Kategoriler: Dış Köşe

İhvanlaşmak, Erdoğan için akılcı bir seçenek midir? – Kadri Gürsel

22 Ağustos Perşembe akşamı, iktidara yakınlığıyla tanınan “Ülke TV”de canlı yayına çıkan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, programı tamamlayamadı.

Nedenini öğrenmek için 23 Ağustos tarihli ana akım gazete Hürriyet’in birinci sayfasında yer alan iki cümlelik haberi okuyalım:

“Başbakan Erdoğan katıldığı televizyon programında Mısır Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed El Bilteci’nin olaylarda ölen kızı Esma’ya yazdığı veda mektubunu dinlerken gözyaşlarını tutamadı. Dakikalarca ağlayan Erdoğan kızıyla ilgili anısını anlatırken konuşmaya devam edemeyince program bitirildi.”

Hürriyet editörleri habere “Ağlamaktan konuşamadı” başlığını atmışlardı.

Türk kamuoyu 11 yıldır iktidarda olan Erdoğan’ı ilk kez böyle, duygularının kontrolünü tamamen elden bırakmış halde görüyorlardı.

Ve Başbakan tabii ki içtendi, kendisiydi. Ekranda dakikalarca gözyaşı dökerken, duygu istismarıyla oy toplamak için rol yapmıyordu.

Erdoğan’ın Mısır’da Müslüman Kardeşlere karşı düzenlenen askeri darbeye ve akabinde İhvan taraftarlarının uğratıldıkları katliamlara dünyadaki en sert ve en duygusal tepkiyi veren lider olması bir tesadüf değil.

Tepkisinin “politik rasyonel” çerçevesinde değerlendirilebilecek bir yönü elbette var.

Ne de olsa Erdoğan’ın AKP’si ile Mısır’daki İhvan arasında birinci dereceden ideolojik akrabalık vardır.

AKP liderliği ve çevresi, Mısırlı Müslüman Kardeşlerle olan yakınlıklarına ideolojik akrabalığın ötesinde, Doğu Akdeniz havzasında ve genelde Sünni İslam dünyasında İhvan dayanışması temelinde yeni bir düzenin kurulması maksadını güden tarihsel ve stratejik bir ortaklık değeri atfetmekteydi.

AKP’nin “İhvan enternasyonalizmi”ne yüklediği mana bu denli büyük olunca, söz konusu vizyonun kilit unsuru Mısırlı İhvan’ın iktidardan darbe ile indirildikten sonra bir de tasfiyesinin amaçlandığını görmenin, Türkiye’yi yöneten İslamcılarda yarattığı yenilgi ve tehdit algısı da o nispette büyük olmalıdır.

Çünkü tarihsel mana atfettikleri büyük proje çökmüştür.

AKP liderliğinin Arap Baharı sonrasında üzerine oynadığı atlar yarıştan düştüler ya da düşürüldüler.

Müslüman Kardeşler ve benzerleri Suriye’deki iç savaştan muktedir olarak çıkmaktan çok uzak, Mısır’da devrik ve yalnız, Gazze’de desteksiz ve tecrit edilmiş durumdadırlar.

Geriye kalan Tunus’taki An-Nahda ile tek başına zaten oyun kurulmaz.

Dolayısıyla bu büyük bir başarısızlıktır, bir yenilgidir. Telafisi imkansızdır.

Bir de tabii, Batı başkentlerinin Mısır’daki darbeyi belirli bir anlayış ve hoşgörü ile karşıladığını görmek AKP liderliğini daha fazla hırçınlaştırıyor.

Bunun yanı sıra Suudi Arabistan başta olmak üzere, belli başlı zengin Körfez ülkelerinin hoşgörü göstermenin ötesinde darbeyi düpedüz desteklemesi, Erdoğan ve çevresinde büyük bir hayal kırıklığına ve o nispette dışa vurulan bir öfkeye neden oluyor.

