüz sağmal koyun… Ve şöyle dedi: “Bunlar artık sizin, ama ben otlatır, evlerinize getiririm. Sürüyü korumak, çoban tutmak için sıkıntı çekmeyin.”
Lusig, başlangıçta çirkin diye istemez Sedev’i. Hatta rüyalarında Sedev’le evleneceğini gördüğü için kaderine isyan eder ve evlenmemek için Sedev’i öldürmeye bile çalışır. Yaralı olan Sedev, babasının çabası, Munzur’un suyu ve doğanın muhteşem dokunuşu sayesinde iyileşir. Böylece özündeki güzellik görünüşüne de yansıyan merhametli Sedev, doğa tarafından ödüllendirilmiş olur.
Lusig ve Sedev masal içerisinde sürekli olarak engellerle karşılaşırlar. Lusig Sedev’e kavuşabilmek için orman canavarlarını yenmek, rakiplerini alt etmek zorunda kalır. Sedev ise kendisini kandırmaya çalışan kocakarıya ve Kel Krala karşı mücadele eder. Ve sonunda iki sevgili muratlarına ererler. Evlendikleri gece Lusig, Sedev’in bir zamanlar öldürdüğünü zannettiği çirkin kız olduğunu öğrenince kaderden kaçılamayacağını da anlamış olur.
Bu anlatı için birbirine biçimsel ve konu olarak bağlı olaylardan oluşan bir masal deryası denilebilir. Neler yok ki bu deryanın içind: çobanın bilgeliği, merhameti, kralların acımasızlığı, halkı ağrı vergiler altında ezilirken krala vergi toplayan Sadık Res’in kraldan çok kralcı tavrı, kocakarının kıskançlığı, ormanların geçit vermeyişi, asıl güzelliğin huy güzelliği ve kalp güzelliği oluşu, Borde ile Baraz’ın (aslan ile kaplan) Sedev’e bağlılığı, dostluğu ve adak mekânı Surp Digin… Masal kahramanlarının zor durumda kaldıklarında söyledikleri, “Surp Digin yardımcımız olsun.” duası, Dersimlinin dilinden düşmeyen Hızır’ı anımsatır adeta.
İnsanın doğayla bütünleştiğini, doğanın bir parçası olduğunu bilmesi ne güzel. Dersim’i farklı ve özel kılan da bu galiba, farklı kültürlerin birbirleriyle ilişkilenirken koruduğu öz, maya…
İnsanın doğayı anlama çabası, varlığı sorgulayışı. Kimseyi basamak yapmadan ulaşmak zirveye… Fakir fukaranın olmayacağı, açlığın kader diye sunulmayacağı, bir düzenin özlemiyle…
” Ya boz atlı Hızır, önce kurda kuşa, fakir fukaraya sonra bize yardım et!”
Özlem Çuhadar Koşal
Haber/Fotoğraflar: Mehmet TEMEL ve Cansu ACAR * Hatay’da depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kent…
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer…
İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli…
Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi askıya çıktı. Projeye göre, plajın sağ…
Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı olan “Pirosmani” kukla tiyatrosu gösterisini 16.…
Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen, Kasımlı, Doğancılar, Kocaman ve Alaplı'ya sınır…