Erdoğan ve arkadaşlarının tepkisini “politik rasyonel” kıstası ile sınırlı tutan bir değerlendirmenin belli başlı unsurları işte bunlar olurdu…

Mamafih Erdoğan’ın Mısır’daki darbeye verdiği tepkinin nedenlerini anlamak için tek ölçümüz “politik rasyonel” olmamalıdır. Çünkü bu ölçü Erdoğan’ı açıklamakta kifayetsiz kalır.

Erdoğan’ın darbe sonrası Mısır’la ilgili konuşmaları incelendiğinde, kendisini İhvanla özdeşleştirdiğini, söylemiyle de adeta İhvanlaştığını görüyoruz.

Türkiye Başbakanı’nın konuşmalarında İslami referanslar ve Batı karşıtlığı hakim tonlar olarak karşımıza çıkıyor. İşte bazı örnekler:

Erdoğan’ın 15 Ağustos’ta Türkmenistan’a gitmeden önce Ankara’da Esenboğa Havaalanı’nda düzenlediği basın toplantısından:

“Er ya da geç bir Musa çıkar zulmün hesabını sorar. (…) Şimdi Mısır’da olağanüstü hal ilan edildi. Ben bunun işleri çözeceğine asla inanmıyorum. Niye inanmıyorum, çünkü şehadete inanmış bu insanlar er veya geç Mısır’da demokratik haklarını neticesini de kazanacaklardır diye düşünüyorum. Eğer Batı demokrasi testinden geçmek istiyorsa bunu anlamak durumundadır. (…) Bu konuda eğer Batılı ülkeler samimi davranmazlarsa ben inanıyorum ki demokrasi artık dünyada sorgulanmaya başlanacaktır.”

Erdoğan, iki gün sonra Bursa’da bir kentsel dönüşüm töreninde yaptığı konuşmada, İslami bir kavram olan “şehadet”i, Mısır’daki darbeye direnişin bir öğesi olarak bir kez daha selamladı ve yüceltti.

Bursa konuşmasından bölümler aktarıyorum:

“70 yıl otokratik rejime sabredenler bir yıl yüzde 52 oyla iş başına gelen Sayın Mursi’ye tahammül edemediler. Bu, dünyada ‘Biz demokratız’ diyenlerin ikiyüzlülüğünü gösteriyordu. Bunlar kendilerine kukla olacak rejimleri istiyorlardı. Ama ne dediler? Mursi herkesi kucaklamadı. ‘Herkesi kucaklamadı’ diyenler! Kendisine darbe yapan Sisi’yi genelkurmay başkanlığına getiren kim? Mursi… Dünyaya sesleniyorum, bunun neyini inkar edeceksiniz?

Binlerce Mısırlı tanklar karşısında şehadete doğru yola çıkıyor.”

“Darbe yönetimine 16 milyar dolar desteği verenler darbe yönetiminin ortaklarıdır. (…) Şu anda Mısır’da iki ayrı tablo var. Bir tablo firavunun izinden gidenler, bir tabloda Musa’nın izinden gidenler.”

“Bugün Mısır, ama yarın belki Türkiye’yi karıştırmak isteyecekler. Çünkü bu bölgede güçlü bir Türkiye istemiyorlar. Unutmayın herkesin tuzağı vardır. Ama en büyük tuzak kudret sahibi olan Allah’ın tuzağıdır. (…) Bu ilginize, bu coşkunuza, bu heyecanınıza Rabia selamıyla selamımı veriyorum.”

Erdoğan kendisini izleyenleri, Kahire’de Mursi taraftarlarının direnişinin kanlı biçimde ezildiği “Rabia-t-ül Adeviyye Meydanı’na atfen, Arapça’da “dört” demek olan “Rabia” manasında eliyle dört işareti yaparak selamladı. Erdoğan’ın resmi twitter hesabına da kendisini “Rabia selamı” verirken gösteren bir fotoğrafı konuldu.

Erdoğan’ın Mısır’daki darbeye verdiği tepkinin resmini tamamlayan son çıkışı “Darbenin arkasında İsrail var” demesi oldu.

Erdoğan, 20 Ağustos’ta partisinin il başkanları toplantısında şunları söyledi:

“Mısır’da ne diyorlar? Demokrasi sandık değil. Arkasında neresi var? İsrail var. Elimizde belgesi var, 2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan bir oturumda, Adalet Bakanı’yla, Fransa’dan bir entelektüel, o da Yahudi, aynen şu ifadeyi kullanıyorlar: Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır çünkü demokrasi sandık değildir. Aynı uygulama o.”

Erdoğan’a hala “politik rasyonel” merceğindne bakmakta ısrarlı olanlar varsa, onlar Türkiye Başbakanı’nın bütün bu “İhvancı” söyleminin belirli bir politik hesabın sonucu adeta “dizayn edildiğini” düşünebilirler.

Biz ise tam tersini düşünüyoruz.

Bu söylemin iç politikaya dönük bir hesabın sonucunda ortaya çıktığını varsaysak bile bu yanlış bir politik hesaptır çünkü Erdoğan’ın bu aşırıcı söylemle Türkiye’de partisinin seçmen tabanının ancak bir kısmını etkilemesi mümkündür.

İhvanlaşmış söylem, Mısırlı Müslüman Kardeşler’in tabanında Erdoğan’a olan sempatiyi canlı tutar. Lakin bu söylemin dış politika açısından Erdoğan’ı İhvan’ın dünyadaki ve bölgedeki yalnızlığına ortak etmek dışında bir sonuç doğurmasını da beklememek gerekir.

Erdoğan’ın kendisini İhvan’la özdeşleştirmesi, söylemini İhvanlaştırması, İslamcı hareketin başlangıç noktasına, özüne dönüşün işaretleridir.

Ve bu bir rastlantı değildir.

Bu durumu Türkiye’deki Gezi isyanına borçluyuz.

Erdoğan’ın 31 Mayıs’ta ve takip eden günlerde Gezi isyanı karşısında gösterdiği otoriter ve baskıcı refleks, bu toplumsal hareketin Türkiye’nin birçok yerine yayılmasına neden oldu.

Ardından Erdoğan, bizatihi kendi söylem ve politikalarının neden olduğu bu toplumsal patlamayı kendisine karşı düzenlenmiş Batı kaynaklı bir uluslararası komplo olarak gördü. Bu tespit, isyana tepkisinin sertliğini de tayin etti.

Netice Erdoğan için telafisi imkansız bir ideolojik yenilgi oldu.

Erdoğan’ın politik etki ve nüfuzunu geleneksel İslamcı tabanının ötesine aktaran paradigmaları Gezi’de çöktü.

İslamcı Erdoğan, iktidardaki ilk yıllarından bu yana İslamcılığının üzerine demokratik ve reformcu değer olarak koyduklarını Gezi toplumsal patlamasına verdiği hatalı tepki zemininde yitirmiş ve sonunda İslamcılığıyla baş başa kalmıştır.

Gezi olayı Erdoğan’ı yeniden eski tarz geleneksel katı İslamcı yaptı.

Mısır’daki darbeye demokrasiyi sahiplenerek ve savunarak karşı çıkacağı yerde, söylemini dinsel temele oturtuyor ve demokrasinin sorgulanmasına kapı açmaktan söz ederek Batı’yı yola getireceğini düşünmesi bu yüzden.

Bütün bu söylemleri, Erdoğan’ın demokrasiyi bir “Batı icadı” olarak gördüğünü anlatıyor.

Gezi isyanı ve ardından gelen Mısır darbesi, Erdoğan’ı politik gençliğine geri götürmüşe benziyor.

Erdoğan, partisinin “reformdan geçmiş ılımlı politik İslam”a dair bir değişim ve dönüşüm modeli olarak takdim edilmesini imkansızlaştırmaktadır.

Kadri Gürsel – http://www.al-monitor.com

 

Paylaş
Yazar:
Konuk Yazar